İMAN KARDEŞLİĞİ

İzzet ve şeref sahibi olan İslâm Milleti’nin oluşumunda iman kardeşliği esastır… İzzetin kendilerine aid olduğu muvahhid mü’minler,([1])  İslâm kardeşliklerini, kan ve soy bağı üzere değil, iman ve Tevhid bağı üzere kurmuşlardır!.. İnsan kullarını yalnızca kendisine ibadet etsinler diye ya­ra-tan Allah Teâlâ,([2]) insanlar arasında katıksız iman edenleri kardeş ilân buyurmuş ve ancak mü’minlerin kardeş olduk-ları beyan etmiştir:

Mü’minler, ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’dan korkup sakının. Umu­lur ki, esirgenirsiniz.([3])

İman kardeşliğini, yegâne önderimiz ve hayat örneği­miz Rasulullah (s.a.s.) uygulamalı bir şekilde örneklemiş­tir… Her muvahhid mü’minin diğer mü’minlerle kardeşliği gibi, kendisinin de muvahhid mü’minlerle kardeş olduğunu beyan buyurmuştur…

Urve (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), Ebu Bekr’den Aişe’yi nikâhlamak için istedi.

Ebu Bekr (r.a.), Rasulullah’a:

– Sen benim, Allah’ın dininde ve Kitabında kardeşimsin. Bu cihetle Aişe, sana helâldır.”([4])  dedi.

Emirü’l-mü’minin İmam Ömer (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.)’den umre için izin istedim. Bana, izin verdi ve:

“Kardeşçiğim, bizi de duada unutma!” buyurdu.

Bana, öyle bir söz söylemiş oldu ki, onun yerine bütün dünyaya sahib olmam beni o kadar sevindirmezdi.([5])

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) böyle idi! O, ümmetiyle iman ve İslam kardeşliği bağını, olması gerektiği sağlam­lık-ta ve emrolunduğu gibi gerçekleştirmişti… O’na ve Al-lah’dan getirdiklerine katıksız iman eden ümmetinin mu-vahhid mü’min ferdleri de, O’nun gibi yapmış ve mü’min müslümanlar arasında iman kerdeşliği bağını esas kabul ederek, bu bağı olanca imkânlarıyla sağlamlaştır­mışlardı…

İbn İshak (rh.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), (Bedir’den) esirleri getirdiği zaman ashabı arasında onları dağıttı ve:

“Esirlere iyi davranın!” buyurdu.

Mus’ab b. Umeyr (r.a.)’ın ana-baba bir kardeşi Ebu Aziz b. Umeyr b. Hişam, esilerin içinde idi.

Ebu Aziz şöyle dedi:

– Kardeşim Mus’ab b. Umeyr ve Ensar’dan bir adam, bana vardılar. Ensar’dan olan adam, beni esir ediyordu.

Mus’ab, Ensarî’ye dedi ki:

– Ellerini sıkı tut! Çünkü onun annesi mal sahibidir. Umulur ki o, senden onu kurtarmak için sana fidye verir!

Mus’ab b. Umeyr, Ebu Aziz’i esir eden Ensar’dan Ebu Yeser’e bir şey söylediği zaman, Ebu Aziz, ona dedi ki:

– Senin ev sahibin bu mudur?

Mus’ab, ona şöyle dedi:

– Benim kardeşim odur, sen değilsin!

Bunun üzerine onun annesi, Kureyş esirlerine karşılık verilen en yüksek fidyeyi sordu.

Ona, denildi ki:

– Dört bin dirhem.

Bunun üzerine dört bin dirhemi gönderdi ve onun fid­yesini ödemiş oldu.([6])

Millet-i İbrahim ve Ümmet-i Muhammed olan muvah-hid mü’minler, kadın olsun, erkek olsun, dünyanın hangi bölgesinden ve hangi ırktan, hangi renkten, hangi dilden, hangi kavimden olursa olsunlar, birbirlerinin iman kardeşi ve İslâm dostlarıdırlar… ümmetin bütün bir vücûd gibi-dir… Birbirlerini sevmede, saymada, hukukunu koru­mada, canına, malına ve ırzına sahib çıkmada, parçalanmaz bir bütünlük arzeder… Bütün muvahhid mü’minler böyle ina-nır ve böyle davranırlar… Rabbleri Allah, böyle emretmiş, önderleri Rasulullah (s.a.s.), böyle öğret­miştir…

Numan b. Beşir (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):

“Bütün mü’minleri, birbirlerine merhamet, muhab­bet, lütuf ve yardımlaşma hususlarında sanki bir vücûd misali görürsün! O vücûdun bir organı hastalanınca, vü­cûdun diğer kısımları birbirlerini hasta organın elemine –uyku-suzlukla hararete- ortak olmaya çağırırlar.”([7]

Numan b. Beşir (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Mü’minler, bir tek adam gibidir. Başı ağrısa, cesedin sair yerleri humma ve uykusuzlukla ona (iştirake) çağrı­şırlar.”

Devamı olan rivayette Numan b. Beşir (r.a.)’ın rivaye-tiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Müslümanlar, bir tek adam gibidir. Gözü ağrısa, bü­tün vücûdu ağrır. Başı da ağrısa, bütün vücûdu ağrır.”([8]

Sehl b. Sa’d (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Mü’min, iman ehli yanında, cesed üzerinde baş gibi-dir. Cesed, nasıl ki, başta olandan dolayı ızdırap duyarsa, mü’min de iman ehli için öyle elem duyar.”([9]

Ebu Musa (r.a.)’dan:

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Mü’min ile mü’min (birbirlerine karşı) duvar gibidir. Birbirini sımsıkı tutarlar.”

Bunu söylerken, parmaklarını birbirine geçirip sımsıkı kilitledi.([10]

Hubeyb b. Hiraş (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Müslümanlar kardeştir. Takva hariç, hiçbirinin diğe­rinden üstünlüğü yoktur.”([11]

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu buyrukla­rından apaçık anlaşıldığı gibi, nasıl ki, iman bir bütündür ve parçalanmaz ise, mü’minler de iman kardeşliği bakımın­dan bir bütündürler ve asla parçalanmayı kabul etmemeli­dirler…

Bütün mü’minler, birbirlerinin velileri, yani kardeşleri, dostları ve yardımcılarıdırlar… Muvahhid mü’minlerin bir-birlerinin üzerinde velayet hakkı vardır… Onlar, iyilik ve takva üzere yardımlaşır, hayırda yarışırlar… Bütün yeryü­zünde huzur ve barışı sağlamak için iyiliği emreder, kötü­lükten sakındırırlar… Mazlum kardeşleri olan mü’min müslümanların zulümden kurtulmaları için kendilerine yardımcı olurken, zulmeden müslüman kardeşleri ortaya çıktığında onların zulmünü engellemek, onları ıslâh etmek üzere onlara karşı durup bu zulümden vazgeçirir, böylece onlara da yardım etmiş olurlar… Ümmetin derdiyle dertle­nir, İslâm Milleti’nin yaralarını sarmaya gayret ederler…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, birbirlerinin ve­lileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Rasulüne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bun­lardır. Şübhesiz Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hik-met sahibidir.([12]

İbn Mes’ud (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kim ki, sabahleyin kalkarken düşüncesi Allah’dan başka bir şey olursa, onun, Allah’ın hoşnudluk ve yakınlı­ğından nasibi yoktur.

Kim ki, sabahleyin kalkarken müslümanların sıkıntıla­rını kalbinden hissetmezse, onlardan değildir.”([13]

Enes (r.a.)’dan:

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Ey mü’min, sen, mü’min kardeşine zalim iken de, mazlum iken de yardım et!”

Sahabîler:

– Ya Rasulullah, şu mazlum olan kişiye yardım edebi­liriz. Fakat o zalime nasıl yardım ederiz? diye sordular.

Rasulullah:

“Zalimin iki elinin üstünü tutarsın (yani onu, zulmün­den men’edersin).”([14]

Muvahhid mü’minler, mü’min müslümanlar kardeşle­rine yardım ederken, kendilerinin ihtiyacı olan yardımı muvahhid mü’min kardeşlerinden beklerler… Şirk ve küfür ehlinden yardım talebi etmezler… Yardımı, yalnızca Al-lah’dan ve O’nun salih mü’min kullarından beklerler… Allah’ın salih kulları, Allah’ın rızası için ve Allah’ın emret-tiği gibi, diğer salih mü’min kardeşlerinin yardımına koşar-lar… İman kardeşli­ğinin gereği budur!..

Rasulullah (s.a.s.)’in zevcesi Aişe (r.anha) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), Bedir tarafına yola çıktı. Harratu’l-Vebera’ya varınca kendisine bir adam yetişti ki, bu adamın cür’et ve cesareti söyleniyordu. Bu sebeble Rasulullah (s.a.s.)’in ashabı, onu gördükleri vakit sevindiler.

Rasulullah (s.a.s.)’e yetişince, O’na:

– Sana tabi olmak ve seninle beraber yer almak için gel-dim, dedi.

Rasulullah (s.a.s.), kendisine:

“Allah’a ve Rasulüne iman ediyor musun?” diye sordu.

– Hayır! dedi.

“Öyle ise, dön! Ben, asla bir müşrikten yardım ala­mam!” buyurdu.

Sonra gitti. Ağacın yanına vardığımızda o adam, Rasu-lullah (s.a.s.)’e yine yetişti ve O’na ilk defa söylediği gibi söyledi. Rasulullah (s.a.s.) de, ona ilk defa söylediği gibi söyledi.

“Öyle ise, dön! Ben, aslâ bir müşrikten yardım ala­mam!” buyurdu.

Sonra döndü. Ve Rasulullah (s.a.s.)’e Beyda’da yetişti. O da, ilk defa dediği gibi:

“Allah’a ve Rasulüne iman ediyor musun?” diye sordu.

Adam:

– Evet! cevabını verdi.

Rasulullah (s.a.s.), ona:

“O hâlde yürü!” buyurdu.([15]

İman ve İslâm’ın kopmaz, eskimez ve pörsümez sapa­sağlam bağıyla birbirine bağlanan ümmetin muvahhid mü’min ferdleri, birbirlerini sevmek, birbirlerinin kadr-u kıymetini bilmek ile mükelleftirler… Bu hâl, onların katık­sız imanlarından kaynaklanmaktadır…

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (tam) iman etmiş olamazsınız.”([16]

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Birbirinize hasedlik çekmeyin. Müşteri kızıştırmayın. Birbirinize buğz etmeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Biri­niz, diğerinin pazarlığı üzerine satış yapmasın.

Kardeş olun ey Allah’ın kulları!

Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, onu tahkir etmez. (Üç defa kal­bi-ne işaret ederek) takva, şuradadır. Kişiye kötülük namına, müslüman kardeşini tahkir etmesi kâfidir. Müslümanın her şeyi, kanı, malı ve ırzı, müslümana haramdır.”([17]

Mü’min müslümanların kardeşler olduğunu ve bu iman kardeşliğinin bağlarının çok sıkı olmasının gereğini defalarca beyan buyuran önderimiz Rasululllah (s.a.s.), bu bağın gevşememesi ve hiçbir zaman çözülmemesi için bü­tün önlemleri almıştır… İlk sözlerini beyan buyurduğu andan, kıyamet anına kadar iman kardeşliğine herhangi bir zarar gelmemesi için ne gerekiyorsa beyan buyurmuştur… İlmi, bütün zamanları ve mekânları kuşatan Rabbimiz Al­lah’ın bildirmesiyle bilip bildiren Rasulullah (s.a.s.), Allah’ın izni ve yardımıyla oluşan iman kardeşliğine sahib çıkılma­sını, bunun hiçbir zaman bozulmamasını ümmetine vasi­yet etmiştir…

Cabir b. Abdullah el-Becelî (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), Vedâ Haccı’nda bana:

“İnsanları sustur da dinlesinler!” diye emretti.

İnsanlar, sükût ettikten sonra:

“Benden sonra birbirinin boyunlarını vuran kâfirlere dönmeyin!” buyurdu.([18]

Ümmet-i Muhammed’in her muvahhid mü’min ferdi­, iman kardeşliği hukukunu canı gibi kıymetli bilip ko­ruma-lıdır… Mü’minlerin kardeşliğine ve müslümanların birbir-lerine olan velayet hakkına asla bir zarar gelmemeli­dir… Allah’ın ipine sımsıkı sarılan İslâm Milleti’ni bu ipten kopa-rıp parçalayan ve iman kardeşliği hukukunu zedeleyen fitnelerin başında, ırkçı-milliyetçi duyguların akîde hâline gelmesi yer alır… Müslüman olmuş ve iman bağlarıyla birbirlerine sımsıkı bağlanmış, mü’min kardeşler olmuş ka-vimlerin, kendi ırklarını yüceltip diğer ırkları aşağılamak, dolayısıyla o ırklara mensub olan mü’min kardeşlerini ha­kir görmek suretiyle ümmeti parçalamak en korkunç bir fitnedir… Böyle korkunç bir fitneye iştirak edenler, ırkçı-milliyetçi duygularla, kendi ırkından olmayan diğer mü’-min müslümanların kanını helâl görebilme cinayetini iş-ler… Böylece haktan sonra batıla dönmüş olur…

İşte bu inancı sebebiyle fıska düşer ve topukları üzere gerisin geriye küfre dönmüş olur… Yalnızca kendi ırkından olmadıkları için ve kendi ırkının yüceliğine inanarak, diğer mü’min müslümanların katledilmesini helâl görmek, onla­rın öldürülmesini gerektiren ciddî bir sebebi ve tevili olma­dığı hâlde onları, bu sebebten dolayı öldürmek, insanı iman ve İslâm dairesinde bırakmaz…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

Kim bir mü’mini kasıtlı olarak (taammüden) öldürür-se cezası, içinde ebedî kalmak üzere cehennemdir. Allah, o-na gazablanmış, onu lânetlemiş ve ona büyük bir azab ha-zır­lamıştır.([19])  

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah’dan başka (ibadete layık) ilâh bulunmadığına ve benim Allah’ın Rasulü olduğuma şehadet etmekte olan müslüman bir kimsenin kanı helâl olmaz, ancak şu üç şey-den biri ile helâl olur:

Maktülün hayatı karşılığında öldürülmesi (kısas).

Zinâ edenin evli (veya dul) olması (recm).

İslâm Dini’nden çıkıp müslüman cemaatını terk etmesi (irtidad).”([20]

Irkçı-milliyetçi duygular, kendi kavminin diğer ka­vim-lerden üstün olduğu inancı ve bunun harekete dönüş­mesi cahiliyye adetlerindendir… Bu cahilî inanç, iman kar­deşliği-nin en vahşî düşmanıdır… Ümmeti, birbirine düşü­ren ve müslümanların birbirinin boyunlarını vurup kanla­rını dök-melerine sebeb olan en amansız fitnedir…

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Müslümanlara sövmek, fısk, onunla savaşmak küfür­dür.”([21])  

Hadis-i Şerifin şerhinde şöyle denilmektedir:

“Bir müslümana haksız yere sövüp saymak, bi’l-icma’ haramdır. Bu işi yapan fasıktır. Cezası, te’dib olunmaktır. Haksız yere müslümanla kavga ve çarpışma yapan ise, ehl-i hak müslümanlara göre, dinden çıkmak mânâsına küf­ret-miş olmaz. Ancak müslümanla harbetmesinin helâl ol­du-ğuna inanırsa, o zaman dinden çıkar.

Müslümanların birbirlerini öldürmelerini helâl i’tikad etmek küfürdür. Meğer ki, te’vil ile ola.”([22])

Gerek İslâm düşmanlarının yardımı ve kışkırtmasıyla, gerekse hevalarına uyarak müslüman kardeşlerine silah çe-kip onları öldürenler, müslümanların saflarından ayrıl­mış-lardır…

Abdullah İbn Ömer (r.anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Her kim biz müslümanlara silah çekip kıtal ederse, ar­tık o kimse biz müslümanlardan değildir.”([23]

 



[1])   Bkz. Münafikun, 63/8.

[2])   Bkz. Zariyat, 51/56.

[3])   Hucurat, 49/10.

[4])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’n-Nikâh, B.11, Hds.18.

[5])   Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Vitr, B.23, Hds.1498.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Menasik, B.5, Hds.2894.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’d-Daavat, B.1, Hds.3795.

Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.1, Sh.29. C.2, Sh.59.

[6])   İbn Hişam, A.g.e., C.2, Sh.385.

İbn Kesir, el-Bidaye ve’n-Nihaye, C.3, Sh.461-462.

[7])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Edeb, B.27, Hds.41.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.17, Hds.66.

Taberânî, Mu’cemu’s-Sağir Tercüme ve Şerhi, Çev. İsmail Mutlu, İst. 1996, C.1, Sh.353, Hds.263.

İmam-ı Azam Ebu Hanife, Müsned, Çev. Muhammed Selim Köse, İst.  T.Y. Sh. 275, Hds. 473/27.

İmam Suyutî, Camiu’s-Sağir Muhtasarı Tercüme  ve Şerhi, Çev. İsmail  Mutlu, Vdğ. İst.1996, C.3, Sh. 298, Hds. 3474 (8155). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4, Sh. 270’den.

[8])   Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.17, Hds.67.

[9]) Abdullah İbnü’l-Mübarek, Kitabu’z-Zühd, Çev. M. Adil Teymur, İst. 1992, Sh.171, Hds. 693.

et-Taberî, A.g.e., C.7, Sh. 509.

İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, C.13, Sh. 7409. Ahmed b.  Hanbel, (Müsned, C.5, Sh.340)’dan.

[10])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’s-Salat, B.88, Hds.124.

Kitabu’l-Edeb, B.36, Hds.56.

Kitabu’l-Mezalim, B.5, Hds.7.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.17, Hds.65.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.18, Hds.1993.

Sünen-i Neseî, Kitabu’z-Zekat, B.67, Hds.2550.

[11])   İmam Suyutî, A.g.e., C.3, Sh.406, Hds.3793 (9211).

Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir’den.

İbn Kesir, A.g.e., C.13, Sh.7421.

[12])   Tevbe, 9/71.

[13])  İmam Suyutî, A.g.e., C.3, Sh.331, Hds. 3570 (8453). Hakim, Müsted-rek’ten.

Ayrıca bkz. Taberânî, A.g.e., C.2, Sh.323, Hds.625.

[14])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Mezalim, B.4, Hds.5.

Kitabu’l-İkrah, B.7, Hds.12.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.16, Hds.62.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B.58, Hds.2356.

Sünen-i Dârimî, Kitabu’r-Rikak, B.40, Hds.2756.

[15])   Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.51, Hds.150.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’s-Siyer, B.10, Hds.1601.

[16])   Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.22, Hds.93-94.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.142, Hds.5193.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İsti’zan ve’l-Adab, B.1, Hds.2828.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Edeb, B.11, Hds.3692.

Mukaddime, B.9, Hds.68.

İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B.448, Hds.979-981.

[17])   Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.10, Hds.32.

Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Edeb, B.57, Hds.94.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.18, Hds.1992.

[18])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Fiten, B.8, Hds.29.

Kitabu’l-İlm, B.44, Hds.62.

Kitabu’l-Hacc, B.133, Hds.212.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.29, Hds.120.

Sünen-i Neseî, Kitabu Tahrimi’d-Dem, B.28, Hds.4109-4115.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.5, Hds.3942-3943.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sünnet, B.16, Hds.4686.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B.26, Hds.2289.

[19])   Nisa, 4/93.

[20])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’d-Diyet, B.5, Hds.17.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Kaseme, B.6, Hds.25-26.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B.1, Hds.2247.

Kitabu’d-Diyet, B.10, Hds.1423.

Sünen-i Neseî, Kitabu Tahrimi’d-Dem, B.14, Hds.4043-4044.

Sünen-i Ebu Davud, Kitab’ul-Hudud, B.1, Hds.4352-4353.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Hudud, B.1, Hds.2533-2534.

Sünen-i Dârimî Kitabu’l-Hudud, B.2, Hds.2302-2303.

Kitabu’s-Siyer, B.11, Hds.2451.

[21])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İman, B.36, Hds.41.

Kitabu’l-Edeb, B.44, Hds.73.

Kitabu’l-Fiden, B.8, Hds.25.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.28, Hds.116.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İman, B.15, Hds.2771-2772.

Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B.51, Hds.2049.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.4, Hds. 3940-3941.

Sünen-i Neseî, Kitabu Tahrimi’d-Dem, B.27, Hds.4088-4095.

[22])  Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve şerhi, ist. 1977, C.1, Sh.326-328.

[23])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’d-Diyet, B.1, Hds.13.

Kitabu’l-Fiten, B.7, Hds.19-20.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.42, Hds.161-163.

Sahih-i İbn Mace, Kitabu’l-Hudud, B.19, Hds.2575-2577.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Hudud, B.26 Hds.1486.

Sünen-i Neseî, Kitabu Tahrimi’d-Dem, B.26, Hds.4084.

Sünen-i Dârimî, Kitabu’s-Siyer, B.77, Hds.2523.