ÜMMET-İ MUHAMMED

Millet-i İbrahim’in ne olduğunu özellikleri ve örnekle­riyle beyan ettikten sonra, “Ümmet-i Muhammed”’in karekterini  ve özelliklerini izah edebiliriz…

“Ümmet: Bir Peygambere inanıp bağlanan cemaat, tâ­ife” demektir. Çoğulu: Ümem’dir.([1])

Kaffal:

– Ümmet, bir  kısmı, bir kısmına uyan, aynı şey üze­rinde ittifak eden bir topluluktur, demiştir.([2])

Abdullah b. Abbas (r.anhuma) ve Katâde (r.a.)’e göre ümmet:

“Tek din üzerinde birleşen insanlar” demektir.([3])

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.):

– Ümmet, hayrı gösterendir, demiştir.([4])

Ümmet için yapılan çeşitli tariflerin hepsi bir noktada birleşiyor: Aynı dine ve aynı Peygambere inanan, akîdesi, hedefi ve usûlü bir olan insan topluluğu!..

Millet-i İbrahim gibi, Ümmet-i Muhammed de, akîde birliği mânâsına gelir… Hangi renkten, hangi dilden, hangi ırktan, hangi kavim ve bölgeden olursa olsun, yegâne ön­de-rimiz Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’e Rabbimiz Allah, tarafından kendisine vahiy yoluyla gelen Hak Din İslâm’a katıksız iman eden her ferd, Ümmet-i Muhammed’in bir mensubu olup aynı akîdeyi benimseyenlerle kardeştir…

Bu Tevhidî akîdeye iman eden muvahhid mü’minler’in hiçbir şeyle şirk koşmadıkları bir tek ilâhları ve Rabbleri var: Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ.

Onların bir tek önderleri ve hayat örnekleri var: Rasu-lullah Muhammed (s.a.s.).

Onların bir tek hayat nizamları var: İslâm.

Onların bir tek hayat dusturları var: Kur’ân-ı Kerim.

Ve onlar, bir tek Ümmetin mensublarıdırlar: Ümmet-i Muhammed.

Onlar, bir tek Millet ve bir tek ümmettir…

Ebu Said el-Hudri (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):

“Her kim, Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, Pey­gamber olarak da Muhammed’e razı olursa, o kimseye cen-net vacib olur.”([5])

Bu Tevhid akîdesine katıksız iman eden ümmet, insan­lığın başlangıcında olduğu gibi hak üzere ve iman üzere tek bir ümmettir… İnsanlık âleminin ilk nüvesi, iman üzere olan tek bir ümmetti… İlk insan topluluğu, Tevhid milleti­dir… Bu Tevhid üzere, Rabbimiz Allah’ın dilediği zamana kadar kaldılar, sonra anlaşmazlığa düştüler ve yeni yeni fikirler ortaya atıp, dosdoğru yoldan saptılar… Hak ve iman üzere kalanları olduğu gibi, herbirinin başında bir şeytan bulunan, dosdoğru yoldan sapma demek olan yol­lara sapan insanlar, şirk koşar ve hakka küfreder oldular… Sapık yolların başında bulunan ve şeytanın kendilerine ba-tılı hak olarak gösterip iknâ ettiği davetçilerin davetlerine uydular… Böylece sapanlar ve saptıranlar ortaya çıktı… Bunlar, insanlık âlemini ve yeryüzünü ifsad ettiler… Ekini ve nesli yok etmeye başladılar…([6])  İman üzere bir tek üm­met iken, parçalandılar, bölük bölük oldular… İnsanlar böyle parçalanıp haktan ayrılınca, dosdoğru yoldan sapık yollara sapınca, Rabbimiz Allah, onları düzeltmek için Ra-sullerini, hayat dusturu olan Kitablarla gönderdi…

Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:

İnsanlar, tek bir ümmetten başka değildi, sonra an­laşmazlığa düştüler. Eğer Rabbinden geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, anlaşmazlığa düştükleri şey konusunda mutlaka aralarında hüküm verilmiş olurdu.([7])

İnsanlar, tek bir ümmetti. Allah, müjdeciler ve uyarı­cılar olarak Peygamberler gönderdi ve beraberlerinde, in­sanların anlaşmazlığa düştükleri şeyler konusunda, arala­rında hüküm vermek üzere hak Kitablar indirdi. Oysa ken­dilerine karşı olan azgınlık ve kıskaçlıkları yüzünden an­laşmazlığa düşenler, o (Kitab) verilenlerden başkası değil-dir. Böylece Allah, iman edenleri, hakkında ayrılığa düştük-leri gerçeğe kendi izniyle eriştirdi. Allah, kimi dilerse onu doğruya yöneltir.([8]) 

Rabbimiz Allah dilerse, insan kullarını bir tek ümmet kılardı, fakat insanın imtihanından dolayı onu, iman etmek ve şirk koşmak konusunda serbest iradeli kılmıştır… İnsan, doğruyu veya eğriyi, hakkı veya batılı, Tevhidi veya şirki, imanı veya küfrü seçme konusunda serbest bırakılmış ve kendisine irade verilmiştir…

Allah, insan kullarının ihtiyacı olan her türlü imkânı kendilerine vermiş, ayrıca Rasul ve Kitab göndererek onları, hak, doğru, iyi, hayır ve faydalı şeyler konusunda yeterli derecede bilgilendirmiş, ondan sonra serbest bırakmıştır… Onlar da, imtihan gereği iyiyi veya kötüyü, hakkı ya da batılı seçme konusunda iradelerini kullanma konusunda hürdürler… Dinde hiçbir zorlama yapılmamış, çünkü doğ-ru eğriden, iyi kötüden, hak batıldan apaçık ayrılmış­tır…([9])

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem (minhac) kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kı-lardı. Ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah’adır. Hak­kında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecek­tir.([10])

Emirü’l-mü’minin İmam Ali b. Ebi Talib (r.a.) ve Katâ-de (r.a.)’e göre, buradaki “her biriniz” ifadesinden maksad, çeşitli dinlerden olan ümmetlerdir. Yani Allah, her dinde olan bir ümmet için belli bir şeriat ve belli bir yol kıl­mıştır. Tevrat’ın şeriatı başka, İncil’in şeriatı başka, Kur’ân’ın şeriatı daha başkadır. Allah Teâlâ, bu şeriatlardan bazıla-rında helâl kıldığını, diğerlerinde haram kılmış olabi­lir. Ak-sini de yapabilir. Tâ ki, itaat edenleri, itaat etmeyen­lerden ayırdetsin ve tanısın. Ancak Tevhid inancı, Allah Teâlâ ve Peygamberlerle ilgili olan hükümler tektir. Şeriat­tan şeriata değişmez.([11])

İnsanlar, kendilerine hak yolunu gösteren Rasuller et­rafında Tevhid akîdesi üzerinde bir araya gelip bir ümmet oldukları gibi, bunun dışında herhangi bir ideoloji, bir fel­sefe, dünyalık herhangi bir menfaat etrafında bir araya ge-lip bir ümmet oluşturabilirler… Hak üzere olan muvahhid mü’minler bir ümmet, batıl üzere olan müşrik­ler ve kâfir-ler bir ümmettir… Dünya malı menfaatı üzerine bir araya gelen sömürü düzeninin müstekbir zalim tağutları da, batıl üzere bir ümmet oluşturmuşlardır… Ortak menfaata ina-nan dünyanın süper güçleri, kendileri­nin dışındaki mus-taz’af halkları aralarında paylaşmış ve herbiri payına düşen bölgeyi sömürmektedir… Bu dünyaperestler de bir ümmet-tirler…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Eğer insanlar, (Allah’a karşı isyanda birleşip) tek bir ümmet olacak olmasaydı, Rahmân’ı (Allah’ı) inkâr edenle­rin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerinde çıkıp yüksele­cekleri merdivenler yapardık.

Evlerine kapılar ve üzerinde yaslanıp dayanacakları koltuklar.

Ve (daha nice) çekici süsler (de verirdik). Bütün bunlar, yalnızca dünya hayatının metaıdır. Ahirette ise, Rabbinin katında müttakiler içindir.([12])

İmam Taberî (r.a.) bu ayetlerin tefsirinde şunları beyan etmektedir:

“Eğer insanlar, tek bir ümmet hâline gelmeyecek olsa­lardı.” ifadesinden maksad, Abdullah b. Abbas, Hasan el-Basrî, Katâde ve Süddî’ye göre, insanların, inkârcılıkta bir-le­şerek tek ümmet hâline gelmeleridir. Yani, Allah Teâlâ, inkârcıları dünyada zengin kılarsa, diğer insanlar onlara özenerek inkâra düşerler. Böylece inkârcı tek bir ümmet hâline gelmiş olurlar. İşte Allah, bu sebeble bütün inkârcı-ları zengin kılmaz.

Yoksa onların bir kısmına mal vermesi, müşriklerin zannettikleri gibi, onları sevdiklerinden dolayı değildir.

İbn Zeyd’e göre ise, bu ifadeden maksad, “Şayet insan­lar, ahireti bırakıp sadece dünyayı isteyen ümmet hâline gelmeyecek olsalardı” demektir. Yani, Allah, dünyaya her düşkün olanı zengin kılacak olsaydı bütün insanlar, dün­ya-yı ahirete tercih eden kimseler hâline gelirlerdi.”([13])

Yegâne Rabbimiz Allah, Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in Ümmeti’nin insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet olduğunu beyan ile şöyle buyurur:

Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. Ma’ruf (iyi ve İslâm’a uygun) olanı emreder, münker olan-lardan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz.([14])

Allah’a, şeksiz ve şüphesiz iman eden Ümmet-i Mu­hammed’in en belirgin özelliği, Ma’ruf olanı emretmek ve münker olanlardan sakındırmak sûretiyle yeryüzündeki insanlar arasında barışı ve huzuru sağlamaktır… Ümmet­lerin en sonuncusu, en hayırlısı ve Allah’a karşı en şereflisi olan bu ümmetin varlığı, insanlık âlemi için bir rahmet ve merhamet vesilesidir… Onun varlığı ve yeryüzüne İslâm’ı egemen kılması ile insanlık âlemi huzura ve saadete kavu­şur… Savaşlar barışa, zulümler adalete, düşmanlıklar dost-luğa, sıkıntılar ferahlığa, kederler neşeye, bunalımlar huzu-ra ve kinler sevgiye dönüşür…

Behz b. Hakim’in dedesinden rivayet edilmiştir:

Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. (Âl-i imrân, 3/110) ayeti hakkında Rasulullah (s.a.s.)  şöyle bu-yurdu:

“Siz, ümmetlerden yetmişi tamamlıyorsunuz. Siz, on­ların en hayırlısı ve Allah’a karşı en şereflisiniz.”([15])

Süleyman b. Büreyde’nin babası Büreyde b. Husayb (r.a.)’dan:

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Cennet ehli yüz yirmi saftır. Seksen (saf) bu ümmet-ten, kırk saf da diğer ümmetlerden oluşur.”([16])

Enes b. Malik (r.a.)’dan:

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Şüphesiz bu ümmet (Allah tarafından) rahmete maz-har olmuştur. Azabı da, kendi elleriyledir. Sonra kıya­met günü olunca müslümanlardan her kişiye, müşrikler­den bir kişi verilecek ve:

– Bu, senin ateşten (kurtuluş) fidyendir, denilecek-tir.”([17])

Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) ve yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), bu merhamet olunmuş ve hayırlı üm­meti böyle beyan buyururlar… Bu ümmetin, diğer üm­met-lere üstün kılınma sebeblerini de beyan buyurmuştur Rasu-lullah (s.a.s.)….

Ebu Umâme (r.a.)’nın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):

“Allah beni, Peygamberlerden –veya, Ümmetimi sair ümmetlerden- üstün kıldı ve bize ganimetleri helâl kıl-dı.”([18])

Huzeyfe (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu.

“Biz, (sair) insanlar üzerine üç şey ile üstün kılındık:

Saflarımız, meleklerin safları gibi yapıldı.

Yeryüzünün her tarafı bizim için mescid sayıldı.

Su bulamadığımız zaman, toprak da bize temizleyici bir vasıta kılındı.”([19])

Kadın olsun, erkek olsun bu ümmetin mensubları olan muvahhid mü’minler, yeryüzünün varisleri ve yeryüzün-de Allah Teâlâ’nın şahidleridirler…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Biz ise, yeryüzünde güçten düşürülenlere (mustaz’af-lara) lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve miras-çılar kılmak istiyoruz.

Ve (istiyoruz ki) onları, yeryüzünde iktidar sahibleri olarak yerleşik kılalım. Fir’avn’a, Haman’a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim.([20])

Allah, içinizden iman edenlere ve salih amelde bulu­nanlara va’detmiştir: Hiç şübhesiz onlardan öncekileri nasıl güç ve iktidar sahibi kıldıysa, onları da yeryüzünde güç ve iktidar sahibi kılacak, kendileri için sevip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korku­larından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır.

Dosdoğru olarak namazı kılın, zekatı verin ve Rasul’e itaat edin. Umulur ki, rahmete kavuşturulmuş olursu-nuz.([21])

(Musa:) ‘Umulur ki, Rabbiniz, düşmanınızı helâk ede­cek ve sizleri yeryüzünde halifeler (egemenler) kılacak. Böy-lece nasıl davranacağınızı gözleyecek’ dedi([22])

Enes b. Malik (r.a.) ‘dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Sizler, yeryüzünde Allah’ın şahidlerisiniz.”([23])

Her zaman hayır üzere olan ve hayra çağıran en ha­yırlı ümmet, iyiliklerin bütün dünyaya yayılmasını ve egemen olmasını arzu ederken, bütün kötülüklerin, zu­lümlerin, baskıların, sömürünün, fitne ve fesadın da yeyüzünden kaldırılması mücahedesini kendisine esas va­zife edinmiş-tir…

Yegâne Rabbi Allah, bu ümmeti, böylece bir hayırlı va­zife ile vazifelendirmiştir:

Sizden, hayra çağıran, iyiliği (ma’rufu) emreden, kö­tülükten (münkerden) sakındıran bir ümmet (topluluk) bulunsun. Kurtuluşa erenler, işte bunlardır.([24])

Aynı akîdeyi taşıyan ve Millet-i İbrahim’in mensubları olan önceki ümmetler de, aynı hayırlı vazife ile vazifeli kılınmışlardır… Aynı milletten, yani aynı dinden oldukları için bütün Tevhidî ümmetlerin vazifesi, şirkin, küfrün ve istikbarın yok edilmesini, Tevhidin, imanın ve adaletin ege­menliğini sağlamaktır… Böylece insanlık âlemi, kula kul olmaktan kurtulup Allah’a kul olacaktır… Savaşlar bitip barış ortamı oluşacaktır… Kötülükler yok olup, iyilikler topluma hakim olacaktır… Çünkü ümmet, insanlara hayrı öğreten, onları hayra davet eden ve hayır üzere olmalarını sağlayandır…

Malik (r.a.) anlatıyor:

Bana ulaştığına göre, Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) şöyle demiştir:

– Allah, Muaz’a rahmet eylesin. O, başlı başına bir üm-metti, Allah’a itaatkâr biriydi.

Ona:

– Abdurrahman’ın babası! Aziz ve Celîl olan Allah, İb­rahim (a.s.)’dan böyle bahsetmiştir. (Sen bunu, Muaz hak-kında nasıl söylersin?), demeleri üzerine,

İbn Mes’ud şöyle demiş:

– Ümmet, insanlara hayrı öğreten kimse demektir. Al-lah’a itaatkâr (Kanit) ise, itaat eden kimse demektir.([25])

Rabbimiz Allah, Ümmet-i Muhammed’den önceki Mil­let-i İbrahim’den olan bütün ümmetlerin de vazifesinin de hayra davet etmek, hayrı öğretip, hayra yönlendirmek ol-duğunu beyan buyurur:

Musa’nın kavminde hakka ileten ve onunla adalet ya­pan bir ümmet (topluluk) vardır.([26])

Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip, ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır.([27])

 Onların hepsi bir değildir. Kitab Ehli’nden bir topluluk (ümmet) vardır ki, gece vaktinde ayakta durup Allah’ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanırlar.

Bunlar, Allah’a ve ahiret gününe iman eder, Ma’ruf (iyi) olanı emreder, Münker (kötü) olandan sakındırır ve hayırlarda yarışırlar. İşte bunlar, salih olanlardır.

Onlar, hayırdan her ne yaparlarsa, elbette ondan yok­sun bırakılmazlar. Allah, muttakîleri bilendir.([28])

İbn Abbas (r.anhuma) ve Mukatil dediler ki:

– Abdullah b. Selâm, Sa’lebe b. Sa’ye, Üseyd b. Sa’ye, Es’ad b. Ubeyd ve Yahudîlerden müslüman olanlar İslâm’a girince, Yahudî hahamları demişlerdir ki:     

– Muhammed’e ancak bizim şerlilerimiz iman etmiştir. Eğer onlar, bizim hayırlılarımızdan olsaydılar, elbette ata­larının dinini terk etmezlerdi.

Sonra onlara dediler ki:

– Dininizi, başka bir dinle değiştirdiğiniz zaman ger­çek-ten zarar ettiniz.

Allah Teâlâ da, bu ayeti indirdi.([29])

İmam İbn Kesir (r.a.), tefsirinde bu ayetler için şu beyanda bulunuyor:

“Buna göre ayet şöyle anlaşılmalıdır:

Daha önce zemmedilen Ehl-i Kitab ile iman eden bunlar elbette aynı değildirler. Bunun için Allah: “Hepsi bir değil­dir.” Hepsi aynı seviyede değildirler. Bilakis onlardan iman edenler ve günahkârlar vardır, buyuruyor.

Ehl-i Kitab’dan Allah’ın emrini yerine getiren, Allah’ın şeriatına itaat eden, Allah’ın Peygamberine uyan ve doğru yolda olanlar vardır. Onlar, secdeye vararak, geceleri Al­lah’ın ayetlerini okurlar, ibadet ederler, fazlasıyla teheccüd namazı kılarlar, namazlarında Kur’ân okurlar. Bu toplu­luk, Allah’a  ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emreder, kötü-lükten vazgeçirirler. Hayırlara koşuşurlar. İşte onlar, salih-lerdendir.”([30])

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti. Al­lah’a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve o, müşriklerden değildi.

O’nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah,) onu seçti ve doğru yola iletti.

Ve Biz, ona dünyada bir güzellik verdik. Şübhesiz o, ahirette de salih olanlardandır.([31])  

Milletin babası Halilullah İbrahim (a.s.), en iyi haslet­leri üzerinde toplayan, muvahhid mü’minler için önder ve örnek bir şahsiyetti. Yegâne Rabbi Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, O’na teslim olmuş ve O’na tam itaat eden bir muvahhid idi. O, asla müşriklerden olmadı ve bütün batıl anlayışları terk ederek, Allah’ı nimetlerine şükreden bir mü’min müslüman olarak Rabbi Allah’a teslim olduğun-dan dolayı övülüyordu…

“Ümmet: Pek çok hayrı şahsında toplayan adam de­mektir.”([32]

Rabbimiz Allah, dost edindiği İbrahim (a.s.)’ı imtihan etti… İmtihanda başarılı olan İbrahim (a.s.)’ı insanlara imam, yani örnek bir önder yapan Allah Teâlâ, bu makama ancak salihlerin ve adil olanların hak kazandığını beyan buyurur:

Hani İbrahim’i birtakım kelimelerle denemişti. O da, (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah, İbrahim’e:) ‘Seni şübhesiz insanlara imam kılacağım’ dedi. (İbrahim:) ‘Ya soyumdan olanlar?’ deyince (Allah:) ‘Zalim­ler, benim ahdime erişemez’ dedi.([33]

Rabbimiz Allah, yaratılış gayelerine uygun hareket edip, ırk, renk, kavim, aşiret, kabile, dil ve bölge farkı gö­zetmeksizin mü’min oldukları için kardeş olup ümmeti teşkil eden, ayrı milletten olan sadık kullarına şöyle hitab eder:

Gerçekten sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse bana ibadet edin.”([34]

Bu ayet hakkında, İbn Abbas (r.anhuma), Mücahid (rh.a.), Said İbn Cübeyr (rh.a.), Katâde (rh.a.) ve Abdurrah-man İbn Zeyd İbn Elsem (rh.a.):

– Sizin dininiz, bir tek dindir, demişlerdir.

İmam Hasan el-Basrî (rh.a.) ise:

– Allah Teâlâ onlara, sakınacaklarını ve yapacaklarını beyan buyurmuş, sonra da:

Gerçek, bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir. Sizin yolunuz, bir tek yoldur, buyurmuştur, demiştir.([35])  

İmam İbn Cerîr et-Taberî (rh.a.), bu ayetin tefsirinde şöyle der:

“Allah Teâlâ, ‘Peygamberler Sûresi’ anlamına gelen En­biya Sûresi’nde, Peygamberleri özet olarak zikrettikten son-ra, hak dinin tek bir din olduğunu, onu tebliğ eden Pey­gamberlerin ise, zamana ve yere göre farklı kavimlerin arasından çıktıklarını, bunun ise hak dinin tek bir din ol­masına engel olmadığını beyan ederek buyuruyor ki:

İşte sizin dininiz, tek bir dindir. Rabbiniz de Benim. O hâlde Bana kulluk edin. Benim dışımdaki varlıklara tap­ma-yı bırakın!”([36])

Dünya hayatında her akîdeye mensub insan grupları, öbek öbek önderlerinin etrafında bir araya geldikleri gibi, ahirette de imamlarıyla küme küme bir araya gelirler… Millet-i İbrahim’in mensubları olan muvahhid mü’minler, Peygamberlerinin ardına düştükleri gibi, küfür ve şirk mil­letinin mensubları da kendilerini cehenneme götürecek li­derlerinin peşine düşerler… insan, dünyada da, ahirette de, aynı inancı ve aynı usûlü paylaştığı, kendisini sevdiği ile beraberdir…

Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kişi sevdiği ile beraberdir.”([37]

Ebu Hureyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kişi, dostunun dini üzeredir. Bu yüzden biriniz, dost edindiği kişiye dikkat etsin!”([38])

Kişi, dünyada kimi dost edinmiş, kiminle aynı akîdeyi ve aynı usûlü paylaşmış, aynı gaye uğrunda beraber ol-muş ise, ahirette de onunla beraberdir… İsterse hak üzere, isterse batıl üzere olsun, kimleri sevmiş ve onlarla aynı inancı benimsemiş ise, onlarla birlikte haşrolunacaktır…

Bundan dolayı Rabbimiz Allah:

Ey iman edenler, Allah’dan sakının ve sadıklarla bir­likte olun.buyurur.([39])  

Bundan dolayı, Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.):

Yalnız mü’minle arkadaş ol ve ekmeğini (yemeğini) ancak takvalı kişi yesin!” buyurur.([40]

Bundan dolayı muvahhid mü’minler, milletinin atası Halilullah İbrahim (a.s.) gibi:

Rabbim, bana hüküm (ve hikmet) bağışla ve beni salih olanlara kat.[41] diye dua eder ve Rabbleri Allah’dan bunu dilerler…

Rabbimiz Allah’ın, muvahhid mü’min kullarının ken­dileriyle bulunmasını ve beraber olunmasını emrettiği sa­dıklar, Allah’a ve Rasulüne katıksız iman edip, imanlarında hiçbir şübheye düşmeden, mallarıyla, canlarıyla Allah yo­lunda cihad edenlerdir ([42])…

Halilullah İbrahim (a.s.), Salihlerden idi…[43] Salih olan­lar, İbrahim (a.s.)’ın milletinden olan muvahhid mü’min-lerdir… Onlar, iman edip salih ameller işleyerek, birbirleri-ne hakkı ve sabrı tavsiye ederek kurtulmuş kullar­dan olan-lardır…([44])

Salih kullar için Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

İman edip salih amellerde bulunanlar ise, cennet hal­kıdırlar, orada süresiz kalacaklardır.([45])  

Rabbimiz Allah insan kullarını, dünya hayatlarındaki önderleriyle davet buyurur… Onlar, dünya hayatında kimi imam olarak seçmiş ve kimin peşine takılıp izinden gitmiş ise, onunla beraber çağrılırlar… Onun milletinden olarak değerlendirilirler… Millet-i İbrahim’den olanlar, hangi pey­gamberin ümmetinden ise, O peygamberin ardına düşerek bu davete icabet ederler… Millet-i Nemrud’un mensubları ise, dünyada kendilerine tabi olup emirlerince yaşayan li­derleri Nemrud, Fir’avn, Ebu Cehil ve benzerlerinin peşine takılıp çağrıya icabet ederler…

Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:

Her insan grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün, artık kimin kitabı sağ eline verilirse, onlar kitablarını oku­yacaklar ve onlar, bir hurma çekirdeğindeki iplikcik kadar bile haksızlığa uğratılmazlar.

Kim bunda (dünyada) kör ise, o, ahirette de kördür ve yol bakımından daha şaşkın bir sapıktır.” ([46]

Biz, onları ateşe çağıran imamlar kıldık, kıyamet günü yardım görmezler.([47]

O (Fir’avn), kıyamet günü kavminin önderliğine ge­çer, böylece onları ateşe götürmüş olur. Sonunda vardıkları yer, ne kötü bir yerdir.([48]

Abdullah İbn Ömer (r.anhuma) şöyle demiştir:

– Kıyamet gününde insanlar, küme küme olurlar. Her ümmet, kendi Peygamberlerinin ardına düşer.([49]

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), bana hitaben:

“Bana Kur’ân oku!” diye emretti.

Ben de O’na:

– Kur’ân senin üzerine indirildiği hâlde, ben onu, sana  mı okuyacağım? dedim.

Rasulullah:

“Şübhesiz ben Kur’ân’ı kendimden başkasından işit­me-yi severim.” buyurdu.

Ben de kendisine, en-Nisa Sûresi’ni okumaya başladım.

Her ümmetten bir şahid getirdiğimiz ve onların üze­ri-ne seni şahid olarak getirdiğimiz zaman nasıl olacak?” (Nisa, 4/41) ayetine ulaştığımda Rasulullah, bana:

“Okumayı tut (yani durdur)!” buyurdu.

O sırada gördüm ki, Rasulullah’ın iki gözü yaş dökü­yordu.([50]

İlim adamlarımız derler ki:

Peygamber (s.a.s.)’in ağlaması, bu ayet-i kerimenin ih­tiva ettiği dehşetli başlangıç ve işin ağırlığı dolayısıyladır. Zirâ Peygamberler, ümmetlerine karşı doğrulayıp, yalanla­dıklarına dair şahidler olarak getirileceklerdir.

Hz. Peygamber de kıyamet gününde bir şahid olarak getirilecektir.

Yüce Allah’ın: “Bunlar” buyruğu ile de, hem Kureyş kâfirlerine, hem diğer kâfirlere işaret vardır. Özellikle Ku-reyş kâfirlerinin anılmasının sebebi, azabın bu Kureyş kâfir-leri üzerinde diğerlerine göre daha ağır olacağından dolayı-dır. Çünkü onlar, mucizeleri ve Allah’ın, O’nun elleri vası-tasıyla ortaya çıkardığı harikûlâde hâlleri görmekle bir-likte inad ettiler.”([51])  

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

Her ümmetten bir şahid göndereceğimiz gün, (artık ondan) ne inkâr edenlere (özür dilemeleri için) izin verile-cek, ne (Allah’dan) hoşnudluk dilekleri kabul edilecek.([52]

Millet-i İbrahim’den en son ümmet olan Ümmet-i Mu­hammed, bütün insanlık âlemini Tevhid’e davet etmekte­dir… Kitablı olsun, Kitabsız olsun bütün gayr-ı müslimle-re, birbirlerini rabler veya kullar edinmekten vazgeçip hep be­raber Âlemlerin Rabbi Allah’a kul olmak tebliğini yapıp, kullara kul olmaktan kurtulup iman etmeye davet etmek­tedirler…

Bu ilâhî vazife, Rabbimiz Allah tarafından verilmiştir:

De ki: ‘Ey Kitab Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (Tevhid’e) gelin, Allah’dan başkasına kulluk etmeyelim. O’na, hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı rabler e-dinmeyelim.’ Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: ‘Şahid o-lun, biz gerçekten müslümanlarız.([53]

Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Kitablı veya Ki-tabsız gayr-ı müslimlerin devlet başkanlarına göndermiş olduğu davet mektublarına bu ayet-i kerimeyi yazdırırdı…

Örnek olarak, Bizans İmparatoru Hırakl’e gönderdiği mektubu analım… Olayı, mektub vesilesiyle Hırakl ile ko­nuşan Ebu Süfyan anlatıyor…

Ebu Süfyan dedi ki:

– Bundan sonra Hırakl, Rasulullah’ın mektubunu istedi ve onu okudu. Mektubun içinde şunlar yazılmıştı:

“Bismillahi’r-rahmânir’r-rahîm.

Allah’ın Rasulü Muhammed’den, Ru’mun büyüğü Hı-rakl’e…

Hidayet yoluna uyanlara selâm olsun!

Bundan sonra:

Ben seni, İslâm davetine, yani müslümanlığa davet edi­yorum. İslâm’a gir ki, selâmette bulunasın. Müslüman ol ki Allah, senin ecrini iki kat versin! Şayet yüz çevirirsen, ırgatların, çiftçilerin vebâli de muhakkak senin üzerine olur!

“Ey Ehli Kitab, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (Tevhid’e) gelin…” (Âl-i İmrân, 3/64)

Hırakl, mektubun okumasını bitirdikten sonra yanında sesler yükseldi ve gürültü çoğaldı. Bizim dışarıya çıkarıl­mamız emredildi, biz de dışarıya çıkarıldık.([54]

Merhamet olunmuş ümmet olan Ümmet-i Muham­med’in mensubları olan muvahhid mü’minlerin vasıflarını beyan buyuran Rabbimiz Allah, ümmeti oluşturanları şöyle açıklıyor:

Gerçek şu ki, iman edenler, hicret edenler ve Allah yo­lunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler ile (hicret eden-leri) barındıranlar ve yardım edenler, işte birbirlerinin velisi olanlar bunlardır. İman edip hicret etmeyenler, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiçbir şeyle velayetiniz yoktur. Amma din konusunda sizden yardım isterlerse, yardım, üzerinizde bir yükümlülüktür. Ancak sizlerle onlar arasın-da anlaşma bulunan bir topluluğun aleyhinde değil. Allah, yaptıklarınızı görendir.

İnkâr edenler, birbirlerinin velileridirler. Eğer siz, bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsa­nız), yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk, (fe-sad) olur.

İman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler ile (hicret edenleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte gerçek mü’min olanlar bunlardır. Onlar için bir bağış­lanma ve üstün bir rızık vardır.

Bundan sonra iman edip hicret edenler ve sizinle bir­likte cihad edenler, işte onlar, sizdendir. Akrabalar Allah’ın kitabı’na göre, birbirine (mirasta) önceliklidir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir.([55]

Rabbimiz Allah’ın emredip razı olduğu ve Rasulullah (s.a.s.)’in yapıp gösterdiği şekilde katıksız iman ederek, imanlarının gereği olan salih ameli işleyen muvahhid mü’-minler, yeryüzünde Allah’a kul olmalarını engelleyen her güç ile malları ve canlarıyla mücahede ederler… Bulun­duk-ları bölgelerde, onların Allah’a kul olmasını engelleyip ken-dilerine kul olmalarını isteyen tağutlarla gerekli müca­dele ve mücahede de güçsüz ve çâresiz kalan muvahhid mü’-minler, Allah’a karşı kulluk vazifesini yapacak başka böl-gelere hicret ederler… Müşrik tağutların egemen olduğu, muvahhid mü’minlere her türlü işkencenin yapıldığı ve bir “Daru’ş-Şirk” hâline getirilen Mekke’den, hicret yurdu olan Yesrib’e (Medine’ye) yapılan hicret gibi!..

Mü’min müslümanların vatanı, üstünde yaratılış ga­yelerine uygun, yani, yalnızca Rabbleri Allah’a ibadet ede­rek yaşadıkları ve imanlarının gereği olan bir hayat anla-yışı ile ömürlerini geçirdikleri yerdir… Allah’ın razı olduğu fiil­lerin işlendiği ve Allah’ın razı olmadığı fiillerin yasaklan-dığı, yapmak isteyenlerin engellendiği yer, muvahhid mü’-minler, Rabbleri Allah’a karşı olan kulluk vazifelerini gereği gibi yaparken hiçbir engelle karşılaşmazlar… Allah ve Ra-sulü (s.a.s.)’e tam itaat edilen ve Kitab ve Sünnet’in beyan ettiği helâl-haram sınırlarına riâyet edilip çiğnenme­yen yer, İslâm ülkesidir!..

Rabbimiz Allah, Ümmet-i Muhammed’in değişmez va­sıflarını beyanla şöyle buyurur:

O Rahmân (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle mu-hatab oldukları zaman, ‘selâm’ derler.

Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyam durarak gece­lerler.

Onlar: ‘Rabbimiz, cehennem azabını bizden geri çevir. Gerçekten onun azabı, ödenmesi kaçınılmaz bir borç (veya sürekli bir acıdır)’ derler.

‘Şübhesiz o, ne kötü bir karargâh ve ne kötü bir ko­naklama yeridir.’

Onlar harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne kısarlar, (harcamaları) ikisi arasında orta bir yoldur.

Ve onlar, Allah ile beraber başka bir ilâha tapmazlar. Allah’ın haram kıldığı canı haksız yere öldürmezler ve zinâ etmezler. Kim bunları yaparsa, ağır bir ceza ile karşılaşır.

Kıyamet günü, azab ona kat kat arttırılır ve içinde aşa­ğılanmış olarak temelli kalır.

Ancak tevbe eden, iman eden ve salih amellerde bulu­nup davranan başka. İşte onların günahlarını Allah, iyilik­lere çevirir. Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir.

Kim tevbe eder ve salih amellerde bulunursa, gerçekten o, tevbesi (ve kendisi) kabul edilmiş olarak Allah’a döner.

Ki onlar, yalan şahidlikte bulunmayanlar, boş ve ya­rarsız sözle karşılaştıkları zaman onurlu olarak geçenlerdir.

Onlar, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı za­man, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalma­yanlardır.

Ve onlar: ‘Rabbimiz, bize, eşlerimizden ve soyumuzdan göz aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi, takva sahiblerine imam (önder) kıl’ diyenlerdir.

İşte onlar, sabretmelerine karşılık (cennetin en güzel yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve orada esenlik dileği ve selâmla karşılaşırlar.

Orada ebedî olarak kalıcıdırlar. O, ne güzel bir karar-gâh ve ne güzel bir konaklama yeridir.([56])

Rabbimiz Allah, yalnız kendisine kul olan ve kulluk va-zifelerini bütün imkânlarını kullanarak yerine getirmeye çalışan Ümmet-i Muhammed’in mü’min müslüman ferdle-rini böyle beyan buyuruyor… Ümmetin değişmez karakte-rinin beyan buyrulduğu bu ayet-i kerimelerin birer birer okunup, üzerlerinde uzun uzun düşünülüp konuşul­ması gerekir… Bu konuda değerli müfessir ulemânın gö­rüşlerine müracaat edilmesi, araştırılması ve bu beyanların günü-müze göre tekrar görüşülmesi, konunun çok iyi anlaşıl-masına yardımcı olur… Böyle ciddî bir çalışmayı başarabi-lenler, Ümmet-i Muhammed’i tanıma imkânına sahib olur-lar…

Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), ümmetini nasıl anlatmış olduğuna dair hadis-i şe­riflerden birkaç tanesini zikretmek, ümmetin değişmez ka­rakterini anlamaya kâfî gelir kanaatindeyiz!..

1) Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Bizler, en sonra gelmişleriz (son ümmetiz), kıyamet gününde en başa geçecek onlardır. Ancak her ümmete biz­den önce Kitab verildi. Bize de, onlardan sonra Kitab ve­rildi.”([57])   

2) İbn Abbas (r.anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Bana:

– İşte bunlar, senin ümmetindir. Bunların beraberinde yetmişbin kişi vardır ki, bunlar, hesaba çekilmeksizin cen­nete girecekler, denildi.”([58])

3) Muhammed b. İshak (rh.a.) dedi ki:

Rasulullah (s.a.s.), Muhacirlerle Ensar arasında birleş­tirici bir akid olmak üzere bir belge düzenledi.

Şöyle dedi:

“Bismillahi’r-rahmâni’r-rahîm.

Bu, Peygamber Muhammed (s.a.s.)’den, Kureyşli ve Me­dineli mü’min ve müslümanlarla, onlara tabi olup onla-ra katılanlar ve onlarla birlikte cihad edenler arasında bir andlaşmadır.

Onlar, insanlardan ayrı olarak bir tek ümmettir­ler…”([59]

4) Enes (rh.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Ümmetimin misali, yağmur misalidir ki, evveli mi daha hayırlıdır, yoksa sonu mu bilinmez!”([60]

5) İbn Ömer (r.anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Allah, benim ümmetimi dalâlette (sapıklıkta) bir araya getirmeyecektir ve Allah’ın (yardım) eli, cemaatın üzerinde­dir. Her kim (kavlen veya fiilen veya itikaden) ayrılırsa, şübhesiz cehenneme ayrılır.”([61])  

6) Ebu Malik el-Eş’arî (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Gerçekten Aziz ve Celîl olan Allah sizi (şu) üç hasletten korudu:

Peygamberinizin, sizin aleyhinizde dua ederek hepini­zin birden helâk olmasından.

Ehl-i batılın, ehl-i hakka üstün gelmesinden.

Müslümanların sapıklık üzerine toplanmasından.”([62]

İman üzere ve İslâm üzere bir araya gelen ümmetten ayrılan, cehenneme ayrılır… Bu ayrılık, haktan sonra batı-la ayrılıştır… Bu ayrılış Tevhid’den sonra şirke, İslâm’dan sonra cahiliyyeye ayrılıştır… Bu ayrılış irtidad olup bede­vî-leşmektir…

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.) şöyle der:

– Bilerek faiz yiyen (alan), yediren (veren) ve onu ya­zan, güzellik için dövme yapan ve yaptıran, zekat verme­yen ve hicretten sonra mürted olarak çölde yaşayan (bede­vîleşen), kıyamet gününde Rasulullah’ın lisanından lânetle­necektir.([63])  

Emirü’l-mü’minin İmam Ali (r.a.)’a göre büyük gü­nahlar yedi tanedir.

Bunlar da:

Allah’a ortak koşmak,

Allah’ın öldürülmesini haram kıldığı bir insanı öldür­mek.

Namuslu bir kadına zinâ iftirasında bulunmak.

Yetim malı yemek.

Faiz yemek.

Savaştan kaçmak.

Hicret ettikten sonra, tekrar bedevîliğe dönmek.([64]

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

Bedevîler, inkâr ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah’ın, Rasulüne indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha yatkın ve elverişlidir. Allah, bilendir, hüküm ve hik­met sahibidir.([65]

Şübhesiz kendilerine hidayet açıkça belli olduktan sonra gerisin geri (küfre) dönenleri, şeytan kışkırtmış ve u-zun emellere kaptırmıştır.([66])  

 



[1]) Ferit Develioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ank.1986, Sh.1356.

[2])  Fahruddin, er-Râzî, A.g.e., C.5, Sh.59.

[3])  et-Taberî, A.g.e., C.1, Sh.519.

[4])  İbn Kesir, A.g.e., C.9, Sh.4590.

[5])  Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.31, Hds.116.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Vitr, B.26, Hds.1529.

Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cihad, B.18, Hds.3117.

[6])  Bkz. Bakara, 2/205.

[7])  Yunus, 10/19.

[8])  Bakara, 2/213.

[9])  Bkz. Bakara, 2/256.

[10])  Mâide, 5/48.

[11])  et-Taberî, A.g.e. C.3, Sh.319.

[12])  Zuhruf, 43/33-35.

[13])  et-Taberî, A.g.e., C.7, Sh. 326.

İbn Kesir, A.g.e., C.13, Sh.7148.

[14])  Âl-i İmrân, 3/110.

[15])   Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiri’l-Kur’ân, B.4, Hds.3186.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zühd, B.34, Hds.4288.

[16])   Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zühd, B.34, Hds.4289.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfati’l-Cenne, B.13, Hds.2670.

[17])   Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zühd, B.34, Hds.4292.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Fiten, B.7, Hds.4278.

Kuzâî, Şihâbü’l-Ahbâr Tercümesi, Çev. Prof. Dr. Ali Yardım, İst. 1999, Sh.189, Hds.623.

[18])   Sünen-i Tirmizî, Kitabu’s-Siyer, B.5, Hds.1593.

İmam Tirmizî (rh.a.):

– Bu hadis, Hasen-Sahih’dir, demiş.

[19])   Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Mesacid, Hds.4 (522).

[20])   Kasas, 28/5-6.

[21])   Nur, 24/55-56.

[22])   A’râf, 7/129.

[23])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cenaiz, B.85, Hds.120.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cenaiz, B.20, Hds.60.

Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cenaiz, B.50, Hds.1933.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Cenaiz, B.63, Hds.1064.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cenaiz, B.74-76, Hds.3233.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cenaiz, B.20, Hds.1491-1492.

[24])   Âl-i İmrân, 3/104. Ayrıca bkz. Bakara, 2/193. Enfal, 8/39.

[25])   İmam Kurtubî, A.g.e., C.10, Sh.303.

İbn Kesir, A.g.e., C.9, Sh.4589.

[26])   A’râf, 7/159.

[27])   A’râf, 7/181.

[28])   Âl-i İmrân, 3/113-115.

[29]) İmam Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed el-Vahidî, Esbâb-ı Nüzül, Çev. Dr. Necati Tetik-Necdet Çağıl, Erzurum, T.Y.Sh.124.

et-Taberî, A.g.e., C.2, Sh.341.

[30])   İbn Kesir, A.g.e., C.4, Sh.1346.

[31])   Nahl, 16/120-122.

[32])   İmam Kurtubî, A.g.e., C.10, Sh.303.

[33])   Bakara, 2/124.

[34])   Enbiya, 21/92.

[35])   İbn Kesir, A.g.e. C.10, Sh.5378.

[36])   et-Taberî, A.g.e. C.5, Sh.548.

[37])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Edeb, B.96, Hds.193.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-sıla, B.50, Hds.165.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.122, Hds.5126-2127.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’z-Zühd, B.38, Hds.2494.

[38])   Sünen-i Tirmizî, Kitabu’z-Zühd, B.32, Hds.2484.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.19, Hds.4833.

[39])   Tevbe, 9/119.

[40])   Sünen-i Tirmizî, Kitabu’z-Zühd, B.44, Hds.2506.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.19, Hds.4832.

Sünen-i Dârimî, Kitabu’l-Et’ime, B.23, Hds.2063.

[41])   Şuara, 26/83.

[42])   Bkz. Hucurat, 49/15.

[43])   Bkz. Nahl, 16/122.

[44])   Bkz. Asr, 103/3.

[45])   Bakara, 2/82.

[46])   İsra, 17/71-72.

[47])   Kasas, 28/41.

[48])   Hud, 11/98.

[49])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tefsir, B.191, Hbr.239.

[50])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tefsir, B.81, Hds.104.

Kitabu Fedaili’l-Kur’ân, B.33, Hds.72. B.35,   Hds.78.

Sahih-i Müslim, Kitabu Salati’l-Müsafirin, B.40, Hds.248.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiri’l-Kur’ân, B.5, Hds.3212-3213.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zühd, B.19, Hds.4194.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-İlm, B.13, Hds.3668.

[51])   İmam Kurtubî, A.g.e., C.5, Sh.210.

[52])   Nahl, 16/84.

[53])   Âl-i İmrân, 3/64.

[54])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tefsir, B.56, Hds.74.

Bed’i’l-Vahy, B.1, Hds.6.

Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.101, Hds.151.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.26, Hds.74.

[55])   Enfâl, 8/72-75.

[56])   Furkan, 25/63-77.

[57])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Enbiya, B.56, Hds.153.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cuma, B.6, Hds.19-22.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zühd, B.34, Hds.4290.

Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.8, Hds.55.

[58])   Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tıbb, B.42, Hds.67.

Kitabu’r-Rikak, B.50, Hds.128-129.

Kitabu’l-Libas, B.18, Hds.29.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.94, Hds.374.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfati’l-Kıyame, B.14, Hds.2563.

Ayrıca bkz. Sünen-i İbn Mace Kitabu’z-Zühd, B.34, Hds.4285.

İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B.409, Hds.911.

[59])   İbn Kesir, el-Bidaye, ve’n-Nihaye-Büyük İslâm Tarihi, Çev. Mehmet  Keskin, İst.1994, C.3, Sh.334.

[60])   Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Emsâl, B.5, Hds.3029.

[61])   Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B.7, Hds.2255.

[62])   Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Fiten, B.1, Hds.4253.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.8, Hds.3950.

Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.8, Hds.55.

[63])   Sünen-i Neseî, Kitabu’z-Zinet, B.25, Hbr.5070.

[64])   et-Taberî, A.g.e., C.2, Sh.503.

[65])   Tevbe, 9/97.

[66])   Muhammed, 47/25.