Allah Yolunda Şehid Olmak En Büyük Arzumuzdur-1

Allah yolunda Cihad, Alemlerin Rabbi Alİah Teâlâ ile O’nun kullarının arasına giren ve o kullara gerçek Rabbleri Allah’ı tanıtmayan, onların üzerine baskı kurup AHah’dan başka şeyleri rabbler edinmelerine vesile olan, her ne ise ortadan kaldırma gayretidir… însan fıtratına darbe vuranları gidermek, fıtrat üzere yaratılan insanları, [1]Fıtrad Dini olan İslâm ile [2] başbaşa kalmasını sağlamak i-çin yapılan tüm çalışmaların adıdır. Allah yolunda Cihad… İslâm’ın, insanlara rahatça ulaşması için tebliğ yolunu açmak ve İslâm’a daveti engelleyenleri bertaraf etmek için Cihad edilir…

İşte Allah yolundaki bu gayret hiç bir zaman terk edilmez… Mü’min Muvahhidler, gerek ferd olarak, gerekse ümmet olarak bu ibadeti her zaman ve her mekânda diri tutmaları imanlarının gereğidir.

İmam Ebu Bekir (r.a.)’ın rivayet ettiği bir Hadis-i Şe­rifte önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Hiç bir Kavim yoktur ki, cihadı terk etsin de Allah, onlara azabı umumî kılmasın.[3]

Bu konuda diğer bir hadis ise, şöyledir:

Abdullah b. Ömer (r.anhuma)’nın rivayetiyle Rasu-lullah (s.a.s) şöyle buyurur:

“lyne yoluyla alış-veriş yaptığınız, öküzlerin kuyru­ğuna yapıştığınız, tarımı seçtiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman, Alİah, size öyle bir zillet musallat eder ki, dininize dönünceye kadar onu üzerinizden atamazsınız.[4]

Ümmet olarak, hileli, yani fasid veya haram alış­verişe dalıp, dünya malına sarılıp cihadı terk gündeme geldiğinde, zillet hâli de beraber ortaya çıkar… Bu hal, İslâm’a dönünceye ve İslâm üzere samimi oluncaya kadar devam eder…

Halkın içinde onların ıslahı için çalışan, iyiliği emre­den ve kötülükten nehyden, yani Alİah yolunda cihad edenler bulunduğu müddetçe o halk, helak olmaz…

“Halkı, ıslah eden kimseler iken, senin Rabbin o ül­keleri zulüm ile helak edecek değildir. [5]

Cihad yoluna koyulan mü’min mücahidler, malla­rıyla ve canlarıyla savaşı sürdürmektedirler… Savaş önce­si, savaş sonrasında ve savaş sonrası tüm cihad merhalele­rinde başarılı olabilmesi için maddî ve manevî hazırlık icinde olması gereklidir mü’min mücahidler… Nefsini, Al­lah yolunda kurban etmeye hazır kılmalıdır… Çünkü İslâm dâvası, Kelime-i Tevhid dâvası, hakim olmak için mü’minlerden bu yolda kurban olmalarını ister… Bu dâva, ihlas ve İhsan üzere olan mü’min muvahhid ve mücahid-lerin davasıdır. Bu uğurda mal verilecek, bu yolda can ve­rilecektir…

Şehid, “Lâ ilahe illallah” dâvasının gönüllü kurbanı­dır… Şehadeti özleyenler, şehid gibi yaşamalıdırlar… Hayatlarında, Allah’a teslimiyetlerini gerçekleştirmeli ve İs­lâm üzere yaşamalıdırlar… Şehadet öncesi, Allah’a ve Rasulullah (s.a.s.)’e karşı itaatleri istenen ölçüde olmalı­dır… Yegane Rabbimiz Allah’a karşı ibadetlerinde kusur işlememeye gayret etmelidirler… İman noktasında hiç bir şübheleri söz konusu olmamalı ve İman, bütün katkı maddelerinden arındırılmış bulunmalıdır…

Tevhid Dâvasının erleri böyle arı-duru olmaya gayret etmelidirler… ve şehadete hazır hale gelmelidirler… o zaman cihad, gerçek cihad, mücahid gerçek mücalıid ve şehid gerçek şehid olur…

Fudale b. Ubeyd (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Her ölen kişinin amel (defteri)i kapanır. Ancak Al­lah yolunda murabıt (cihada bağlı) olarak ölen kişi müs­tesna! Onun ameli, kıyamet gününe kadar nemalandırılır. (arttırılır) ve o kimse kabir fitnesinden emin olur.”

Ve Rasulullah (s.a.s.)’den şöyle buyururken işittim:

“Mücahid, nefsine karşı cihad edendir.[6]

Mücahid, nefsinin gayr-i İslâmî isteklerine karşı mücahede eden, onu yenen ve İslâmî olanı üstün kılan kişi­dir… Mücahid, birinci derecedeki cihadı, kendi kendisiyle yapan ve zafer elde etmiş olarak sonuca varan kişidir… Böylece kendisini, dıştaki cihada hazırlamış olur… Büyük cihad ile küçük cihad içiçedir, birbirlerinden asla ayrıl­mazlar… Küçük cihad için büyük cihada, büyük cıhad için küçük cihada ihtiyaç vardır… Küçük cihad, yani İslâm düşmanlarıyla yapılan cihad, büyük cihad ise, mü’minin nefsinin heva-u hevesiyle yaptığı cihaddır…

Eğer büyük cihadda muzaffer olunmazsa, küçük cihadda mağlub olunur ve eğer küçük cihad yapılamazsa, büyük cihad gündeme bile giremeyecek bir konuma gelir. Çünkü İslâm düşmanlarıyla Allah yolunda savaşılmazsa, o müşrik ve kâfirler, İslâm topraklarını işgal edecek, mü’min müslümanları köleleştirecek ve her tarafta fısk ve fücur hakim olacaktır… Her şeyden Önce küfür ve şirk devletleşecek ve esaret altında bulunan müslümanlara e-gemen olacaktır… Her tarafta fitne, her tarafta haram, fai­ziyle, zinâsıyla, kumarıyla, htrsızlığıyla, her türlü zulmüy­le hakim iken, müslümana söz hakkı tanınması bir yana, müslüman, insan yerine konmaz iken, böyle bir ortamda hangi “büyük cihad”dan bahşedilebiiinir?… Küfrün ve şir­kin hakim olduğu bir ülkede, her durum nefsin heva-u he­vesine hitap ederken ve mecburî istikamet verilirken, han­gi büyük cihaddan sözedilir?…

Böyle bir ortamda büyük cihad da, küçük cihad da, tüm imkânları, güçleri ve kuvvetleri birleştirip müstevli müşriklere, işgalci kâfirlere, dönek mürtedlere ve müs-tekbir tağutlara karşı kıyam edip onlarla Allah yolunda savaşmaktır… Çünkü onların hakimiyeti, nefsin istek ve arzularının en büyük teminatıdır… Onların şeytanî dü­zenleri, heva-u hevesin en ideal yardımcısıdır…

Tağutî devletler ve hükümetler, bütün imkânlarıyla nefsin yardımcıları olurken, ferdin, “ben tek başıma nef­simle cihadda devam edeceğim” tavrı ne kadar doğru ola­bilir?… Eğer gerçekten böyle bir cihadı sürdürmek istiyorsa, bu iddiasında samimi ise, önce nefsin yardımcıları olan, hatta en büyük koruyucuları haline gelen, ona her türlü gayr-i İslâmî imkânı sunan, nefs günah işlerken, onu koruma altına alan tağutî düzeni ortadan kaldırması gere­kir… Eğer bu küfür ve şirk düzeni ortadan kalkarsa nefs, yardımcisız ve yalnız kalır. O zaman kendisini yenmek ve Hakk’ın emrine râm etmek daha kolay olur…

Nasıl ki, düşman ordusunu darmadağan eder, topunu, tüfeğini yok eder ve sonra da askerlerini esir almak gayet kolaylaşır ve de esir alırsın, işte bunun gibi nefse yardım eden, hizmetçi olan ve onu koruyan tağutî güçleri ortadan kaldırınca, nefsin esir olmaktan başka bir çıkar yolu kal­maz…

Bu açıklamalardan sonra Beyhakî’nin zayıf bir sened ile Cabir (r.a.)’dan rivayet ettiği hadisi kaydedebiliriz.

Cabir (b. Abdillah, r.a.)’ın rivayetiyle önderimiz Ra-sulullah (s.a.s.) şöyle buyurdular:

“Küçük cihaddan, büyük cihada dönüyoruz”

Nedir büyük cihad?, denildiğinde,

Rasulullah (s.a.s.):

Kulun, nefsi ve hevası ile olan mücahedesidir.” bu­yurur.[7]

Rahatına düşkün ehl-i keyften olan bazıları, bu zayıf hadisi öne sürerek “büyük cihad” ile meşgul olduklarını, küçük cihada zamanlarının olmadıklarını, zaten büyük ci­hadı başaramayanların küçük cihadı yapamayacaklarım iddia eder dururlar…

Hadisin kendisi bile, onların iddialarının boş, dâvala­rının yersiz olduğunu isbatlamaktadır. Hadisteki duruma dikkat edilecek olursa, mücahidler, Allah yolunda cihad-dan geliyorlar, yani küçük cihaddan dönüyorlar… Demek ki, önce küçük cihadı gerçekleştirmiş, onu becermiş, şim­di sıra büyük cihada gelmiştir… Küçük cihaddan önce de büyük cihad vardı. Küçük cihad olan Allah düşmanları ve müslüman düşmanlarıyla savaş sırasında ve küçük cihaddan sonra da, büyük cihad, ömür boyu süren bir cihaddır… Bütün hayatı kapladığı için büyük cihad denil­miştir… Müşrik ve kâfirlerle yapılacak savaş ise, ömrün bir bölümünü kapsamaktadır… Bundan dolayı küçük ci­had denilmiştir… Ayrıca zaten küçük cihada gitmek, bü­yük cihadın bir gereğidir… Yani nefsine karşı zafer kaza­namamış olanlar, İslâm düşmanlarıyla yapılacak savaşa nasıl iştirak edebilir ki?.. Eğer müşrik kâfirlere karşı sa­vaşa çıkılıyorsa, demek ki, Allah yolunda olan bu savaşa iştirak edenler, büyük cihadı gerçekleştirmiş ve nefsin a-leyhine sonuçlandırmıştır… Küçük cihada katılmayanlar, hem nefislerine karşı mağlup olmuşlar, hem de Alİah düşmanlarına karşı korkunç bir şekilde yenilgiye uğra­mışlardır… Bugünkü içler acısı İslâm Dünyası’nın hali, böyle bir düşüncenin sonucu değil de ya nedir?…

İslâm düşmanlarıyla, müstevli kâfirlerle, müstekbir tağutlarla erkekçesine çarpışmayan ve esarete rıza gösterenlerin, kadın gibi ağlamaya bile haklan yoktur!..

Allah yolunda cihad ve bu uğurda savaş apaçık bir farz iken ve bu konudaki bütün deliller sahih iken, zayıf bir hadisi, (hatta bazı âlimlere göre mevzu olan bir sözü) kendilerine delil kabul edip İslâm’ın ruhuna ve gayesine tamamiyle aykırı bir sonuç ortaya koyanlar, savaşmadık­ları için, işgal edilen İslâm topraklarında mazlum, müstaz’af müslümanlara yapılan zulmün ortakları değiller de ya nedir?..

Anlatılmak istenen şudur ki, mü’min mücahidler, bütün hayatları boyunca imanlarında hiç bir şübheye düşmeden takva, ihlas ve ihsan üzere bir ömür sürmeleri­nin gereği gibi, cihad yani Allah yolunda savaştan önce de, şehadete hak kazanacak bir tavır sergilemelidirler… Şehadete hazır olmalı ve hayatta iken şehid gibi yaşama­lıdırlar… Yeryüzünde bedeniyle dolaşan bir şehid olmalı­dırlar. Şehadet gününü bekleyen, onun özlemiyle yaşayan bir cihad ve şehadet sevdalısı… İtikadı sağlam, ameli salih ve tavrı net…

Rabbimiz Allah (c.c.) şöyle buyurur:

“Ey iman edenler, sabretmek ve namaz kılmakla (AHah’dan) yardım dileyin. Şübhesiz ki, Alİah, sabreden­lerle beraberdir.

Allah yolunda öldürülenlere de, ölü demeyin. Onlar diridirler amma siz anlamazsınız.

Andolsun ki, mutlaka sizi, birazcık korkuyla, açlıkla, mal, can ve ürün noksanlığıyla imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.

(O sabredenlsr ki,) onlar, bir musibete uğradılar mı: “Biz, Allah’a aid (kullar)ız ve şübhesiz O’na dönücüleriz, derler.

Rablerinden (olan bir salat) bağışlanma ve rahmet bunların üzerinedir ve hidayete erenler de bunlardır.[8]

Şahadetten önceki hayatta dikkat edilecek ve de­vamlı diri tutulacak vasıflar şunlardır:

1) İman etmek

2) Sabr etmek

3) Namazı gereği gibi kılmak

4) Yardımı yalnızca Allah’dan dilemek.

İman, şartlarına dikkat edilerek gerçekleşmelidir. Kalb ile tasdik edilen iman, dil ile ikrar edilip ve azalar ile kalbe yerleşen imanın gerekleri isbat edilmelidir. İman ettikten sonra gerek fikren, gerek lafzen ve gerekse hailen imanın aleyhine bir suç işlenmemelidir… İmanı sakatla­yacak, söz ve harekette bulunulmamalıdır… Tevhid akide­sini bozacak şekilde, imanı zedeleyecek her türlü söz ve fiilden sakımlmalı, iman çok iyi korunmalı, akide sağ­lamlığını muhafaza etmelidir. İmana, şirk ve küfür karıştı­rılmamalı, bid’at ve hurafelerden uzak tutulmalıdır…

Sabır, Rabbimiz Allah’ın verdiği bütün imkânları yerli yerince kullanmak, tüm gücünü sarf edip olaylar karşısında birdenbire yıkılmamak, direnç göstermektir… Gerek musibet anında olsun, gerekse nimet anında, hangi halde bulunursa bulunulsun, Allah’a karşı isyan etmemek ve gurura, kibire kapılıp kendisini müstağni görerek az­mamak için direnmektir sabretmek… Musibet anında, imtahan üzere olduğunun farkına varmak ve o anda caiz olan helâl olan hali sergilemek, tavrı ortaya koymak gerekir… Musibet anında Rabbimiz Allah’a karşı hamd etmek, ha­yırlı bir sonuç için duada bulunmak ve tüm günahları­mızdan her zaman olduğu gibi o anda da bolca pişman olup tevbe etmek lazımdır…

Böylece direnmek ve Allah’a karşı, kadere karşı is­yan etmemek için direnmek, gerçek sabırdır…

Bolca nimetlere kavuşulma halinde de, bu nimetlerin geçici olduğunu, Allah tarafından kulunu imtihan etmek için verildiğini, kendisini hiç bir vakit müstağni görmeden, verilen nimetleri helal ve yerli yerince sarfetmek eri güzel sabırdır… Azmadan, gururlanmadan, kibirlenme­den, haddini bilerek verdiği nimetlerden dolayı Rabbimiz Allah’a çokça şükretmek ve bu halini muhafaza etmek sa­bırdır…

Namaz, imandan sonra kulun üzerine farz olan en önemli ibadettir… Gereği üzere edâ edilen namaz, kurtulu­şun sebebidir. [9]Günde en azından belli vakitlerde beş defa Rabbinin huzurunda durup O’na kul olduğunun şuurunda, kendi kulluğunu ve Rabbi Allah’ın Rabbliğini tasdik et­mek… Bir namaz vaktinden, diğer namaz vaktine kadarki olan vakitte de namazdaymış gibi davranmak, namazı dosdoğru kılmanın gereğidir… Böylece mü’min muvahhidlerin hayatı namaza, yani daima Rabbi Allah’ın huzu­runda olduğunun farkına varmaya, yani ihsan’a ayarlan­mış olur… Mü’min muvahhid kul, Allah’ı görüyormuş gibi davranır. Kul, her ne kadar Allah’ı görmüyorsa da, Allah, onu görüyordur… Rasulullah (s.a.s), Cebrail (a.sVın “İhsanın ne olduğu?” sorusuna böyle cevap vermişti. [10]

Yardım, sadece Rabbimiz Allah’dan dilenmelidir. Allah’dan yardım dilemenin şartı da: Allah’a gereği üzere kulluk yapmaktır. [11]Kul, Allah’ın emrettiği ve razı oldu­ğu şekilde, yani önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in Sünnetine uygun [12] ibadet ederse, Allah da, kulluk görevlerini yerine getiren kuluna bolca yardım eder… Bu konuda, Sünnetullah budur.[13]Allah’a gereği şekilde ibadet et­mek, O’ndan başka rabb tanımamak, yani kanun koyucu ve kanunlarına tabi olucu hiç bir otoriter gücü kabul et­memek, reddetmek ve onun yok olması için savaşmaktır… Yalnız ve yalnız Allah’ın hükümlerine tabi olmak ve ge­reği gibi yaşamak, olgun iman ve salih amele ulaşmak demektir.

İşte şehadete inanan ve Allah yolunda şehid olmak isteyen mü’min muvahhid ve mücahidler, kendilerini böyle hazırlamalıdırlar. [14] Böyle bir iman ve salih amel üzere olanlar, Allah yolunda öldürüldükleri zaman, ölüm­süzlere, ebedî dirilerin arasına karışır, onların saflarında durma yetkisini elde ederler. Onlara Ölü denilmez, çünkü onlar, Allah katında diridirler, amma dünya hayatında o-lanlar, bunu anlayamazlar…

Bu hakikat haberini ve bu yüce müjdeyi, bize Âlem­lerin Rabbi Allah Teâlâ (c.c.) vermektedir:

“Allah yolunda öldürülenleri, sakın ölüler saymayın. Hayır, onlar, Rabbleri katında diridirler, rızı ki anmaktadırlar.

Allah’ın kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedirler. Onlara, arkalarından henüz ulaşmayanlara müjdeler vermektedirler ki, onlara hiç bir korku yoktur, muhzun da olacak değillerdir.

Onlar, Allah’dan bir nimeti, bir fazlı (bolluğu) ve gerçekten Allah’ın mü’minlerin ecrini boşa çıkarmadıkla­rını müjdelemektedirler.[15]

Ayet-i kerimeler üzerinde konuşmadan önce, bunla­rın esbab-ı nüzulüne bakalım…

Cabir b. Abdullah (r.a.) şöyle diyor:

Rasulullah (s.a.s.)? bana rastladı ve:

“Ya Cabir, neden seni kırgın görüyorum?” buyurdu.

Bunun üzerine:

Ya Rasulullah, babam şehid düştü ve geride ıyal ve borç bıraktı, dedim.

Rasul-i Ekrem:

“Babanın, Alİah tarafından nasıl karşılandığını sana müjdeleyeyim mi?” buyurdu.

Evet, ya Rasulullah, dedim. Buyurdu kî:

“Allah, bir kimse ile ancak perdesinin arkasından konuşmuştur. Fakat babanı diri kılmış ve onunla perdesiz (elçisiz) konuşarak:

Dile Ben’den, sana (dileğini) vereyim, buyurdu. Oda:

Ya Rabbi, dedi, beni diriltirsin ve senin uğrunda i-kinci kez öldürülürüm!

Allah, şöyle buyurdu!

Ne var ki, onların (ins&nlann), tekrar dünya hayıtı-na dönmeyeceklerine dair Benim sabık (önceden veril­miş) hükmüm vardır, buyurdu.

(İbn Mace’nin ziyadesi) Baban:

Ya Rabbi, o halde (bizim durumumuzu) arkamda kalanlara tebliğ buyur, dedi.”

Rasulullah, buyurdu ki:  îşte bunun üzerine Allah Teâlâ (c.c), şu ayeti indir.

“Allah yolunda öldürülenleri, sakın ölüler saymayın. Hayır, onlar, Rabbleri katında biridirler, rızıklanmaktadırlar.[16]

Ve Mesruk’un, bu konuda verdiği bir haberi de kay­detmekte faide vardır:

Abdullah (îbn Mes’ud)’a, şu ayeti (n hükmünü) sor­duk:

“Allah yolunda öldürülenleri, sakın ölüler saymayın. Hayır, onlar, Rabbleri katında diridirler, rızıklanmaktadırlar.[17]

Bakın buraya, biz (vaktiyle Peygamber Efendimize) sorduk da:

“Onların ruhları, yeşil bir takım kuşların kanundadır. Onların, Arş’a aşılı kandilleri vardır. Cennette istedikleri yerde dolaşır, sonra bu kandillere inerler. Rabbleri, onlar­dan öyle bir haberdar olur ki, ve kendilerine:

Bir şey arzu eder misiniz? diye sorar. (Onlar:)

(Daha) ne isteyelim! İşte cennette dilediğimiz yerde dolaşıyoruz, derler.

Bunu, kendilerine üç defa tekrarlar. Sorulmaktan azade bırakılmayacaklarını görünce:

Ya Rabb, ruhlarımızı   bedenlerimize iade buyur­manı dileriz. Tâ ki, senin yolunda bir defa daha öldürüle­lim, derler.

Ve bir hacetleri olmadığı görünce bırakılırlar.[18] buyurdular.

Allah yolunda, Allah’ın rızası için ve Allah’ın emret­tiği şekilde cihad eden, Rasulullah (s.a.s.)’in gösterdiği şekilde savaşan mü’min mücahhidler, savaş sırasında öl­dürülür, ya da aynı savaşta veya bu uğurda yaralanır sonra Ölecek olursa, o Allah yolundaki şehidlerdendir. Onlar, kesinlikle Ölü sayılmazlar… Çünkü Rabbimiz Allah katın­da diridirler ve bol nimetler içindedirler. Onlar, “İ’lâ-yı Kelimetullah” uğrunda ihlas ve ihsan üzere savaşıp şehid oldukları için Allah Teâlâ’nın kendilerine yaptığı ikram­dan, verdiği nimetlerden dolayı mutluluk içinde sevince dalmışlardır… Tek istekleri, henüz dünya hayatında yaşa­yan ve hâlâ şehid olmayanlara şu müjdeyi ulaştırmaktır:

Hiç bir vakit size korku yoktur ve sizler mahzun da olacak değilsiniz.[19] Çünkü siz, Allah Teâlâ’nın dostlarısı­nız ve O’nun yolunda, O’nun dininin hakim olmasını is­temeyen kâfir ve müşriklerle savaşıyorsunuz… Bu iman ve salih amel üzere olan halinizi korudukça, üstün olan[20]sizlersiniz… Gevşemeyin ve üzülmeyin…Sizler, izzet ve şeref sahibisiniz… [21]

Yalnız ve yalnız “Allah’ın kelimesi yüce olsun” diye Allah yolunda savaşıp şehid olanlar, “Evliyaullah’* olduğu gibi, o özlem ile ihlas ve ihsanla Allah yolunda yaptıkları cihadda şehadet sıralarım bekleyenler de”, “Evliyauilah”tırlar… Şehid, tarihinin kalbi olduğu gibi, mü’min muvahhid müslüman toplumun beyni ve çağların dinamizmidir… Ve onlara “Ölü” denilmez!… Çünkü onlar, iman ettikleri “Tevhid Dâvası” uğrunda kendileri feda etmiş ve bu haliyle toplumun içinde yaşamaya devam edegelmiştir… Muvahhid müslüman toplum, dinamizmi­ni, küfre, şirke, sömürüye ve zulme karşı kıyam etme duygu ve hareketini, şehidin bu fedâkârlığından almıştır… Şehid, bu hareketin lokomatifidir… Onun, Allah yolunda akıttığı kanı, muvahhid toplumun, müstekbirler, tağutlar tarafından kurutulmuş damarlarına akmakta ve yaşayan ölü haline getirilen müstaz’aflarm dirilmesine en büyük etken olmuştur…

Şehid, Muvahhid topluma yüce İslâm Dâvası uğrun­da ve Allah yolunda nasıl ölünüp ölümsüzlüğe kavuşulacağnı en güzel ve en ciddî örneğini, haliyle, tavrıyla ortaya koymakta olandır. Verdiği canı karşılığında, bin­lerce, milyonlarca ölü haline getirilmiş canların dirilme­sine vesile olan şehid, ümmet katarının lokomatifidir… Bu katarın hareketlenmesi, raydan çıkmaması ve istikamet ü-zere devam etmesi, güçlü iokomatiflerin sayesinde olur…

Allah’ın izniyle hedef tesbit edilip, hedefe gidecek Şer’î usul ile hareket edilerek istikamet üzere sabırla çalışmaya devam eylemek, mü’min muvahhidlerin en belir­gin özelliğidir…

Hedef, Allah’ın rızasını kazanmış bir mü’min ve bir muvahhid dünya oluşturmak… İstikamet, Allah ve Rasu-lullah (s.a.s)’in emirleri doğrultusunda sapmadan meşru yola devam etmek… Sabır, bu yolculuk sırasında önümü­ze çıkan bütün şeytanî, nefsanî ve tağutî engelleri aşma konusunda direnmek ve aşmaya çalışmak…

Yegane Rabbimiz Allah (c.c), mü’min muvahid kulları ile şöyle bir alış-veriş anlaşması yapmıştır:

“Hiç şübhesiz Alİah, mü’minlerden-Karşıhğında on­lara mutlaka cenneti vermek üzere-canlarını ve mallarına satın almıştır. Onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. (Bu) Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da O’nun üzerine gerçek olan bir va’ddır. Allah’dan daha çok ahdinde vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığnız bu alış-verişten sevinip müjdeleşiniz. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.[22]

Yegane Rabbimiz Alİah ile O’na seksiz ve şübhesiz iman eden muvahhid mücahid kulları arasında böyle bir anlaşma gerçeklemşmiş, mü’min muvahhidler, cennet karşılığında mallarını ve canlarını Rabbleri Allah’a satmış ve Rabbelerinden razı olmuş, O’nu razı etmişlerdir…

Mü’min muvahhidler, Allah yolunda savaşırken, Alİah düşmanlarını öldürürler ve bu müşrikler atafından öldürülüp şehid olurlar… İlk vazifesi, yeryüzünde fitneyi gidermek… Eliyle gidermek, diliyle gidermek ve kalbiyle buğz ederek gidermek…

Fitneyi ve fitnecileri gidermek konusunda yaptığı sa­vaşta, ihyayı önplanda tutmak gerikir… Önce onları, bu fitneden vazgeçmeye, iman etmeye, mü’min ve müslim olmaya davet eder… Kabul edilmez ise, İslâm’ın yüceliği­ni ve üstünlüğünü kabule ve cizye vermeye davet eder… Bu da, kabul edilmez ise, son noktada çarpışmayı günde­me getirir, fitnecileri Öldürür ve öldürülüp şehid olur…

Bu hakikat, Tevrat’ta da, İncil’de de, Kur’an’da da, Allah’ın bir emri ve bir va’dıdır…

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını ara (yıp, kazan) mak amacıyla nefsini satın alır. Alİah, kullara karşı şefkatli olandır. [23]

“Nefsini satın alır”, yani kendini Allah’a feda eder. Nefsini ve hayatını, O’nun rızası ve cenneti karşılığında Allah’a satar…

Allah yolunda akıttığı kanıyla, ferd ferd cemiyetin kurutulmuş damarlarına hayat ponpalayan şehidin ruh haleti ve ar/uları, normal hiç bir insanda bulunmayan bir

hal ve arzudur

Enes b. Malik (r.a.)fın rivayetiyle önderimiz Rasulul-lah (s.a.s.), şehidin bu ulvî psikolojisini şöyle beyan buyurur:

“Cennete giren hiç bir kimse, yeryüzündeki her şeye malîk olmak üzere dahi olsa, tekrar dünyaya dönmeyi istemez. Bundan şehid müstesnadır. O, görmekte olduğu kerametten (yani ilâhî ikramdan) dolayı tekrar dünyaya dönmeyi ve on kerre şehid olmayı temenni eder.”[24]AllahuEkber!…

Bu nasıl bir iman, bu nasıl bir hal, bu nasıl bir arzu ve bu nasıl bir şecaat!…

Tekrar dünyaya dönmek, amma zevk-u sefa, yemek, içmek,’ gezip eğlenmek için değil, sadece ve sadece yine Allah’ın Kelimesi üstün olsun diye Allah düşmanları olan, yeryüzünü ifsad eden tağutîlerle savaşmak ve tekrar tekrar şehid olmak için dönmek… Çünkü İslâm şehidi, bir kerre şehid oldu da, bunca eşsiz nimetlere, ilâhî ikramlara ulaş­tı… Bu ilâhî nemettere yeni başt’an, tekrar tekrar ulaşmak için dünyaya dönmek ve Alİah yolunda on defa daha şehid olmak arzu kılar… Ah!… diğer mü’min ve mücahid-ler bu manevî zevkin, bu ilâhî ikramın tadına bir varabil-selerdi, bir idrak edebilselerdi, Allah yolunda defalarca şehid olmak arzulardı.

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), bize bu hakikati haber vermiştir. Biz mü’min muvahhidler, hiç bir şübhe duyma­dan iman ediyoruz ki, verilen haber dosdoğrudur… Çünkü haber veren yüce Şahsiyet (s.a.s.), insanlık âleminin en emin, en sadık ve en salih şahsiyetidir… Çünkü O, Allah­’ın Rasulü ve Nebilerin sonuncusudur!.[25]

Biz mü’min muvahhidler, Rasulullah (s.a.s.)’ıh verdi­ği heberlere, îmam Sıddık-i Ekber, yani Rasulullah’ın halifesi Ebu Bekir (r.a.)’ın inandığı gibi inanıyor ve tasdik ediyoruz!…

Seyhan’dan İmam Buhârî (rh.a.) “Cihad İmandandır.” diyor ve Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şu hadisi kayde­diyor. Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdular.

“Allah, kendi yolunda cihada çıkmış kimseye: Onu evinden çıkaran şey, yalnız bana iman ve Rasulümü tas­dik ise, nail olduğu ecir ve ganimetle (salimen yurduna) geri getireyim, yahud cennete girdireyim, diye tekefui etmiştir.

Ümmetime meşakkat verecek olmasaydı, hiç bir cihad seriyesinin arkasından geri kalmazdım. Yemin ol­sun ki, Allah yolunda öldürülüp dirilmemi, ondan sonra öldürülüp dirilmemi, ondan sonra öldürülmemi ne kadar isterdim. [26]

Rabbimiz Allah (c.c), yalnız ve yalnız kendi yolun­da cihada çıkmış, mü’min muvahhid ve mücahid kuluna iki güzel şeyden birisini va’detmiştir: Ya müşrik ordusuna karşı kendilerini muzaffer eyleyip gazilik payesiyle ve bir

çok ganimetlerle evine sağ ve salim döndürmek, ya da müşrikler tarafından şehid edilecek olursa, kendisini cennete koymak ve cennetin nimetleriyle nimetlendirmek…

Bu iki güzellikten birisine ulaşmak, Allah yolunun yolcuları olan mü’min mavahhidlerin en büyük arzusudur: Ya gerçek bir zafer, ya gerçek bir şehadet…

Bu arzu, her mü’min muvahhidde bulunandan daha çok önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’de bulunmaktaydı. O yüce Şahsiyet (s.a.s.), Allah yolunda savaşa çıkan her mücahid seriyyesiyle çıkmak isterdi. Ve isterdi ki, Allah yolunda yapılan savaşta, öldürülüp şehid olsun, Allah Teâlâ, ö’nu tekrar diriltip yeryüzüne göndersin, O, tekrar Allah yolunda savaşsın, tekrar şehid olsun ve tekrar diril­tilip Alİah yolunda savaşsın ve tekrar şehid olsun!…

AllahuEkberL.

İşte Rasulullah (s.a.s.), en büyük arzusu ve bıraktığı en değerli mirası!…

İmam Buhârî (rh.a.) şöyle diyor:

“Alimler, ancak ilim mirası bırakan peygamberlere varis olanlardır. Bu ilim mirasını alan, bol ve kamil bir nasib almıştır.[27]

Ebu’d-Derdâ (r.a.)’m rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“…Muhakak âlimler, Peygamberlerin mirasçılarıdır. Şübhesiz Peygamberler, ne altın, ne de gümüşü miras bı­rakırlar. Peygamberler miras olarak, ancak ilim bırakırlar. Bu itibarla kim, peygamberlerin mirası olan ilmi elde ederse, tam bir hisse almış olur.[28]

Her mü’min muvahhid, farz-ı ayn noktasında ilme ulaşması gerekir. Bu, onun edasını yapıp, kazaya bırakmayacağı bir farz-ı ayndır… Dolayısıyla her mü’min muvahhid müslüman, Rasulullah (s.a.s.)’in varisidir… Ön­derimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bıraktığı mirasın en önemli bölümü, Allah’ı hükümlerini yeryüzüne hakim kılmak i-çin, Allah düşmanlarıyla savaşmak, malıyla canıyla cihad etmektir!…

 



[1] Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu’I-Cenaiz, B.79, Hds. 113.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Kader, B.6, Hds. 22.

[2] Bkz. Rum, 30/30

[3] Abdulazim b. Abdulkavî El-Munzirî, Et-Terğib ve’t-Terhib, Kitabu’l-Cihad (Cihadın Terki ile ilgili Terhib) Mısır, 1352/1933, C.2, Sh. 454, Hds.6. (Taberanî’den hasen isnad ile).

Türkçe Terceme: Hadislerle İslâm, Çev. A. Muhtar, Büyük Çınar, vdğ. İst. 1985, C.3,Sh.246, Hds.6

El-Hafız Şihabü’d-Din Ahmed b. Ali İbn Hacer El-Askalanî, Terğib ve Terhib, çev. Abdulvehhab Öztürk, İst. 1982, sh. 304, Kitabu’l-Cihad, Hds. 467.

Benzer bir hadis için bkz.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.20, Hds. 4005.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B.8, Hds. 2257.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Melahim, B.17, Hds. 4338.

[4] Sümen-i Ebu Davud, Kitabu’l-İcare, B.54, Hds. 3462.

[5] Hûd, 11/117.

[6] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailu’l-Cihad, B.2 Hds. 1671 (Bu hadis, hasen-sahihtir.)

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cihad, B. 7, Hds. 2767.

[7] Aclunî, Keşfu’1-Hafa, C; 1, sh. 424, Hds. 1362.

Hatib’in Tarİhİ’nden İmam Suyutî, Camiu’s-Sağİr, Hds.6107. -Camiu’s-Sağir Muhtasarı, Tercüme ve şerhi, İst. 1996, C.3, Sh. 90-91, Hds. 2919.

Aliyyu’1-Karî, Mevzuat, Zayıf Hadisleri Öğrenme Metodu, çev. Ahmed Serdaroğlu, İst. 1986, sh. 69.

Bu Konuda, Molla Aliyyu’l-Kari’nİn görüşü şöyledir:

“Askalanî, “Tesvidu’1-Kays” adlı eserinde: “Bu, insanların dilinde meş­hur bir sözdür. Fakat aslında Neseî, İbrahim b. Arbele/Ayle’nin sözü olduğunu söyler”

Ben de derim ki: Gazzalî, hadisi İhya’da zikretti ve Irakî hadisi. Cabir nvayetiyle Beyhakî’ye nisbet etti ve “İsnadında zayıflık vardır”dedi.

Suyutî de diyor ki: Hatîb, Tarihinde Cabİr’den şöyle rivayet etmiştir:

Rasul-i Ekrem, bir muharebe dönüşünde: “Hayırlı dönüşler ile geri döndünüz ve küçük mücahededen, büyük mücahcdeye döndünüz.” buyur Büyük mücahede hangisidir? sorusuna da, “Kişinin hevayı arzulan ile mücahedesİdir.” buyurdu.

[8] Bakara, 2/153-157.

[9] Bkz. Mü’minun, 23/1-2

[10] Bkz. Sahîh-i Buhârt, Kitabu’1-İman, B. 37, Hds. 43. Sahih-i Müslim, Kitabu’1-îman, B.l, Hds. 1. Simen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sünnet, B.17, Hds.4695. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’1-İman, B.4, Hds.2738. Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.9, Hds.63-64 Sünen-i Neseî, Kitabu’1-İman, B.6, Hds.4958.

[11] Biz, yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen’den yardım dileriz.” (Fatiha, 1/5)

[12] Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah’ı joşca zikredenler için, Allah’ın Rasulü’nde güzel bir örnek vardır.” (Ahzâb, 33/21)

[13] Ey  iman  edenler,   eğer  siz  Allah’a  (Allah  adına  İslâm’a  ve müslümanlara) yardım ederseniz, O da, size yardım eder ve sizin ayakları­nızı sağlamlaştırır.” (Muhamnıed/Kıtal, 47/7)

[14] Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene, sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).

Onu arındırıp temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (İsyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp saran da, elbette yıkıma uğramıştır.” (Şems, 91/7-10)

[15] İmrân, 3/169-170-171,

[16] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B.4, Hds. 3196.

Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.13, Hds. 190.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B. 25, Hds. 2520 (Kısmen).

İmam Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed El-Vahidî, Esbab-i Nüzul, çev. Dr. Necati Tetik- Necdet Çağıl, Erzurum, T.Y. Sh. 134.

Abdulfettah El-Kadî, Esbab-i Nûzül, çev. Doç. Dr. Salih Akdemir, Ank. 1986,Sh.86,Vd.

[17] Âl-i İmrân, 3/169

[18] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B. 33, Hds. 121.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B.4, Hds. 3197-3198.

[19] Haberiniz olsun, Allah’ın velileri, onlar, için korku yoktur, onlar, mahzun olacak değildirler.

Onlar, iman edenler ve (Allah’dan) korkup-sakmanlar (müttakiler) dir.

Müjde, dünya hayatında ve ahirette onlarındır.

Allah’ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve m ıtluluk budur.” (Yûnus, 10/62-63-64.)

[20] Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (Âl-i İmrân, 3/139)

[21] Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah’ın, O’nun Raulünün ve mü’minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar.” (Munâfikun, 63/8)

[22] Bakara, 2/207.

[23] Bakara, 2/207.

[24] Sahih-İ Buhârî; Kitabu’I-Cihad ve’s-Siyer, B.21, Hds. Hds.13.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.29. Hds. 109. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailu’l-Cihad, B.25, Hds. 1713. Sünen-i Neseî,Kitabu’l-<^h*d B. U Hds 3164. 32-  B.6,

[25] Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. An­cak O, Allah’ın Rasulü ve Nebilerin sonuncusudur. Alİah, her şeyi bilen­dir.” (Ahzâb, 33/40).

[26] Sahih-i Buhârî, Kitabu’ 1-İman, B.26, Hds. 29.

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.26, Hds. 103-104.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’I-Cihad, B.9-10 arası^Hds. 2494.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu’I-Cihad, B.l, Hds. 2753.

Snnen-i Neseî, Kitabu’l-Cihad, B.14, Hds. 3108-3110.

[27] Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-lfm. B.l 1, Bâb başlığı.

[28] Sunen-i İbn Mace, Mukaddime, B.l7, Hds. 223. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’1-îlm, B.l9, Hds. 2822. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’1-îlm, B.l, Hds. 3641.