Allah Yolunda Şehid Olmak En Buyuk Arzumuzdur-2

Ashabın ileri gelenlerinden Abdullah b. Amr (r.a.), Rasuluilah (s.a.s.)’den bize şu hadisi rivayet eder.

Rasululîah (s.a.s.), şehadet ve şehidden bahsederken şöyle buyurur:

“Malı(m muhafaza) uğrunda öldürülen kimse şehiddir.[1]

İmam Müslim (rh.a.), Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Sahih’inde şu hadîsi kaydeder:

Rasuluilah (s.a.s.)’e bir adam geldi ve:

Ya Rasuluilah, bir kimse gelip benim malımı almak isterse, ne buyurursun?, dedi.

Rasuluilah (s.a.s.):

“Ona, malım verme!” buyurdu.

Şayet benimle mukatele eder? “Sen de, onunla mukatele et!”

Ya beni öldürürse?

“O halde şehid gidersin.”

Ya ben, onu öldürürsem?

“O, cehennemde olur.” buyurdu.[2]

Allah yolunda, ihlas ve ihsan üzere savaşıp ölen şehiddir, bir de Allah Teâlâ’nın korunmasını istediği şey­leri korurken öldürülen şehiddir: Dini korurken, canı ko­rurken, ırzı korurken, malı korurken, mü’min kardeşini korurken ve Daru’l-İslâm’ı korurken!…

Helâl yoldan, alnının terini dökerek kazanmış olduğu helâl malını saldırgan ve sömürücü hırsızların elinden ko­rurken öldürülen mü’min müslümanlar şehiddirler… Sal­dırgan, yol kesen eşkiya hırsız, ister ferd olsun, isterse devlet olsun sonuç ve suç aynıdır!… İkisi de aynı zulmü işlemişlerdir… Ferdin hırsızlığının zararı bir kaç kişiye dokunurken, devlet hırsız olunca zararı tüm ülkeye, hatta emperyalist bir devlet veya hükümet olursa zararı, birçok ülkelere dokunur… Büyük şeytan Amerika ve yandaşları gibi… Rusya, Çin, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere… vs… vs… gibi…

Emperyalist müstekbir şeytanî güçler, İslâm toprak­larını işgal etmiş, sömürü hortumularını, mazlum müstaz’afların ciğerlerine, hatta kalblerine ve beyinlerine dal­dırmış ve son damlasına kadar sömürmektedirler… Alın terlerinin son damlasına kadar somürürken, ceplerindeki helâl servetlerini de son kuruşuna kadar çalıp götürmektedirler…

İşgal altındaki İslâm topraklarında yaşayan köleleşti-rilmiş veya esaret altında olan müstaz’af müslümanlar, gerek yerli mürted devlet ve hükümetler tarafından, ge­rekse onların ağa babalan olan “Sam amcaları” tarafından alabildiğince sömürülüyor ve helâl malları çalınıp götü­rülüyor… Enflasyon, devalasiyon, tağutî hükümetlere ve­rilen vergiler, zamlar, faizler, hammadenin çok ucuza ka­patılması, yer altı ve yer üstü servetlerinin bir zümre tara­fından tekelleştirilmesi…vs gibi… Bütün bunlar, yol kesen modern hırsızların sömürü alet ve yollarından bazıları­dır!…

Bütün bu sömürüye, bu zulme karşı mü’min muvah-hid müslümanın ne yapması gerekir? Sorusuna bindörtyüz küsur yıl önce önderimiz Rasululiah (s.a.s.) en net ve en açık cevabı vermişti:

“Ona, malını verme!”

Şayet benimle mukatele ederse? “Sen de, onunla mukatele et!”

Ya beni öldürürse?

“O halde şehid gidersin!”

Müstekbir kâfir ve müşrik şeytanî güçlerin işgali al­tında bulunan İslâm topraklarında esaret altında yaşayan mü’min müslümanlardan sömürü kültürü vasıtasıyla cihad ve şehadet ruhunu öldürmeye çalıştılar yıllarca zalim müstekbirler… Bundan dolayı karşılarında onlara kafa tutan, onların zulmüne dur diyebilen ve onları yok etmek için kıyam eden ciddî bir güç bulmadıkları için zulüm ve sömürülerini rahatça yapıyorlardı!…

Allah Teâlâ’nın İslâm topraklarında yarattığı ve o bölgelerde yaşayan müslüman kullarına rızık yaptığı ni­metleri, emperyalist şeytanî güçler, pis ellerini uzatarak ve çeşitli oyunlar oynayarak çalıp götürmektedirler… Hem kendileri çalmakta, hem de sömürdükleri bölgelerde kurdukları kukla devletler ve uşak hükümetler çalmaktadırlar…

İşgal altında yaşayan müstaz’af müslümanlar, bu şeytanî düzenin farkına varmalı ve alınların terlerini döke döke helâlinden kazanmış oldukları mallarını bu sefihlere yedirrnemeli, haklarına sahip çıkmalı, mallarına göz di­kenlerin gözlerini oymak için kıyam etmelidirler… Bu al­çak müstekbir hırsızlar kim olursa olsun, onlara gerekli dersi vermelidirler… İsterse yerli tağutî hükümetler olsun, isterse yabancı emperyalist devletler olsun fark etmez, hırsız hırsızdır… Hırsızın dışarıdan olması ile içeriden olmasının bir farkı yoktur… Hatta hırsızın içerden olması­nın zararı daha da büyük olur. Çünkü içerden olan hırsız, hırsızlığını sezdirmeden çalma konusunda daha çok bece­rikli olur ve fazlaca dikkati çekmez!… Önce içerden olan hırsızlardan başlamak ve onların kanlı ellerini helâl ma­lımızdan çektirmemiz, gerekirse kırmamız en büyük va­zifelerimizden olmalıdır… Dışarıdan olan hırsızlar, içeri­den olan hırsızların vasıtasıyla daha rahat çalabiliyorlar­dı… Eğer bekçi ile hırsız ortak çalışırlarsa, kime şikayet edebilirsin?

Yerli hırsızların, yani tağutî hükümet ve devletlerin sömürü düzenleri hâl edilecek olursa, dışarıdan olan em­peryalist müstekbir şeytanî güçlerin sömürü düzenleri ra­hatça yıkılabilinir!… İster savaş konusunda olsun, ister İslâm’ı tebliğ veya İslâm’a davet konusunda olsun, ilk ön­ce en yakınlarından başlamak, mü’min müslümanlann ilk vazifeler indendir!…

Bu çağdaş hırsızlarla, helâl mallarımızı onlara kap­tırmamak ve el koydukları servetlerimizi onların necis ellerinden kurtarmak için gösterdiğimiz çaba ve yaptığı­mız kavga neticesinde Öldürürsek, öldürdüklerimiz ce­hennemliktir, eğer o müstekbir kâfir, müşrik ve zalimler tarafından öldürülürsek şehid oluruz!… Peki, acaba hangi aklı başında firaset ve basiret sahibi mü’min muvahhid müsİüman, bu şehadetten kaçınabilir?… Hangi mü’min mücahid, bu şehadeti göze alamaz? Ve bu şehadeti göze almadığı için, helâl mallarının ve servetinin zalimler, kâ­firler ve müşrikler tarafından kıtır kıtır yenmesine rıza gösterir?…

Eğer İslâm Dünyası’nda müstaz’af müslümanlann a-rasında küllendirilen ve üzerine gaflet örtüsü çekilen cihad ve şehadet ruhu tekrar canlanacak ve gerekli dina­mizmini kazanacak olursa, müstekbir sömürücü şeytanîler kaçacak delik ararlar!… Gerek yerli hırsızlar ve gerekse yabancı hırsızlar, ellerini, kollarının ve ayaklarının kesile­ceği korkusuyla arkalarına bakmadan tüyerler, amma bu cihad ve şehadet ruhu diriltilecek olursa!…

Şehidin, Rabbine canını teslim etmesi de, sıradan bir kişinin Ölümüne katiyyen benzemediğini önderimiz Rasulullah (s.a.s.), haber vermektedir.

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Şehid, Öldürülme (acısın) dan, ancak sizden birisi­nin cimdiklenmeden bulduğu acı bir şey bulur. [3]

İşte şehidi ölümsüzlüğe, yani ebedî diriliğe ulaştıran ölüm, şehide ancak bir cimdiklemeden duyulan küçücük bir acıdan başka birşey vermez…

İnsana en ağır gelen ve en çok acı veren ölüm, şehid için hiç rahatsızlık vermeyecek bir hâle bürünür. Çok kü-Çük bir acı vermesi de, şehide bu fani dünyadan ayrılışını ve ebedîyet âlemine doğuşunu hatırlatmak içindir belki de… Çünkü Şehid, Allah yolunda kendisini feda etmiş ve ‘lâhî nimetlere kavuşmaya hak kazanmıştır… Onun ima-ftından kaynaklanan şehadet özlemi, kendisine bütün acılan bal ve kaymak haline getirmiştir… Allah’ın izniyle bu yolda görülen tüm eziyetler, çekilen tüm acılar, bilinen en tadlıdan daha tadlı gelir mü’min muvahhidlere…

Hayat, imam ve cihaddir.

Bu hakikatin apaçık örneklerinden biri daha!

Ebu İshak, şöyle demiştir:

Ben, El-Bera (İbn Azib)’dan işittim. Şöyle diyordu:

(Uhud harbinde) Peygamber’e demir zırh ile yüzü

örtülü bir kişi geldi de:

Ya Rasulullah, (hemen) harb edeyim de (sonra) müslüman mı olayım? diye sordu.

Rasulullah (s.a.s.):

“Müslüman ol, sonra harb et!” buyurdu.[4]

O da, hemen müslüman oldu, sonra da harbe girişti, nihayet şehid edildi.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.): “Az işledi, fakat çok ecir kazandı “buyurdu. Evet, hayat, iman ve cihaddır. Bu hakikatin bir başka örneği!… İbn İshak, dedi ki:

El-Esvedu’r-Raî’nin hadisesi, (bana gelen bilgiye gö­re) şöyle idi:

O, Rasulullah (s.a.s.)’e gelmişti. Rasulullah (s.a.s.) o zaman Hayber kalelerinden birisinin muhasarası ile meş­guldü. Esved’in beraberinde bir koyun sürüsü vardı. O, sü­rü üzerine yahudî bir adamın çobanı idi. Gelip dedi ki: Ya Rasulullah, bana İslâm’ı anlat!… O da, onu anlattı, O, müslüman oldu. Rasulullah (s.a.s.), hiç bir kimseyi İslâm’a davet et­meyi küçük görmüyor, herkese îslâmiyeti anlatıyordu. (Esved) Müslüman olduğu zaman dedi ki:

Ya Rasulullah, ben, işte bu koyun sürüsünün sahi­binin işçisiyim. Bunlar, bana emanettirler. Bunlara ne ya­payım?

Rasulullah (s.a.s.), buyurdu ki:

“Onları salıver. Yakında onlar, sahibine dönerler, (veya benzeri bir şey söyledi.)”

Bunun üzerine El-Esved, kalktı ve çakıllardan bir avuç aldı. Çakılları onların yüzlerine attı ve şöyle dedi.

Sahibinize dönün!… Vallahi, ben size asla sahib olamam.

Bunun üzerine koyunlar, toplu olarak çıktılar. Sanki onları sevk eden bir sürücü vardı. Nihayet kaleye girdiler.

Sonra El-Esved, kaleye doğru ilerledi ki, müslüman-lada beraber savaşsın. Orada, O’na bir taş isabet etti. O taşla öldü.

O, Allah için hiç bir namaz kılmamıştı.

Rasulullah (s.a.s.)’e getirildi, arkasına konuldu. Üze­rindeki bir kalın elbise ile Örtüldü. Rasulullah (s.a.s), Ashabıyla O’na bir göz attı. Sonra yüzünü çevirdi.

Dediler ki:

Ya Rasulullah, O’ndan niçin yüzünü çevirdin? Buyurdu ki:

“Şimdi Huri’l-iyn’den O’nun iki zevcesi, O’nun ya­nındadırlar.”

İbn İshak dedi:

Bana, Abdullah b. Ebi Necih haber verdi ki, O’na şöyle denilmiş:

Şehide isabet olunduğu zaman, ona Huri’1-ıyn’den iki zevcesi yaklaşır, onun yüzünden toprağı silerler ve derler ki:

Allah, seni topraklayan kimsenin yüzünü topr: kla-sm ve seni katledeni katletsin![5]

Evet, hayat, iman ve cihaddır. İşte iki örneği.. Bera­ber okuduk ve üzerinde beraber düşünelim… Önce Rasu-lullah (s.a.s)’in huzurunda iman ediliyor ve ardından he­men Allah yolunda müşriklerle savaşılıp şehid oluyor… İmandan sonra az amel işliyorlar amma çok ecir alıyor­lar… Çünkü hayat, iman ve cihaddır!… Ebu HÜreyre (r.a.)rivayet ediyor: Rasulullah (s.a.s.)’in huzurunda şehidlerden söz edil­di. Bunun üzerine RasuluUah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Yeryüzü şehidin kanından kurumadan önce (Huri­lerden) iki karısı, bitkisiz geniş bir arazide (emzikli) yav­rularını kaybeden (sonra aniden bulan) iki süt anne gibi ve her birinin elinden, dünyadan ve dünyadaki bütün şeylerden hayırlı birer kat cennet elbisesi bulunduğu hal­de hızla ona koşuyorlar.[6]

Yegane Önderimiz Rasuluİlah (s.a.s.)’in verdiği sadık haberlerle Allah yolunda şehid olanlar, Alİah Teâlâ tara­fından böyle mükafatlandırılırlar. Bu haberlerin ve müj­delerin hak olduğuna iman ediyoruz. Mü’min muvahhidin her şeyi Allah için olduğundan, o her halinde Allah yo­lundadır. Yeter ki, istikametten sapmasın, yeter ki ima­nında herhangi bir rahatsızlık gündeme gelmesin ve yeter ki salih amel üzere şehidlik arzusu ile dopdolu olsun…

Sehl b. Ebi Ümame b.Sehl b. Huneyt (r.a.)’ın rivaye-tiyle Rasuluİlah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Her kim sıdk ile Allah’dan şehidlik dilerse, Allah, onu şehidler menzilesine ulaştırır. Velev ki, döşeğinde ölmüş olsun.” [7]

Mü’min muvahhid olanlar, Allah yolunda olduktan sonra ve Allah Teâlâ’ın kendilerinden razı olacağı hâl ü-zerinde bulunduktan sonra onların her durumu, hayırdır… Çünkü hayır ve iyilik üzeredirler… Bu mü’min muvah-hidler, her anlarında Allah yolunda, İslâm dâvası uğrunda mallarını ve canlarını vermeye hazırdırlar… Mallan ve canlarıyla ihlas ve ihsan üzere cihad ederken ola ki, savaş meydanında şehid olmadılar… Kendilerinde bu iman ve bu arzu olduktan sonra evlerinde, çoluk ve çocuklarının a-rasında ve de döşeğinin üzerinde emanet olan canını Rabbine teslim ederken, şehidlik mertebesine ulaşmış bir halde teslim eder…

Eİ-Mikdam b. Ma’diyekrib (r.a.)’ın rivayetiyle Rasu­luİlah (s.a.s.), şehidler için şu müjdeyi veriyor:

“Şehidin, Allah katında altı hasleti vardır: Kanının ilk dökülüşünde günahları affolunur ve cennetteki maka­mı kendisine gösterilir, kabir azabından korunur, en bü­yük korkudan emin olur, başına vakar tacı giydirilir ki, o tacın bir yakudu dünyadan ve içindekilerden daha kıy­metlidir, cennet kızlarından yetmiş iki zevce ile evlendi­rilir ve akrabasından yetmiş kişiye şefaatçi olur.[8]

Ebu Katade (r.a.), bize şu haberi veriyor:

Rasuluİlah (s.a.s), aralarında ayağa kalkarak: “Allah yolunda cihadla imanın, amellerin en faziletlisi” olduğunu söylemiş.

Bunun üzerine bir adam kalkarak:

Yâ Rasuİullah ne buyurursun, ben, Allah yolunda öldürülsem günahlarım affolunur mu? demiş.

Rasuluİlah (s.a.s.), Ona:

“Evet, ihlasla sabrettiğin halde, ileri gidip geri dön­meyerek Allah yolunda Öldürülürsen”buyurmuş.

Sonra Rasulullah (s.a.s.):

“Nasıl dedin?” diye sormuş.

Adam:

Ne buyurursun, ben, Allah yolunda öldürülürsem günahlarım affolunur mu?, demiş.

Rasulullah (s.a.s.):

“Evet, ihlasla sabrettiğin halde ileri gidip geri dön­meyerek Allah yolunda öldürülürsen!… Yalnız borç müs­tesna!… Gerçekten bunu, bana Cibril (a.s.) söyledi.” bu­yurdular. [9]

Abdullah b. Amr el-As (r.a.)’ın rivayetiyle bir başka

hadiste RasuIuİlah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Şehidin her günahı affolunur, yalnız borç müstes­na! [10]

“Borç müstesna!..” Çünkü o, kul hakkıdır… Şehid, ahirette alacaklısı olan kişiyle helalleşir ve dolayisı ile bu sıkıntıdan da kurtulur. Borcun dışında bütün günahları affolunur… Demek ki şehadet, Kelime-i Tevhid ve Nasuh tevbesi gibi temizleyici olanlardandır…

Şehide verilen ilâhî nimetlerden birisi de, şefaat hak­kıdır… Şehid, bu hakkını yakınları için kullanır. Ebu’d-Derda (r.a.) rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) bu konuda şöyle buyurur:

“Şehid, ailesinden yetmiş kişiye şefaat edecektir. [11]

Aynı konuda İmam Osman b. Affan (r.a.) da bir ha­dis rivayet eder. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kıyamet günü üç (zümre) şefaat eder: Peygamber­ler, sonra âlimler, sonra şehidler.[12]

Allah yolunda, yalnız ve yalnız “t’la-yi Kelimetul-lah” uğrunda ihlas ve ihsan ile savaşıp ölenlerin şehid ol­duğuna inanıyoruz. Ayrıca önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayet ettiği sahih bir hadiste, şe-hidlerin beş zümre olduklarını beyan buyurmuştur…

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“(Vaktiyle) bir kimse yolda yürürken, yolu üstünde bir diken dalı buldu. Onu yoldan dışarıya attı. Allah, onun bu amelini kabul buyurdu ve onun günahlarını mağfiret etti.”

Sonra Rasulullah, şöyle buyurdu:

“Şehidler beştir: Taundan ölen, Karın (yani iç) has­talığından ölen, suda boğulan, yıkıntı altında kalıp Ölen, bir de, Allah yolunda şehid olan (yani öldürülen) dır. [13]

İmam Neseî (rh.a.) ziyadesiyle:

“Lohusa iken ölen Kadın şehiddir.” diye buyurur ön­derimiz Rasulullah (s.a.s.)…

Mü’min muvahhid müslüman olmak kaydıyla, insa­nın basma gelen o anda çaresi ve tedavisi bulunmayan bir hastalık veya herhangi bir musibetten dolayı ölen kişi, şehidlik mertebesine ulaşmış, Alİah yolunda savaşıp şehid olan mü’min muvahhid mücahidin ecri gibi bir ecre nail olmuş olur… Yeter ki, iman noktasında sapasağlam olsun ve amel-i salihten yana hassas davransın!..

Allah yolunda savaş üzre olup, Allah’ın emirlerine göre  davranarak Allah’ı  kendisinden  razı   etmiş   olan mü’min muvahhid bir kul, hangi halde ölürse ölsün, şehid sevabına nail olarak vefat etmiş olur…

Ebu Malik el-Eş’arî (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Her kim, Allah yolunda (savaşa) çıkar da (aldığı bir yarayla) ölürse veya öldürülürse, o kimse şehiddir. Yahud da atı veya devesi onu (yere çarpıp) boynunu kırar veya zehirli bir hayvan onu sokar, ya da yatağında ölürse veya Allah’ın dilediği bir ölümle Ölürse, o kimse şehiddir. Ve onun için cennet vardır[14]

O mü’min muvahhid şehiddir ve onun için cennet vardır. Çünkü o, Allah yolundadır…

Hatırlanacağı üzere Abdullah b. Ebi Efva, Ömer ibn Ubeydullah’a (gönderdiği) mektubunda, Rasulullah (s.a.s)’den şu hadisi yazmıştı:

“İyi biliniz ki, Cennet, kılıçların gölgeleri altında” dır. [15]

Bu ulvî hakikatin, mü’min muvahhid müslümanlar tarafından, kıyamete kadar bütün ümmet için en güzel ör­nek olunacak şekilde uygulanışına bakalım.

Ebu Bekir b. Abdullah b. Kays’dan nakledilir ki, ba­bası (Ebu Musa Abdullah b. Kays) şöyle demiş:

Ben, babamı düşman karşısında iken şunu söyler­ken dinledim:

Rasulullah (s.a.s.):

“Muhakkak Cennet kapıları, kılıçların gölgeleri al-tındadir.”buyurdu.

Bunun üzerine pejmürde kılıklı bir adam ayağı kal­karak:

Ya Eba Musa, bunu, Rasulullah (s.a.s.) söylerken sen mi işittin?, dedi.

Ebu Musa:

Evet, cevabını verdi.

Derken (adam) arkadaşlarına dönerek:

Sizlere selâm eylerim, dedi.

Sonra kılıcının kınını kırarak attı. Sonra kılıcı ile düşmana yürüyerek öldürülünceye kadar onunla vurdu.[16]

Bir başka örnek.

Enes b. Malik (r.a.) rivayet eder.

Sonra Rasulullah (s.a.s.)’le Ashabı yola revân oldular ve müşriklerden Önce Bedir’e vardılar. Müşrikler de geldi.

Rasulullah (s.a.s.):

“Ben, başında olmadıkça sakın sizden hiç bir kimse,

bir şeye ilerlemesin.” buyurdu.

Derken müşrikler yaklaştı, Rasulullah (s.a.s.) de: “Kalkın, genişliği göklerle yer kadar olan cennete!” buyurdu.

Umeyr b. Humâm el-Ensarî:

Ya Rasulullah, genişliği göklerle yer kadar olan cennet ha!, dedi.

“Evet.” buyurdu.

Umeyr:

Bah ban!, dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

“Seni, bah bah (hele hele) demeye sevk eden nedir?” diye sordu.

Umeyr:

Hayır, vallahi ya Rasulullah, cennet ehlinden ol-lamı umud etmekten başka bir şey yok, dedi.

“Öyle ise, sen, onun ehlindensin.” buyurdu. Bunun üzerine Umeyr, torbasından bir kaç hurma çirarak, onlardan yemeye başladı. Sonra şunları söyledi:

Eğer ben, bu hurmalarımı yiyinceye kadar yaşar­sam bu, gerçekten uzun bir hayattır!…

Hemen elindeki hurmaları attı. Sonra öldürülünceye kadar müşriklerle harb etti.[17]

Bu yiğitliğin, bu imandan kaynaklanan şecaatin bir örneğini de, Abdullah b. Mes’ud (r.a)’m rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) beyan buyuruyorlar:

“Aziz ve celîl olan Rabbimiz, Allah yolunda savaşıp da arkadaşları bozguna uğrayınca (harbten kaçmanın) kendi üzerindeki vebalini düşünerek tekrar (düşman üze­rine) dönen ve kanı dökülünceye kadar savaşan kimseyi çok beğenir de, meleklerine (şöyle) der:

(Şu kuluma) bakınız!  Benim yanımdaki sevaba rağbet edip yanımdaki (azabdan) korkarak (tek başına düşmanla savaşmak için) geri döndü, Nihayet (bu yolda) kanı döküldü. [18]

Yetmiş küsur yıldır müstevli gayr-i müslimlerin isti­lasında bulunan İslâm Dünyası’nda bu duyguyu, bu ruhu köreltmek için dünyanın tüm şeytanî ve tağutî güçleri el­birliği ettiler… Mü’min müslümanları rahatça sömürmek ve uyanmamalarını sağlamak için binlerce şeytanî tuzak­lar kurdular… Müslümanların habsettikleri Misak-i Millî sınırlarının içindeki işgal eyledikleri İslâm topraklarına küfür ve şirk hakim olduğu halde “İslam Ülkeleri (!)” ola­rak adlandırdılar…

Şirk kültürü ile kafalarını ve kalblerini kirlettikleri, düşünce ve pratiğini kendilerine çevirdikleri yalnız adı müslüman olan vatandaşlarına, böyle işgal edilmiş ve sö­mürülmeye devam edilen toprak parçalarını vatan diye benimseten müstekbir müşrik güçler, bu yapay sınırlar ile birbirinden ayırdıkları ülkeleri, yine müstaz’aflara bekle: tir oldular…

Ve kendisini müslüman kabul edenler, Allah yolunda değil de, tağutların hakim olduğu, mümin müslümanların mahkum edildiği vatan uğrunda ve tağutîlerin rahatı için savaşır oldular… Böyle gayr-i İslâmî bir dâva uğrunda nö­bet beklediler, öldürdüler ve öldürüldüler…

Uyutulmuş, üzerlerine Ölü toprağı serpilmiş ve ceha­let ile gaflet perdeleriyle beyinleri, kalbleri perdelenmiş müstaz’afların, yeniden canlanması, yeniden uyanıp ken­dine gelmesi ve yeniden İslâm’a dönüp beynini, kalbini kirleten müşriklerin elinden kurtarıp iman nuruyla yıka­ması için Allah yolunda çok çalışmak, hiç kimseden korkmadan cihad etmek gerekir…

Allah yolunda savaşıp Ölmek, bir eşsiz zevk olmalı ve bir korku olmaktan çıkmalıdır, Ahiret sevgisi, dünya sevgisine tercih olunmalıdır… İşte o an, bütün şeytanî ve tağutî şirk güçlerinin eridiği ve yok olduğu görülecektir…

Sevban (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s) bu ko­nuda, her zaman olduğu gibi yine ümmetini uyarıyor:

“Yakında milletler, yemek yiyenlerin çanağına eğile­rek toplandığı gibi sizin aleyhinize toplanacak, birleşecekler.”

Biz zat:

Biz, o gün sayıca az miyiz?, dedi. Rasulullah (s.a.s.):

“Belki siz, o gün çoksunuz. Fakat siz, selin üzerinde taşıdığı çör-çöp gibi dağınık olacaksınız. Allah, sizin kor­kunuzu düşmanlarınızın kalbinden çıkaracak, Allah, sizin kalbinize vehn atacak!”

Biz zat:

Vehn ne demektir ya Rasulullah?, dedi. Rasulullah (s.a.s.):

“Dünyayı sevmek, Ölümü sevmemek!” buyurdu.

Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), ümmetinin dünyaya karşı meylinin olmaması ve bu konuda uyanık bulunması için Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur:[19]

“Altın, gümüş, saçaklı kadife, siyah zencefli kumaş kulu olan kişiler, kahrolsun! Böyle kişiye verilirse razı o-lur, verilmezse razı olmaz.”

Yine Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet eder. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Altın kulu, gümüş kulu, dört köşeli ve zencefli ku­maş kulu kahrolsun! Böyle kişiye verilirse memnun olur, verilmezse kızar. Böyle (dünya düşkünü) kişi sürürsün, zarara yuvarlansın! Vücûduna diken battığında cımbızla çıkaran bulunmasın!

Cennet, hayır ve saadet şu kula layıktır ki, O, Allah yolunda cihad için atının dizginini tutmuş, başı dağınık, i-ki ayağı tozlanmıştır. Eğer bu gazı, (Öncü olarak) ileri ka­rakolda düşman beklemekte ise, o, tam manâsıyla düşman beklemekte olur. Eğer askerin gerisinde (artçı olarak) va­zifede ise, orada hakkıyla nöbetçilik vazifesinde olur.

Bu mücahid, bir meclise girmek için izin isterse (küçük görülüp) kendisine izin verilmez. Bir hususta şe­faat edecek olursa, şefaati kabul edilmez.” (Fakat O’nun mevkii Allah’ın yanında büyüktür, O’nun her dileğini Al­lah kabul eder.) [20]

Ümmet, dünya malının, servetinin ve zevkinin peşine düşüp cihaddan ve Allah yolunda yeryüzünü ifsad eden fitne ve fitnecilerle savaşmayı terk ettikleri zaman zillete düşer… Bu zelîl olma halini engellemek için Rasulullah (s.a.s.) tarafından uyarılmıştır… Yazlıkların, kışlıkların, köşklerin, villaların, kristal avizelerin, ipekli elbislerin veya en iyi kumuştan takım elbiselerin sevdasına düşme­yecek, en bahalı ve son model arabaların peşinden koşma­yacak, dünyada kalacağı kadar çalışacaktır…

Ümmet, tağutların zulmünden kurtulmak için elbirli­ği yapması lazımdır… Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen kâfirlerin, zalimlerin ve fasıklann tahakkümünden ve sö­mürüsünden kurtulmak için cihad ve şehadet ruhunun canlandırılması ve devamlı ayakta tutulması gerekir…

Raşid b. Sa’d, Nebî (s.a.s.)’in Ashabından bir kimse­den naklediyor.

Adamın birisi:

Ya Rasulullah, niçin bütün mü’minlere kabirde sual ediliyor da, şehidlere edilmiyor?, diye sordu.

Rasulullah (s.a.s.):

“Şehidlerin başındaki kılıç parıltısı, imtihan olarak yeter.” buyurdu. [21]

Şehid, Alİah yolunda savaş meydanında kılıçların başının üstünde panldaması imtihanını kazanınca, ayıca kabir imtihanına tabi tutulmaz…

Allah yolunda yapılan savaşta, top güllelerinin hava­da uçtuğu, füzelerin korkunç sesler çıkararak, bir yerlere düştüğü, bombafduman uçaklarının dalışları ve tonlarca füze bomba bıraktıkları, kaleşinkof ve G3’lerin, lav silah­ların, bazoka ve Arpicilerin patladığı bir savaşta… İnsan vücûdiarınm parçaların bir yana kopup düştüğü, ölü bir yana düşerken, yaralıların bir yanda kıvrandıkları savaş sahneleri…

Böyle bir imtihandan geçip Allah yolunda şehid olan mü’min muvahhid, imtihanım başarılı olarak bitirmiştir… Şehidlerin üç kısım olduğunu beyan eder Rasulullah

Utbe b. Abd es-Sülemî (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle bu­yurur Rasulullah (s.a.s.): “Şehidler, üç kısımdır:

1)  Mü’min Kişi: Bu, malıyla, canıyla Allah yolunda savaşır, düşmanla karşılaşınca Ölünceye kadar döğüşür. İşte bu, imtihanda başaran şehiddir. Arş’m altında Allah’ın Cennetindedir.   Peygamberlerle  bunun   arasında   ancak Peygamberlik derecesi vardır.

2) Günah ve hatalardan korkan kimse: Bu da, Allah yolunda malıyla, canıyla savaşır, düşmanla karşılaşınca ölünceye kadar döğüşür. Bu hareketi ile günah ve hataları silinir. Çünkü kılıç, günahları siler, süpürür ve bu kimse cennetin istediği kapısından girer. Zira cennetin birbirin­den üstün sekiz kapısı vardır. Cehennemin ise, yedi kapısı vardır.

3) Münafık adam: Bu da, malıyla, canıyla savaşır. Düşmanla karşılaşınca ölünceye kadar Allah yolunda sa­vaşır. Bu kimse, cehennemdedir. Çünkü kılıç, münafıklığı silip süpürmez.[22]

Şehidler, dünya şehidi, ahiret şehidi, dünya ve ahiret şehidi olarak üç kısımdır.

1) Dünya Şehidi: Allah yolunda savaşa katılır, amma dünyalık elde etme niyetiyle savaşıp ölür. Bu kişi, insan­ların gözünde şehiddir, fakat Allah nezdinde şehid değil­dir. Bu, dünya şehididir.

2) Ahiret Şehidi: Hadiste bahsi geçen çaresiz musi­betlerden vefat eden kişiler ki, bunlar, ahirette şehidlik sevabına ererler. Bu, ahiret şehididir.

3) Dünya ve ahiret şehidi: Allah yolunda yalnız ve yalnız  “İ’la-yi Kelimetullah”   için   savaşıp  şehid  olan mü’min muvahhid… Hem dünya da şehid olarak anılır, hem de ahirette….

Nuaym b. Ammar (r.a.)’nın rivayetiyle şu hadisi kay­dediyoruz:

Bir adam, Rasulullah (s.a.s.)’e:

Şehidlerin hangisi efdaldir?, dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

“Birinci safta döğüştükleri zaman, ölünceye dek yüzlerini düşmandan çevirmeyenlerdir. Bunlar, cennetin en yüksek kısmındaki odalara giderler. Allah Teâlâ, bun­lara gülümser. Allah Teâlâ, dünyada kime gülümserse, ona hesab yoktur.[23]

Ve Ebu Ümame (r.a.)’ın rivayetiyle Önderimiz Rasu­lullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Hiç bir nesne, Allah’a iki damla ve iki izden daha sevimli değildir: Allah korkusundan akan yaş damlası ile Allah yolunda (savaş meydanında) akıtılan kan damlası.

İki ize gelince, Alİah yolundaki (savaşta alman yara­dan dolayı olan) iz ve Allah’ın farzlarından birinin izi. (Alındaki secde izi gibi.) [24]

Bütün bu ayet ve hadislerden, yani yegane Rabbimiz Allah’ın ve O’nun Rasulü yegane Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in emirlerinden anlaşılmaktadır ki, cihadsız ve şehadetsiz iman üzere bir hayat mümkün değildir. Çünkü hayat, iman ve cihaddır… Bu ruhun yeniden dipdiri olarak canlandırılması, ertelenemez bir anın vacibidir… Ümme­tin, müstekbir tağutî zulüm ve sömürüden kurtulmasının yegane yolu da, bu olsa gerektir!..

 

 



[1] Sahih-i BuhM, Kitabu’l-Mezalim ve’I-Gasb, B.33. Hds. 41 Sahİh-i Müslim, Kitabu’1-İman, B. 62, Hds. 226. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Hudud, B. 21, Hds. 2580-2582. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’d-Diyet, B.21, Hds. 1439-1443. Sünen-i Ebu Davud, Kitabü’s-Sünnet, B.32, Hds. 4771-4772. Sünen-İ Neseî, Kitabu Tahrimu’d-Dem, B.22, Hd. 4069-4078.

[2] Sahih-i Müslim, Kitabu’I-İman, B.62, Hds. 225.

Sünen-i Neseî, Kitabu Tahrimu’d-Dem, B.21, Hds.4066-4068.

Burada şu hadisi de kaydetmek yerinde otur.

Said b. Zeyd (r.a.)’dan.

Rasululiah (s.a.s) şöyle buyurdu:

“Malını müdafaa ederken öldürülen kimse şehiddir. Ailesini müdafaa ederken öldürülen kimse şehiddir. Dinini müdafaa ederken Öldürüien kim­se şehiddir. Kendini müdafaa ederken Öldürülen kimse şehiddir.”

Sünen-i Neseî, Kitabu Tahrimu’d-Dem, B.24, Hds.4080.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu!d-Diyet, B.21, Hds.1443.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sünnet, B.32, Hds.4772.

[3] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cihad, B.16, Hds. 2802, Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cihad, B. 35, Hds. 3147. Sünen-i Tirmizî, Kİtabu Fedailu’l-Cihad, B.25. Hds. 1719.

[4] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer B.13 Hds 23. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-îmare, B.41, Hds.144

[5] ibn Hişam, Siret-i İbn Hişam Tercemesİ-İslâm Tarihi-, çev. Hasan E-§<Ust. 1985, C3.Sh.473.

[6] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cihad, B.İ6, Hds. 2798.

[7] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.46 Hds. 157. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailu’l-Cihad, B.19, Hds. 1705. Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cihad, B.36, Hds. 3148. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’1-Vttr, B.26, Hds. 1520. Sünen-i îbn Mace, Kitabu’l-Cihad, B.l, Hds. 2797.

[8] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedaüu’I-Cihad, B.25, Hds. 1712.

Şünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cihad, B. 16, Hds: 2799.

İmam Hafız El-Munzirî, Hadislerle İslâm, Tergib ve Terhib, çev. A. Muhtar Büyükçınar, vdğ. İst. 1985, C.3, Sh.228, Hds.27. (Ahmed ve Taberanî rivayet etmişlerdir. Ahmed’in isnadı hasendir.)

[9] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-îmare, B.32, Hds. 117.

[10] Sahih-i Müslim, Kİtabu’l-îmare, B.32, Hds. 119-120. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedaiİu’1-Cihad, B.13, Hds. 1693.

[11] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-cihad, B.26, Hds. 2522. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedaüu’l- cihad, B.25, Hds. 1712

[12] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zühd, B.37, Hds. 4313. (Not: Bu hadis, zayıftır. Çünkü “Mecmau’z-Zevaİd”de belirtildiği gibi senedinde ilak b. Ebİ Müslim bulunur.)

[13] Sahîh-i Buhârî, Kitabu’1-Ezan, B.32, Hds. 48. . Sahih-i Müslim, Kitabu11-İmare, B.51, Hds. 164-165. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cihad, B.17, Hds. 2803-2804. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cenaiz, B. 15, Hds. 3111. Sünen-İ Neseî, Kitabu’l-Cihad, B.36, Hds. 3149.

[14] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.I4, Hds. 2499.

[15] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.22, Hds. 34. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.6, Hds. 19. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedaiu’l-Cihad, B.23, Hds. 1716.

[16] Sahih-i Müslim, Kitabu11-İmare, B.4I, Hds. 146.

[17] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-îmare, B.41, Hds. 145. Sahilı-i Buhârî, Kitabu’l-Magazî, B.17, Hds. 88 (Kısmen)

[18] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.36, Hds. 2536.

[19] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Melahim, B.5, Hds. 4297.

[20] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.69, Hds. 100. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zühd, B.8, Hds. 4135-4136 (Hadisin baş tarafı)

[21] Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cenaiz, P..112, Hds. 2055-2056.

[22] İbn Hacer el-Askalanî, Terğib ve Terhib, Kitabu’l-Cihad, Hds. 447, çev. Abdulvehhab Öztiirk, İst. 1982, Sh. 292.

(Not: Hadisi, İmam Ahmed ve Taberanî rivayet etmiştir. İbn Hİbban da, sahih olduğunu söylemiştir. İmam Ahmed’in senedi iyi (Ceyd)dir.)

İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C.3, Sh.222, Hds.20

[23] İbn Hacer el-Askalanî, A.g.e. Sh. 293, Kitabu’l-Cihad, Hds. 448: ÇNot: Hadisi, imam Ahmed ve Ebu Yâ’lâ rivayet etmiştir. Ravileri gü­venilir kimselerdir.)

İmam Hafız El-Munzirî, A.g.e. C.3, Sh.225, Hds.23.

[24] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailu’l-Cihad, B.25. Hds. 1720.