İmam Şafiî dedi ki: “Allah-u Teâlâ’nın dinine ihlasla teslim olan bir insanın, tek bir meselesi bile yok ki, Allah Teâlâ (c.c.) kitabında çözümünü ve hidayete götürücü delilini göstermemiş olsun!” Yani her meselenin çözümü ve hidayete götürücü delili mevcuddur.[1]
Vasat ve insanların içinden en hayırlı olarak çıkarılan ümmet için birer rahmet olan müttakî ve âdil mücte-hid ulemâdan İmam Şafiî (rh.a) böyle buyuruyor. Hayatın tüm ihtiyaçlarına cevab verecek ve tüm problemlerini çözecek deliller, hayat rehberimiz olan Kur’ân-ı Kerîm’de mevcuddur… Bu deliller, Allah’ın dinine, yani İslâm’a ihlas ile teslim olmuş mü’min muvahhidler için yeterlidir. Çünkü hiç bir noksanlık söz konusu değil ve her yönüyle mükemmel bir nizâmıdır… Zerreden kürreye, kurudan yaşa tüm hayatî meseleler dile gelmiş ve izah edilmiştir… Rabbimiz Allah’ın Kur’ân-ı Kerîm’de buyurdukların!, Önderimiz Rasuiullah (s.a.s.), olması gerektiği şekilde yaşayarak ümmet için hayat örneği olmuştur…
Rabbimiz Allah (c.c.) şöyle buyurur:
“Elif-Lâm-Mim, İşte o Kitab, kendisinde hiç bir şübhe yoktur, müttakîler için yol göstericidir.[2]
Ebu Salih ve Said b. Cubeyr’in rivayetiyle İbn Abbas (r.a.) ” Elif Lam Mim hakkında: “Bu, “Ben, en iyi bilen Allahım” demektir”, demiştir.
Dahhak ise:
“Elif, Allah’a, Lâm Cebrail’e, Mim, Muhammed’e delâlet eder. Yani Allah Teâlâ, Cebrail (a.s.)’ın lisanı ile kitabını Muhammed (s.a.s.)’e indirmiştir, demektir”, demiştir. [3]
Allahu âlem bi’s-sevab. En iyi bilen Rabbimiz Allah tarafından, Cebrail (a.s.) aracılığı ile önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’e indirilen ve içinde hiç bir şübhe olmayan, yalnızca müttakîlere hidayet rehberi olan Kur’ân-ı Kerim, yegane düsturumuz, yani anayasamızdır…
Yegâne anayasamız olan Kur’ân-i Kerim, yalnızca O’na iman eden ve gereği gibi itaati göstererek amel eden müttakîler için hidayet rehberi, yani yol gösterendir… Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’i gereği gibi ancak müttakîler anlar ve amel eder…
Kur’ân, kâfirlerin, müşriklerin rehberi olmadığı gibi, zâlim ve fasıklar da, istikâmetten saptıkları için Kur’ân-ı Kerim’i kendilerine rehber etmemişlerdir… Zalimler ve fasıklar, her ne kadar iman noktasında, imanlarına şirk karıştırmamışlarsa da, amel noktasındaki sapmaları, Kur’ân’ı anlamalarını ve gereğini yerine getirmelerini engellemektedir… Bundan dolayı içinde hiç bir şübhe bulunmayan Kitabullah, yâni Kur’ân-i Kerîm, müttakîlerin hidayet rehberidir… Ancak muttaki mü’min muvahhidler, gerektiği şekilde sapasağlam bir imanla inanır ve tüm
kânlarını zorlayarak, inandıklarını hayatlarına tatbik ederler…
Bu ilâhî Kitab, yani Kur’ân, O’na inanan, O’nun rehberliğini kabul eden tüm insanları, şirk, küfür, bid’at ve hurafe karanlıklarından nura çıkarmak için inzal edilmiştir… Bütün insanlar, Kur’ân’a muhatabdırlar. Kur’ân, insanların her birilerine her topluluğuna aynı vaad ile hitab etmektedir: İman edin ve karanlıklardan kurtulup nura kavuşun!..
“Bu Kur’ân, muhakkak ve elbette Âlemlerin Rabbi katından indirilmiştir.[4]diye buyuran Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Elif-Lâm-Râ. Bu, bir kitabtır ki, Rabbinin izniyle insanları karanlıklardan nura, o güçlü ve övgüye lâyık o-lanın yoluna çıkarman için sana indirdik.[5]
Kendisine, Kur’ân-ı Kerîm indirilen önderimiz Rasu-lullah (s.a.s), bu ilâhî anayasa ile insanları karanlıklardan nura çıkarmak için vazifeli kılınmıştır… Bu ilâhî beyandan ayrıca şu gerçek anlaşılmaktadır ki, Kur’ân ve Rasu-lullah (s.a.s.), beraberce insanları karanlıklardan nura çıkarmaya yetkili kılınmıştır: Allah (c.c.) onlara, yani insanlara birbirinden ayrılmaz iki rehber göndermiştir… Birisi, Allah’ın kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm, diğeri Allah’ın son Nebisi ve son Rasulü olan Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s.)!.. Allah’ın izniyle Rasulullah (s.a.s.), hidayet rehberi, hayat anayasası Kur’ân-ı Kerîm ile insanlık âlemini, her türlü karanlıklardan, yani küfür, şirk, bid’at, hurafe, beşerî ideolojiler, şeytanî ve tağutî fikirlerden kurtarıp i-man, Tevhid, salih amel ve en faziletli ahlâk nuruna ulaştıracaktır… Çünkü şirkin ve küfrün, yani tağutî ideolojilerin her türlüsü, fıtrata aykırı olup zulemâttır!… Bu zulemattan kurtulmak için Kur’ân nuruna ve Sünnet aydınlığına ihtiyaç vardır… Rabbimiz Allah (c.c), biz insan kullan için bu nuru göndermiş ve aydınlık yol besbelli olmuştur…
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
“Hiç şübhesiz o (Kur’ân), şerefli bir elçinin kesin sözüdür.
O, bir şairin sözü değildir. Ne kadar az inanıyorsunuz?
Bir kâhinin de sözü değildir. Ne kadar az öğüt alıp düşünüyorsunuz?
Âlemlerin Rabbi’nden bir indirilmedir.
Eğer O, bize karşı bazı sözleri uydurup söylemiş olsaydı,
Muhakkak O’nun sağ elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.
Sonra O’nun can damarım elbette keserdik. O zaman sizden hiç kimse araya girerek bunu, Kendisinden engelleyip uzaklaştıramazdı.
Çünkü O (Kur’ân, Allah’dan sakınan) müttakîler için bir öğüttür.[6]
O Kur’ân, bir şâirin veya bir kâhinin, yani büyücünün, sihirbazın veya gaybdan haber aldığı boş yere iddia eden bir yalancının sözü değildir!… O, şerefli bir elçinin kesin sözüdür, yani Alİah’dan aldığını Rasulullah (s.a.s.)’e getiren Cebrail’in bildirdiği kesin vahiydir… Bu konuda insanlar, çok az düşünüyor ve çok az öğüt alıyorlar… Gerçekten iman edenlerin azınlıkta olduğu düşünülecek olursa, bu hakikat apaçık anlaşılır…
Alemlerin Rabbinden indirilme olan Kur’ân-ı Kerîm, bir insan veya başka bir yaratığın sözü değildir… O’nu, insanlara ulaştırmakla vazifeli kılınan örnek ve önder şahsiyet Rasulullah (s.a.s.), bu İlâhî vahye ne bir şeykatabilir, ne de bir şey çıkarabilirdi. Buna, hiç bir vakit ne yetkisi vardı, ne de imkânı!… İşte ilâhî tehdid:
“Eğer O, bize karşı bazı sözleri uydurup söylemiş olsaydı,
Muhakkak O’nun sağ elini (bütün güç ve kudretini) çekip ahverdik.
Sonra O’nun can damarını elbette keserdik.”
Kur’ân, Kelamullah’dır. Mü’min muvahhidler bunu, böyle kabul eder, iman ederler!.. İman etmeyen ve iman etmemekte direnen o günün müşrik ve kâfirleri ile bugünün böyle laik ve demokratları, Kur’ân’ı -hâşâ- Rasulullah (s.a.s.)’in kendi sözleri ve kendi felsefesinin beyanı olarak kabul ederler…[7] Dünkü ehl-i küfür ve ehl-i şirkin iddiaları ile günümüzün gayr-ı müslimlerinin, yani Allah’ı yegane kanun koyucu, hakimiyetin kayıtsız ve şartsız sahibi, Rasulullah (s.a.s.)’i yegane hayat önderi, Kur’ân-ı Kerîm’i değişmez, geri bırakılmaz, bir tarafa konulmaz, yalnızca kabul edilip O’nunla amel edilen temel yasa ve İslâm’ı da hayat nizamı olarak kabul etmeyenlerin iddialarının aynı olduğu görülmektedir. Çünkü, “küfür, tek millettir.” A-sırların geçmesi, çağların değişmesi, küfür cephesini değiştirmez ve ehli küfrün karakterinde bir değişme olmaz. Her zaman ve her mekânda küfür cephesinde yeni bir şeyin olmadığı anlaşılmıştır…
Rabbimiz Allah, anayasamız olan Kur’ân’m indiriliş hikmetini ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in de vazifesini şöyle beyan buyuruyor:
“(O Peygamberleri) apaçık deliller ve Kitablarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur’ân’ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirilenleri acıklayasın ve onlara da iyice Q düşünsünler diye.[8]
.Biz, Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. [9]
İnsanlar, iyice düşünsünler ve hakkı bulup, kabul e-dip kavrasınlar diye indirilen hayat rehberimiz Kur’ân-ı Kerîm, Rasulullah (s.a.s.) tarafından açıklanmıştır… Kur-‘ân’ı insanlara, gereği gibi açıklanması ruhsatı ve emri Rasulullah (s.a.s.)’e verilmiştir… Bu ayet-i kerimeden de apaçık anlaşıldığı gibi, Kur’ân’ı anlamak, kavramak ve
O’nunla amel etmek isteyenler, Rasulullah (s.a.s.)’in Kur’ân-ı Kerim’i açıklamalarına mutlaka ihtiyaçları vardır… Hiç bir mü’min muvahhid, bu açıklamalardan müstağni olamaz!… Kur’ân, Rabbimiz Allah tarafından indirildi ve aynı zamanda bu vahiy ile Rasulullah (s.a.s.)’in a-çıklamaîan, müslümanlar için bir hidayet, bir rahmet ve bir müjdedir… Zaten Rasulullah (s.a.s.)’in kendisi âlemlere bir rahmettir. Bunun için Rabbimiz Allah (c.c):
“Biz, seni âlemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderdik[10]buyurmaktadır. Bundan dolayı Rasulullah (s.a.s.)’in sahih Sünneti, Kur’ân-ı Kerîm’in hayata tatbik şeklinden başka bir şey değildir…
“Biz, Kitab’ta hiç bir şeyi noksan bırakmadık! [11] diye buyuran Rabbimiz, Rasulullah (s.a.s.)’e de şöyle buyurur:
“Böylece sana da Biz, kendi emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, Kitab nedir, iman nedir biliniyordun. Ancak Biz onu, bir nur kıldık. Onunla kullarımızdan dilediklerimizi hidayete erdiririz. Şübhesiz sen, dosdoğru olan bir yola yöneltip iletiyorsun.
Göklerde ve yerde bulunanların tümü kendisine aid ilan Allah’ın yoluna. Haberiniz olsun işler Allah’a döner. [12]
Kitab nedir, İman nedir bilmeyen ümmî bir Rasul ve mmî bir Nebî, hem de Rasullerin sonuncusu ve Nebilerin sonuncusu: Rasulullah Muhammed (s.a.s.)!.. Rabbimiz Alİah, kendi emrinden O’na bir vahiy bir ruh vahyetti ve O’na kitab indirdi. Öyle bir kitab ki, hakikati yakalamaya çalışan bütün kitabların, kendisine başvurdukları ana kaynak kitab… Hakikatin tek kaynağı… Bozulmamış vs bozulmayacak biricik eser, hem de ilâhî eser… Mü’min muvahhidlerin yegane anayasası… Hidayet rehberi… Ve O’nu Rabbimizden alan son Rasul ve son Nebî, insanları bu hidayet rehberi ve hayat anayasasıyla dosdoğru yola yöneltip götürmektedir… Kendisine iman eden ve itaatte bulunan mü’min muvahhidlerin hayatî tüm ihtiyaçlarına cevab veren ve problemlerinin her türlüsünü hangi çağda olursa olsun en mükemmel bir şekilde çözen Kur’ân ve Sünnet’in insanları yöneltip ulaştırdıkları yol, milkin ve mülkün sahibi Allah’ın yoludur!…
Kur’ân-ı Kerîm’in, Alemlerin Rabbi Allah tarafından, Rasulullah (s.a.s.)’e vahyedildiğinde şübhesi olanları, yani Kur’ân’ın Allah sözü olmayıp (hâşâ) insan/beşer sözü olduğunu iddia edenleri, Allah Teâlâ isbata davet ediyor… O, müşrik ve kâfirlere meydan okuyor… Günün ifadesiyle lâik ve demokrat zihniyetin Kur’ân hakkındaki şeytanî düşüncelerini ve yersiz şübhelerini apaçık sergiliyor!… Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah: “Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz Kur’ân-‘dan şübhede iseniz, haydi siz de O’nun benzerinden (fesahat ve belagatta ona eş) bir sûre getirin de, Allah’dan başka şahidlerinizi (putlarınızı, şâir ve âlimlerinizi) de yardıma çağırın. Şayet (bu, beşer kelâmıdır) sözünde sâdık (doğru söyleyen) kimseler iseniz.
Bunu yapamazsanız (bir sûreye eş getiremezsiniz) -ki, hiç bir zaman yapamayacaksınız- Artık o ateşten ssfkı-• nın ki, onun tutuşturucu odunu, insanlarla taşlardır. O (ateş) kâfirler için hazırlanmıştır.[13]
Mü’min muvahhidlerin tek ve eşsiz anayasası Kur’ân-ı Kerîm, kıyamete kadar bütün insanlık âlemi için yegane kurtuluş rehberi ve reçetesidİr…
Değişmez ve değiştirilmesi teklif edilemez, ne kadar zaman geçerse geçsin, hangi çağda olursa olsun eskimez ve ilk değerinden hiç bir şey kaybetmez, son değeri diye bir şeyi olmaz, her zaman ilk değerinde olan anayasamız Kur’ân-i Kerîm tüm insanlık âleminin biricik mutluluk kaynağıdır…
O’na inanmayan ve itibar etmeyen geçmiş asırların kâfir ve müşriklerin, münafık ve mürtedlerin perişan, rezil ve zelil oldukları gibi, içinde yaşadığımız çağın ve gelecekte yaşanacak olan çağlardaki kâfir ve müşrikler de, rezalet ve zillet içindedirler, aynı şekilde olmaya devam e-decektirler… Çünkü onlar, insanları ve içinde yaşadığı ortamı yaratan, yarattığı insan kullarının nasıl mutlu olacağını bildiği için onların fıtratlarına uygun nizâmı indirip Peygamberleri vasıtasıyla insanlara açıklayan Allah’ın kurtuluş reçetesini, hayat rehberini bırakıp, bunca bilgi-sizlikleriyle, Kur’ân’ın yerine geçirmek gayesiyle heva ve heveslerinden kaynaklanan anayasalar yaptılar. İnsanları ve şartları tanımayan, yarının ne olacağını bilemeyen ve bilmek konusunda hiç bir yetkisi bulunmayan bu âcizlerin yaptıkları anayasalar, insanlara hiç bîr zaman mutluluk getirmediği gibi, her gün zevklerine ve menfaatlanna uygun bir şekilde değiştirmeye devam ettiler… Çünkü yaşadığımız atmosferde, lâik ve demokratik zihniyetin kavra-yamayacağı bir çok hikmetler vardır…Ve yine onlarda bulunan anlayışın kavrayamayacağı bir çok şartların değişmesi söz konusudur… Bütün bunları hesaba katma yetki ve imkânına sahib olamadıkları ve dahi olamayacakları için, yaptıkları anayasalar günübirlik ve yarınlardan mahrumdur… Bundan dolayı insanlığa bir mutluluk, bir kurtuluş yolu sunamıyorlar… Böyle bir iddia ile ortaya çıkıyor, ama çok kısa bir zamanda iddiaların boş ve çürüî: olduğu, körlerin bile fark edeceği bir şekilde apaçık oraya Çıkıyor…
İşte o zaman inkâr da etseler, onların da yegane Rabbİ Alİah Teâlâ’ya karşı baş kaldırmalarının, isyan etmelerinin acı faturasını ödemek zorunda katıyorlar… Yaşanılan toplumda ne huzur kalıyor, ne de saadet… Her anları kargaşa her anları dert… Birbirine düşman oluyor devlet ile ferd… Anarşi, terör, fâil-i mechûl cinayetler, tedirginlikler, güvensizlikler ve yaşama sevincini yitiren birbirinden nefret eden bir toplum…
Ekonomisi çökmüş, alın terinin değeri düşmüş, sömürülen ve battıkça batan bir toplum…
Her zamanda olduğu gibi, böyle bir zaman ve durumda yine kurtuluş İslâm’da… Yegâne Rab Allah, önder Rasulullah (s.a.s.) ve kurtuluş reçetesi Kur’ân-ı Kerîm!..
“Hamd, o Allah’a mahsustur ki, kulu Muhammed’e Kur’ân’ı indirdi. Onun mânâ ve lafzında bir çarpıklık yapmadı.
Dosdoğru (bir kitabtır) ki, kendi katından şiddetli bir
azabla uyarıp-korkutmak ve salih amellerde bulunan mü’minlere müjde vermek için (onu indirdi), şübhesiz onlara güzel bir ecir vardır.[14]
İşgal altındaki İslâm topraklarında, lâiklik ve demokrasi adına gayr-ı İslâmî iktidarları ellerinde tutan devletler ve hükümetler, müslüman oldukları iddiasında!… Hâkimiyet, yalnız ve yalnız Allah’a aid iken, hem de hiç bir kayıt ve şart olmadan, [15] hâkimiyetin, yâni egemenliğin Allah’a aid olmadığını, yani kânun koyucunun, anayasa va’zedicinin Allah olmadığını, hâkimiyetin kayıtsız şartsız milletin, yâni ulusun, halkın, insanların olduğunu ve kanun koyma hakkında onların adına millet vekillerinin olduğuna inanıyor ve inandıklanyla da malları, canları bahasına amel ediyorlar.! [16]
Lâik-demokratik ve gayr-ı İslâmî Türkiye Cumhuri-yeti’nin inancına ve zihniyetine göre kanun koyma, yani yasama Millet Meclisi’nin görevidir… Halkın, hür iradeleriyle seçtikleri millet vekilleri, onların adına kanun koyma ve kanunları iptal etme yetkisine sahihtirler… Millet vekilleri, kendilerini seçenler ve destekleyenlerden aldıkları yetki ile mü’min muvahhidlerin anayasası olan Kur’ân-ı Kerîm’İ bir yana bırakıp onu, ama hiç mi hiç göz önünde bulundurmadan, hiç hesaba katmadan, kendi heva ve heveslerinden kaynaklanan, Kur’ân’ın yerine geçirdikleri anayasalarına göre kanun yapma ve iptal etme yetkisine sahib kılınmışlardır…
Kur’ân’ı ve Kur’ân’a iman edip onunla amel edenleri hesaba katmadıkları gibi, Kur’âriın da hesaba katılmasını, hatta tamamen olmasa bile kısmen göz önünde bulundurulmasını, bazı hayatî meselelerin Kur’ân’a uygun olmasının teküfıne bile tahammülleri yok olup böyle bir teklifi, devletin bütünlüğü ve vatanın bölünmezliğine karşı işlenmiş en büyük bir suç sayıyorlar… Böyle bir teklifte bulunanları ve bu doğrultuda çalışmak için fikren bir araya gelenleri anarşist ve terörist kabul ediyor, onlara karşı emniyet güçlerini sevk ederek, yakalıyor, DGM’de yargılıyor ve zindanlara atıyorlar… Bütün bunlara rağmen, İslâm’a, Kur’ân’a ve mü’min muvahhidlere karşı bu şiddeti gösterenler, hâlâ müslümanlık iddiasında ve hâîâ Cuma camilerini dolduran milyonlarca insan onları müsİüman saymakta!… Aynı zamanda dualarıyla ve her türlü destekleriyle onlara yardım edip ayakta tutmaktadırlar!…
Ve Rabbirniz Allah buyurur:
“Onlar hâlâ Kur’ân’ın Allah kelâmı olduğunu ve mânâsını düşünmeyecekler mi? Eğer O, Allah’dan başkası tarafından olsaydı, muhakkak ki, içinde birbirini tutmayan bir çok söz ve ifadeler bulunurdu.[17]
“Ey Rasulüm, bu Kur’ân’ı sana ancak insanların ayrılığa düştükleri din işlerini beyan etmek için ve iman edecek kimselere bir hidayet, bir rahmet olsun diye indirdik. [18]
“Celâlim hakkı için Biz, bu Kur’an’da insanlara (muhtaç oldukları) her çeşit misâli açık olarak beyan ettik. İnsan ise, bâtıl ile düşmanlık ve münakaşa etmekle her şeyden fazladır. [19]
Mü’min muvahhidlerin anayasası Kur’ân-ı Kerîm’de, insanların ihtiyaç oldukları her şeyin onların menfaatine, orilarm mutluluğu ve sağlığına uygun olanı Rabbimiz Allah tarafından beyan edilmiş, çağlar içi ve çağlar üstü çözümleri dile gelmiştir… Kur’ân, zaman içinde değişmesi mümkün olmayan ve hiç bir zaman da buna ihtiyaç duyulmadan bütün zamanlan ve mekânları kuşatıcı Allah kelâmıdır ve Allah (c.c.) tarafından koruma altına alınmıştır.
“Hiç şübhe yok ki, zikri (Kur’ân’ı) Biz indirdik, Biz!
Ve muhakkak onu, Biz koruyacağız! [20]
Ve bu İlâhî Kitab okununca susulmah, iyice dinlenmeli ve iman etmenin gereği olan itaat edilmelidir…
“Kur’ân okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Olur ki, merhamet edilirsiniz. [21]
Rabbimiz Allah’ın bizlere merhamet etmesini ve günahlarımızın affedilmesini istiyorsak, Kur’ân’ı dinlemeli ve gereğiyle amel etmeliyiz. Kurtuluşumuz ve dünya ile ahiret saadetimizin yegane reçetesi budur…
Biricik önderimiz ve örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), İmam Osman b. Affan (r.a.)’ın rivayetiyle mü’min muvahhidlerin anayasası, hayat kaynağı Kur’ân-ı Kerim için şöyle buyurur:
“Muhakkak ki, en faziletli olanınız, Kur’ân’ı Öğrenen ve Öğretendir.[22]
En faziletli ve İlâhî Kitab’ ı öğrenen ve onunla inanarak amel eden, ayrıca öğreten ve onunla inanılarak amel edilmesini sağlayandan başka bir fazilet ve faziletli olabilir mi?..
El-Haris b. el-A’ver’den rivayet edilmiştir. Dedi ki:
Mescide uğradım ve cemaatı bir takım konuşma (de-di-kodu)lara dalmış olarak buldum. Sonra AH (k.v.)’nin yanına girerek:
Ey mü’minlerin emiri, dedim, cemaatın dedi-kodu-lara daldıklarının farkında değil misin?
Bunun üzerine Ali:
Bunu, gerçekten yaptılar mı?, diye sordu.
Evet, dedim.
Ali (r.a.), şöyle dedi:
Bakınız ben, Rasulullah (s.a.s.)’den:
Dikkat ediniz! Bir (büyük) fitne kopacaktır!”, buyurduğunu İşittim.
Bunun üzerine:
Yâ Rasulullah, dedim, bu fitneden çıkış (kurtuluş) nasıi (olacak)tır?
Buyurdu ki:
“Allah’ın kitabı (na sarılmak), Sizden öncekilerin tarihi, sizden sonrakilerin haberi ve aranızdaki meselelerin hükmü ondadır. O, (hak ile bâtılı birbirinden ayıran) kesin bir hükümdür, saçma değildir. Her kim zorbalığından ötürü onu bırakırsa Allah, onu(n boynunu) kırar. Her kim hidayeti ondan başkasından ararsa Allah, onu delâlete düşürür. O, Allah’ın habl-i metin’i (sapasağlam ip)’dir. O zikri hakim (hikmet dolu sözler)dir. O, arzuların hakikatten saptıramadığı, dillerin iltibasa düşüremediği, ilim adamlarının doymadığı, fazla tekrarlanmaktan eskimeyen ve acaibi (hayranlık veren tarafları) bitmeyen bir Kitabtır.
O, öyle bir Kitabtır ki, cinn (den bir grup), O’nu dinlediği zaman: “Biz, doğruluk ve olgunluğun yolunu gösteren hayretamiz bir Kur’ân dinledik ve O’na derhal iman ettik.[23] demekten kendilerini alamadılar. Ona dayanarak konuşan, doğru söz söylemiştir. Onunla amei eden sevab kazanmış, ona dayanarak hüküm veren adalet etmiş ve ona davet eden, doğru yola hidayet edilmiş olur.”
Ey Aver, bu sözlere sahib ol. [24]
Cabir b. Abdillah (r.anhuma)’nın rivayetiyle Rasulul-lah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Size öyle bir şey bıraktım ki, ona sımsıkı sarılırsa-nız bir daha asia sapmazsınız: Size, Kitabullah’ı bıraktım. [25]
İmam Malik (rh.a.)’ın kaydıyla Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı bağlandığınız müddetçe, asla doğru yoldan sapmayacaksınız. Bunlar: Allah’ın kitabı ve Peygamberinin Sünnetidir. [26]
Bir başka rivayetiyle Zeyd b. Erkam (r.a.)’ın nakliyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):
“Ben, sizde (yek vücûd) bir şey bırakacağım ki, buna sarıldığınız takdirde, benden sonra asla dalâlete düşmeyeceksiniz. İkisi de, birbirinden büyüktür: Gökten yere uzanan bir ip (ilâhî nizâm) ofan Allah’ın kitabı ve yakınlarım, Ehl-i Beytim. Bu iki şey (kıyamet günü) havuz başında bana varıncaya kadar birbirinden zinhar ayrılmayacaklardır. Bunlar hakkında bana nasıl halef olacağınıza dikkat edin!..[27]
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.) tarafından bize bırakılan miras: Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerîm, Rasulullah’ın Sünneti ve Rasulullah’ın Ehl-i Beyti, Rasulullah (s.a.s.)’e gereği gibi varis olmanız lâzımdır!….
Kur’ân-ı Kerim, gökten yere uzanan, Allah’ın sapasağlam ipidir ve bu Allah’ın ipine sımsıkı yapışmamız, onu korumamız ve onu bırakmamamız imanımızın gereğidir. Şöyle buyurur Rabbimiz Allah
“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın. Dağılıp ayrılmayın… [28]
Ve selefimiz olan Ashab-ı Kiram’ın (Allah cümlesinden razı olsun), Kur’ân’a karşı tavırlarına bir göz atalım. Anayasamız olan Kur’ân-ı Kerîm’i nasıl anlıyor ve uyguluyorlardı?..
Hz. Muaz b. Cebel (r.a.)’m ashabından Humus halkından bazı kimselerden rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.s.), Muaz’i Yemen’e göndermek istediği vakit şöyle buyurdu:
“Sana bir dâva arzedildiğinde nasıl hükmedeceksin?”
Muaz:
Allah’ın kitabı ile hükmedeceğim, cevabını verdi.
Rasulullah (s.a.s.):
“Eğer Allah’ın kitabında bulamazsan ne yaparsın?”
Muaz:
Rasulullah Sünnetiyle hükmederim, dedi.
Rasulullah (s.a.s.):
Eğer Rasulullah’ın Sünnetinde bulamazsan ne yaparsın?”, dedi.
Muaz:
Reyimle ictihadda bulunurum. Çalışmamda kusur etmemeye gayret ederim, dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), Muaz’ın göğsüne vurdu ve:
“Allah’a hamdolsun ki, Allah’ın Rasulünün elçisini. Rasulullah’ın razı olacağı şeye muvafık kıldı.”, buyurdu.[29]
Nâfî b. Abdulharis, Usfan’da Ömer’e rastlamış. Ömer, kendisini Mekke’ye vali tayin etmişti.
Ömer, O’na:
Bu vadi halkına kimi memur tayin ettin?, diye sormuş.
Oda:
İbn Ebza’yı cevabını vermiş.
Ömer:
İbn Ebza kimdir?, deyince,
Vali:
Bizin azâdldarımızdan biridir, cevabını vermiş.
Bunun üzerine Ömer:
Sen onların üzerine bir âzâdlığı memur ettin ha?, demiş.
Vali:
Ama o, Allah azze ve celle’nin Kitabını okur, bütün farzları da bilir, demiş.
Ömer:
“Allah, bu Kitabla bazı kavimleri yükseltir, bir takımlarını da alçaltır.”
Dikkat et! Rasulullah (s.a.s.) buyurdu, demiş [30]
Ve biz mü’min muvahhidleri uyarıyor önderimiz Rasulullah (s.a.s.). Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
Kur’ân ayetleri üzerinde (şübhe derecesinde) münakaşa küfürdür. [31]
Cundeb b. Abdullah (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurdu Rasulullah (s.a.s.):
“Kur’ân’ı, kalbleriniz onun üzerinde birleştiği müddetçe okuyunuz! O’nun. hakkında ihtilafa düştünüz mü, hemen kalkın (oradan dağılın).[32]
Abdullah b. Amr (r.a.) şöyle demiş:
Bir gün erkenden Rasulullah (s.a.s.)’in yanına gittim. Derken bir ayet-i kerime hususunda ihtilaf eden iki adamın seslerini işitti de, Rasulullah (s.a.s.) yanımıza çıktı. Yüzünde gadab belli oluyordu, ve:
“Sizden Öncekiler, ancak ve ancak Kitab hakkında ihtilafları sebebiyle helak oldular.”, buyurdu. [33]
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu beyanlarından sonra, dönüp zamanımızda ilim adamı diye bilinen, akademik çalışma içinde oldukları söylenenlerin Kur’ân hakkındaki sergiledikleri tavırlara baktığımızda acaib ve garaib bir hâl ile karşılaşıyoruz.
Anayasamız Kur’ân-ı Kerîm, yeryüzüne hakim olmaya ve kendisine iman edenler tarafından fitnenin giderilip, O’nun hâkim olunması için indirilmiş iken,[34]günümüzde okumuş zümrenin elinde bir tartışma kitabı, kendi şahsi görüşlerini isbat etmek için bir delil, bir kaynak olarak algılanılıyor… Cahil bıraktırılmış halk nezdinde ise, kendisine yaklaşılamaz derecede yükseklerde ve okunup üftirülecek, ayrıca yalnızca Ölülerin ruhları için hatmedilecek bir mukaddes eser oluvermiştir…
Kur’ân bir başka diyarda, O’na inandıklarını söyleyen entelektüel seviyedekiler ve cahil bıraktırılmış halk bir başka diyarda!..
Yoksa siz, Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanların cezası, dünyada rezil rüsvay olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise, azabın en şiddetlisine atılacaklardır. Allah, sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.
İşte bunlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alanlardır. Bundan dolayı azabları hafifletilmez ve kendilerine yardım edilmez. [35]
Mü’min muvahhidlerin yegane anayasası Kur’ân, ya bütünüyle iman edilip kabullenerek kendisiyle amel edilir, ya da red edilir… Kitabın bir kısmına inanıp, bir kısmını reddetmek mümkün değildir. Yani bir kısmını alıp kabul etmek, bir kısmını almamak ve almayı reddetmek… Kendilerini müslüman zannedip iddia eden laik ve demokrat itikada sahib olanların davranışları aynen böyledir… Zikredilen ayet-i kerimede durumları beyan buyrulmuştur…
“Kur’ân’dan mü’minler için şifa ve rahmet olanı kısım kısım indiririz. Zâlimlerin ise, ancak hüsranını arttırır.[36]
Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) ŞÖyle buyurur:
“Şübhesiz insanlardan Allah’a yakm olanlar vardır.” Sahabiler:
Yâ Rasulullah, Allah’a yakın insanlar kimlerdir?, diye sordular. Rasulullah: “Onlar, Kur’ân ehli, Allah ehli ve Allah’ın has kullarıdir.” buyurdu. [37]
Emİru’l Mü’minin AH b. Ebi Talib (r.a.)’mn rivayetle-riyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Her kim Kur’ân’i okur, onu ezberler, helalini helâl kılar ve haramım haram kılarsa Allah, bu Kur’ân sebebiyle onu cennete girdirir ve aynı zamanda ailesinden, her birine cehennem(de yanmak) vacib olan on kişiye şefaatçi olur. [38]
Abdullah b. Ömer (r.anhuma)’nın rivayet ettiği şu hadisi, firaset ve basiret sahibi olup yaratılış gayesinin farkında olanların dikkatine arz ederiz. Abdullah b. Ömer (r.anhuma)derki:
Rasulullah (s.a.s.), bize yönelerek şöyle buyurdu: “Ey muhacirler cemaatı! Beş şey vardır ki, onlarla mübtela olacağınız zaman (hiçbir hayır kalmaz). Ben sizlerin o şeyler (dönemin)e erişmenizden Allah’a sığınırım. (O şeyler şunlardır);
Bir milletin içinde zinâ-fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet bu suçu aleni olarak işlediğinde, mutlaka içlerinde taun hastalığı ve onlardan önce gelip geçmiş milletlerde vuku bulmamış hastalıklar yayılır.
Ölçüyü ve tartıyı eksik yapan her millet, mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve başlarındaki hükümdarın zulmü ile cezalandırılır.
Mallarının zekatını vermekten imtina eden her millet, mutlaka yağmurdan menedilir (kuraklık cezasıyla cezalandırılır) ve hayvanlar olmasa onlara yağmur yağdırılmaz.
Allah’ın ahdini ve Rasulü’nün ahdini bozan her milletin başına mutlaka Allah, kendilerinden olmayan düşmanı musallat eder ve düşman, o milletin elindekinin bazısını alır.
Ve imamları (yani devlet adamları) Allah’ın kitabıyla amel etmeyip Allah’ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtikçe (yani diğer hükümleri uygulamadıkça) Allah, onların azabını kendi aralarında kılar (yani iç fitne, fesad ve anarşi gibi azablarla tazib eder).”[39]
Sözümüze ara vermeden mü’min muvahhidler olarak anayasamızın Kur’ân-ı Kerîm olduğunu tekrar vurgulamak gerekir. Mü’min muvahhidlerin itirazsız dinlemek ve itaat etmek, kendilerine farz olan Kur’ân’a varis kılınmışlardır. Bundan dolayı miraslarına iyi sahib olmalı ve gereğini yerine getirmelidirler.
Bir hadis daha zikrederek sözümüze ara verelim. Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’mn rivayetleriyle Rasulullah önderimiz (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Her kim Allah’ın kitabından bir harf okursa, bu harf mukabilinde kendisine bir hasene (sevab) vardır.’ Ve her hasene on misliyle (mukabele görecek)dir. Elif-Lâm-Mim, bir harftir demiyorum. Fakat elif bir harftir mim de bir harftir.[40]
Kur’ân okumak, gereğine iman edip emredildiği şekilde amel etmektir!..
[1] imam Şafiî, Er-Risâle, çev. Ubeydullah Dalar, Ank. Ty. Sh. 20, Md. 48.
Not: Aynı eserin yeni tercemesi: Muhammed b. İdris eş-Şâfiî, Er-Risâle, Çev. Prof. Dr. Abdulkadir Şener, Prof, Dr. İbrahim Çalışkan, Ank.1996, Sh.9, Md.48
[2] Bakara, 2/1-2.
[3] Fahmddin Er-Râzî, Tefsir-İ Kebir, Mefatihu’1-Gayb, çev. Doç. Dr. Suad Yıldırım, vdğ. Ankara 1988, c.l, sh. 417.
[4] Şuara, 26/192.
[5] İbrahim, 14/1.
[6] Hakka. 69/40-48.
[7] Laik, demokratik ve gayr-ı İslâmî Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal, kendi el yazısı ile Rasulullah (s.a.s.) hakkında şunları yazıyordu:
“Muhammet, iptida allanın resulüyüm diyerek, ortaya çıkmamıştır, bunu düşünmemiştir. Bu düşünce, senelerce mücadele ettikten ve fikirlerini neşrettikten sonra kendisinde hasıl olmuştur.” (Saçak Dergisi. Mart 1986, sy. 26, sh.28, el yazma sh. 9 Not: Yazı aynen alınmıştır. “Muhammet” ve “allah’ın” kelimelerinin yazılışı Mustafa Kemal’e aiddir.)
Mustafa Kemal’in söyleyip yazdırdığı elyazilarda da şunlar söyleniyordu, Rasulullah (s.a.s.) ve İlk vahy hakkında:
“İlk vahi
Muhammedin Peygamberliğinin başlangıcına dair bir çok eski rivayetler vardır. Bunlar artık efsanelere karışmıştır. Hakikatta Peygamberin ilk söylediği Kuran ayetinin ne olduğu malum ve’belki de mazbut değildir. Kuran sureleri Muhammede açık semada peyda olmuş bir şimşek gibi günün birinde, birdenbire bir taraftan inmiş değillerdir. Muhammedin beyan ettiği sureler uzun bir devirde dinî tefekkürlerinin mahsûlü olmuştur. Muhammet bu sûrelere birçok çalıştıktan ve tedkikler yaptıktan sonra edebî bir şekil vermiştir. Mamafi kendisini tahrik eden batınî amilin yukarıda söylediğimiz gibi tabiatın üstünde bir vücût olduğuna kani idi.
Muhammedi harekete geçiren ilk amil samimi heyecanlar olmuştur. Muhammet daha sonra İrticalen dinî hitabedde1 bulunan bir vaiz oldu. Vaizlikten nebiliğe, nebilikten de nihayet Allanın Resulü haline geçti.” (Saçak Dergisi, sh. 31-33. El yazma sh.12-14. Aynı ifadeler, T.T.T Cemi yeti tarafından yazılan, Maarif vekaleti tarafından 1933 yılında İstanbui Devlet Matbaası’nda basılan “Tarih II, Orta Zamanlar” adlı kitabın 9! ve 92. Sahifelerinde yer alıyor. Bu kitap, yıllarca laik ve demokratik gayr-ı İslâmî Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî devlet okullarında okutuldu. Aynı kitabın 90. Sahifesinde şu satır yer alıyor: “Muhammedin koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kuran denir…”)
[8] Nahl Suresi, 16/44..
[9] Nahl Suresi, 16/89.
[10] Enbiya Suresi, 21/107.
[11] En’am Suresi, 6/38.
[12] Şura, 42/52-53.
[13] Bakara, 2/23-24.
[14] Kehf, 18/1-2.
[15] Bkz. Yûsuf, 12/40 ve 67, En’am 6/57
[16] Bkz. T.C. Anayasası, üçüncü kısım, Cumhuriyetin Temel Organları, Birinci Bölüm, Yasama, Madde: 87-88-89.
[17] Nisa, 4/82.
[18] Nahl, 16/64.
[19] Kehf, 18/54
[20] Hicr, 15/9.
[21] A’raf, 7/204.
[22] Sahih-i Buhârî, Kitabu Fedailu’l-Kur’ân, B.21, Hds. 48. Sünen-i İbn Mâce, Mukaddime, B. 16, Hds. 211-213. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’1-Vitr, B. 14, Hds. 1452., Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailu’l-Kur’ân, B. 15, Hds. 3070-3071. Sünen-i Dârimî, Kitabu Fedailu’l-Kur’ân, B.2, Hds.3340-3342.
[23] Cin, 72/1-2
[24] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailu’I Kur’ân (Sevâbu’l Kur’ân) B.14, Hds. 3069.
Sünen-i Dârimî, Kitabu Fedailu’l-Kur’ân, B.l, Hds.3334-3335.
[25] Sahihi Müslim, Kitabu’I-Hacc, B.19, Hds.147, Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’ 1-Menâsik, B.84, Hds. 3074. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu11-Menasik, B.56, Hds.I905
[26] İmam Malik, Muvatta, Kitabü’l-Kader, Hds.3 adhİ’ SireM İbııi Hi§a 26 ç raman Yaymları, Ist.1985, C.4, Sh.346
[27] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Menâkıb, B.90, Hds 4038 aatnh-ı Müslim, Kitabu Fedailu’s-Sahabe, B 4 Hds 36-37 annen-, Dârimî, Kitabu Fedailu’l-Kur’ân, B.l Hds 3319
[28] AI-ıImrân,3/İ03
[29] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’1-Akdiye, BU, Hds.3592. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Ahkam, B.3, Hds.1343, Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B.20, Hds.170.
[30] Sahih-i Müslim, Kitabu Salati’i Misafirine ve Kasriha, B.47, Hds.269. Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.16, Hds.218 Sünen-i Dârimî, Kitabu Fedailu’l-Kur’ân, B.9, Hds.3368.
[31] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sünnet, B.5, Hds. 4603. Benzer bir hadis için bkz. Sünen-i İbn Mâce, Mukaddime, B.10, Hds. 85
[32] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İIm, B.l, Hds.3-4 Sahih-i Buhârî, Kitabu Fedailu’l Kur’ân, B.37,Hds.83-84 Sünen-i Dârimî, Kitabu Fedailu’l-Kur’ân, B.7, Hds.3362-3364.
[33] Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İIm, B.l, Hds.2
[34] Bkz. Bakara, 2/193, Enfâl, 8/39
[35] Bakara, 2/85-86
[36] Isrâ, 17/82.
[37] Sünen-i îbn Mâce, Mukaddime, B.16, Hds. 215, SUnen-İ Dârimî, Kitabu Fedaİlu’l-Kur’ân, B.l, Hds.3329
[38] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedâilu’l Kur’ân, B.I3, Hds.3068. =>ünen-İ Ibn Mâce, Mukaddime, B.16, Hds.216,
[39] Sünen-i îbn Mâce, Kitabu’l-Fiten, B.22, Hds.4019
[40] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedâilu’İ Kur’ân, B.16, Hds.3074. Sünen-i Dârimî, Kitabu Fedailu’l-Kur’ân, B.l, Hds.3311 ve 3318