“Allah da: İki ilâh tutmayın! O, ancak bir İlâhtır ve yalnız Benden korkun” buyurmuştur.
Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur. Din de daima O’nundur. Böyle iken siz, Allah’dan başkasından mı korkuyorsunuz?”[1]
Âlemlerin yegane Rabbi Allah (c.c.)’ı birlemek, O’ndan başka ilâh kabul etmemek ve yalnızca O’ndan korkmak, yani dini O’na has kılıp O’ndan dolayı takva sahibi olmak, LÂ İLAHE İLLALLAH’in gereklerindendir. Göklerin ve yerin sahibi olduğu gibi, onlarda her ne varsa hepsinin sahibidir Rabbimiz Allah (c.c.)… Allah, bizim Rabbimizken ve biz mü’minler O’ndan başka hiç bir Rab, ilâh ve meük kabul etmezken, O’ndan başkasından korkar mıyız hiç? Çünkü yaratma ve emir, O’na aid, yani kâinatın tüm düzeni O’nun tarafından yaratılmıştır. Her yarattığına, yaratılış gayesine uygun emir vermiş, onun için bir düzen va’zetmiştir.
Muvahhid mü’minler, O’ndan başka hiç bir güç ve kuvvetten korkmazlar… Bunun için Allah’dan korkmayanlar, mücahid mü’mİnlerden korkarlar…
Rabbimiz Allah, kendisine itaat ettiğimiz gibi, bizim aramızdan vazifeli kıldığı seçkin insan, biricik Örnek ve Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’e de itaat etmemizi emretmiştir. Çünkü insanlara önder kılınmış ve Rabbimiz Allah’ın mesajını en iyi anlayan ve yaşayan, her haliyle mü’minlere önder olan Rasulullah (s.a.s.)’dir.
“Kim Peygamber’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse bilsin ki, Biz, seni onlara koruyucu göndermedik.[2]
Rasulullah (s.â.s.)’e itaat etmek, Allah’a itaat etmek olduğunu Rabbimiz Allah buyurmuşken, “Allah ile Rasulü’nün arasını ayıranın, Allah’ın emirlerine tabi oluruz. Fakat Rasulün Sünneti bizi bağİayıcı olmadığı için böyle bir mükellefiyetimiz yoktur” diyen bâtıl görüşün hiç bir kıymetinin olmadığını her akîl ve baliğ olan anlar ve idrâk eder!…
“Göklerde yerin ve aralarındaki her şeyin mülkü Allah’ındır. Nihayet dönüş de ancak O’nadir.[3]
Mülk, yâni hâkimiyet, milk yâni bütün varlık Allah’ındır. Göklerin ve yerin hakim-i mutlakı Rabbimiz Allah’dır. O’nun hâkimiyetinde hiç bir ortağı yoktur. Yerin yâni dünyanın hâkimi olduğu gibi, dünya yüzündeki tüm mahlûkâtm, dolayısıyla insanın da yegane hâkimidir. İnsanlar, Allah’dan başka hiç bir hâkim tanımamalı ve herhangi bir şeyi O’na ortak kılmamahdırlar… Hakikat bu olmasına rağmen hür irâdeye sahib insanlar, Allah’ı yegane Rab tanıyıp kabul eden mü’minler ve Allah’dan başka rabler edinen ve onlara itibar eden müşrikler diye akâid konusunda ayrılmışlardır…
Bundan dolayı Rabbimiz Allah (c.c), mü’min ve muvahhid kullarına şöyle buyurur:
“De ki: Benim namazım, ibâdetlerim, hayatım ve Ö-lümüm Âlemlerin Rabbi Allah içindir.
O’nun ortağı yoktur. Ben, bununla emrolundum ve müsİümanların ilkiyim.
De ki: Allah, her şeyin Rabbi iken hiç ben, Allah’dan başka Rabb mı isterim?.[4]
Sağlam akideden, sıhhatli imandan sonra en önemli ve en büyük ibâdet olan namazım, bir mü’min olarak mükellef bulunduğum bütün ibâdetlerim, hayatımın tümü ve ölümüm yalnız ve yalnız Allah içindir, yalnızca O’nun yolundadır. Yaşarsam, Rabbim Allah’ın emrettiği şekilde yaşarım. Ölürsem, yine O’nun emrettiği şekilde ölürüm, yani bütün varlığım Rabbim Allah’a aiddir.
O’nun gerek zâtında, gerekse sıfatlarında hiç bîr ortağı yoktur. Ben, böyle inanıyor ve imanımdan hiç bir şübhem olmayan bir müslümanım… Alİah, tüm kâinatın Rabb’idir. O’ndan başka hiç bir Rabb yoktur ve ben O’ndan başka hiç bir rabbi kabul etmiyor, bütün yalancı ilâhları ve palavracı rableri inkâr ediyor, tağutların her türlüsünü red ediyorum…
Bu seksiz imanımda, bu ortaksız ibadetimde yani dini Allah’a has kılışımda örneğim ve önderim Rasuluüah (s.a.s.)’dir. Rasulullah (s.a.s.), bana neyi emretmişse onu yapar, neyi yasaklamış ise onu terk ederim. Bunun LA 1-LAHE İLLALLAH’ın bir gereği olduğuna inanırım…
Bir de Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise, ondan vazgeçin. Allah’dan korkun. Çünkü Allah, şiddetli azab sahibidir. [5]
Mü’min böyie inanır ve bu imanını böyle ilân eder…
Böyle inanmayanlara gelince:
“Yoksa onların bir takım şerikleri var da, onlara dinden Allah’ın izin vermediği şeyleri meşru mu kıldılar? Eğer o fasıl kelimesi (yani cezaların ahirete bırakılması) olmasaydı, muhakkak aralarında (helak ile) hüküm verilmiş, bitmişti. Şübhesiz zâlimler için acıklı bir azab vardır.[6]
Allah’dan başka rablere itibar edenlerin, Allah’a ortak ettikleri kimlerdi? sorusunu yine Rabbimiz Allah cevablandırıyor:
“Onlar, Alîah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler (ilâhlar) edindiler ve Meryemoğlu Mesih’i de. Oysa onlar, tek olan bir ilâha ibâdet etmekten başkasıyla emrolunmadılar. O’ndan başka ilâh yoktur. O, bunların şirk koşmakta oldukları şeylerden yücedir. [7]
Demek ki, şirk koşanlar, Allah’ı bırakıp yöneldikleri rabler, kendilerine kanun koyucu, helâl ve haram tâyin edici mercilerdi. Allah’ın kanunlarına karşı kanun koyan, Allah’ın helâl, yâni serbest kıldığını haram, yani yasak kılan, Allah’ın haram kıldığım, helâl kılan mercilerdi, bu merciler…
Bu ayet-i kerimeyi bizzat önderimiz Rasulullah (s.a.s.) tefsir buyuruyorlar…
Adiyy b. Hatem (r.a.) şöyle anlatıyor:
Boynumda altından bir haç olduğu halde Rasulullah (s.a.s.)’e geldim.
Rasul-i Ekrem:
“Ya Adiyy!” buyurdu. “Bu putu üstünden at!”
Kendisinin Beraat (Tevbe) sûresjnden:
“Onlar, Allah’ı bırakıp bilginlerini ve rahiplerini rabler edindiler.” ayetini okuduğunu işittim.
Buyurdu ki: “Gerçi onlar, bunlara ibâdet etmiyorlardı. Fakat bunlar, herhangi bir şeyi onlara helâl kıldıkları vakit onu, helâl kabul ediyorlar ve herhangi bir şeyi de onlara haram kıldıkları vakit, onu haram kabul ediyorlardi. [8]
Helâl ve haram sınırlarını tayin etmek ancak Rabbimiz Allah’a aiddir. Bir de Rabbimizin izin verdiği ve vazifeli kıldığı Rasulullah (s.a.s.)’e aiddir.
Birileri kalkıp insanların üzerinde hakim olup, Allah’ın emirlerine mukabil İnsanlara emirler verir ve yaptırırsa tağut olur. Allah’ın karşısına dikilen, nevalarını ilâhlaştıran bu tağutlar, Allah’ın indirdikleri bir tarafa bırakıp kendi yanlarından çıkardıkları kanunlara uyar ve uydururlarsa, elbette kâfir ve müşrik olurlar. Yönetenler böyle, ya yönetilenler? Onlar da, bu tağutlara rıza gösterir, onların tuğyanında yardımcı olur, tağutları bu tuğyan hareketinde kendilerine vekil kılarlarsa, hiç şübhesiz onlar gibi olurlar… Çünkü aynı suçun ortaklarıdırlar…
Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar, kâfirlerin tâ kendileridir.[9]
Her kim Allah’ın İndirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir. [10]
Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasıkların tâ kendileridir. [11]
İşte Allah’ın hükümlerini beğenmeyip, ortadan kaldırarak, heva ve heveslerinden kaynaklanan kanunlar yapıp onlara tabi olanların hükmü… Allah’ın hükümleriyle hükmetmemenin hükmü!…
Allah’ın indirdiğiyle hükmetmemek, aksine hükmedilme isteğini red ederek ve hükmetmek isteyenlere karşı savaş açıp onları en korkunç cezalarla cezalandırmanın hükmü, kâfir olmaktan başka bir şey midir?… Böyle korkunç ve vahşî bir suçu işleyenler, ister dilleriyle Allah’ın hükümlerini inkâr etsinler, ister câhil bıraktıkları müstaz’af kitleleri kandırmak için inkâr etmediklerini söylesinler, değişen bir şey olur mu?…
Allah’ın hükmüyle hükmetmemenin yanı sıra, hükmedilme teklifine karşı tüyleri diken diken olan, hırslarından parmaklarını geven ve en yırtıcı mahluktan daha korkunç bir tavır sergileyenlerin hükmü, Rabbimiz Allah’ın beyan buyurduğundan başka bir şey mi?…
Kur’ân-ı Kerim gibi bir ilâhî düstûra rağmen, nevalarından kaynaklanan anayasalar yapan, yonttuklarına tapan ve ellerindeki devlet gücünü kullanarak müstaz’af kitleleri de kendilerine döndüren müstekbir tağutlar, insan hakikatini kavrayamadıklarından dolayı her zaman yanılmış ve çıkmazlara saplanıp kalmışlardır…
İnsanlık âlemi, hangi ilerlemiş çağda olursa olsun son tahlilde kendisi, tüm çabalarına rağmen çok az bir ilme sahib olabilir. Çünkü kendisine ilimden çok az şey verilmiştir. Bunu aşamaz, aşma yetkisine de sahib olamaz.,. “Bir de sana ruhtan soruyorlar.-De ki: Ruh, Rab-bimin ermindendir. Size ilimden pek az bir şey verilmiştir.[12]
Bu pek az bir ilimle, kendisini tanımaktan bile âciz olan insan, insanlığın dertlerini gerçek yönleriyle nasıl tamsın ve onlara kesin tedaviyi nasıl uygulayabilsin?… İşte bundan dolayıdır ki, Laik-demokratik ve gayr-ı İslâmî Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde durmadan anayasalar değişiyor… Anayasa, hazırlanıp halka sunulup ve icbarı bir kabulden üç-beş ay sonra değişmeye başlıyor!… Deline deline zaman içinde kalbura dönen anayasa, bir kaç yıl sonra yeniden düzenlenir… Ya sivil bir düzenleme, ya da askerî bir darbe ile…
İnsanlar için değişmez ilkeleri, değiştirilemez kuralları, ancak onları yaratan ve emir yetkisinin yalnızca O’na aid olan Allah koyar.
Bu ilkeler ve kurallar öyle ilke ve kurallardır ki dünyanın sonuna kadar değişmez, değiştirilemez. Çünkü Allah’ın koruması altındadır.
“Hiç şübhe yok ki, zikri (Kur’ân’ı) Biz indirdik Biz! Ve muhakkak O’nu Biz koruyacağız![13]
İnsanlık âleminin yegane düstûru ve müttakîlerin rehberi Kur’ân-ı Kerim’de insanların bütün ihtiyaçları gündeme getirilmiş, Rasulullah (s.a.s.) tarafından da tefsir olunmuştur… Helâl, haram sınırları çizilmiş ve hakk, bâtıldan tamamen ayrılmıştır… Bundan sonra Rabbimiz Allah, şu emri vermiştir:
Bunlar, Allah’ın sınırlarıdır, onlara yaklaşma” yın. [14]
Bunlar, Allah’ın sınırlandır, onları aşmayın. Her kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir. [15]
Rabbimiz Allah tarafından çizilen bu sınırlara dikkat etmek, sağlam akidenin ve sıhhatli imanın gereğidir… Bu sınırları aşan ve tağutlaşanlar, Allah’a karşı baş kaldırmış, isyan etmişlerdir!… Rabbimiz Allah’ın koyduğu sınırlara bütün hassasiyetini kullanarak uyanlar, mü’minlerdir. El-hette bu sınırları aşanlar da, müşrik kâfirdirler!… Akide konusunda sınırı aşanlardır bunlar…
Kelime-i Tevhid konusunda önderimiz Rasululfah (s-a.s.)’in buyruklarına dikkatle bakalım.
Osman b. Affan (r.a.)’dan:
Rasulullah (s.a.s.), şöyle buyurur:
“Her kim Alİah’dan başka ilâh olmadığını bilerek
Ölürse, cennete girecektir.[16]
Her kim bilerek LÂ İLAHE İLLALLAH derse, yani mahiyetini kavrarsa, gereğinin ne olduğunu idrâk ederek ölürse, cennete girecektir… Yoksa sadece bilmek demek değildir, yani iman, yalnız ma’ruf demek değildir… Allah’dan inzal olunan ve Rasulullah (s.a.s.) tarafından tebliğ edilenlerin bütününü kalben tasdik, dil ile ikrar ve aleyhinde bir suç işlemek kaydıyla, ibâdetlerin edasına gayret etmektir. Hiç bir ibâdet işlemeden, ayrıca Lâ ilahe illallah’a aykırı davranmakla beraber söz olarak “bildim” ya da “inandım” demek, iman değildir elbet!…
Muaz b. Cebel (r.a.)’dan. O, şöyle demiştir:
Ben, bir seferde Rasulullah’m bindiği Ufeyr denilen bir eşek üstünde Rasulullah’ın terki sindeydim.
Rasulullah (s.a.s.) bana:
“Yâ Muaz, Allah’ın kulları üzerindeki ve kulların da Allah üzerindeki hakkı nedir, bilir misin?”, diye sordu
Ben de:
Bunu, Allah ile Rasulü en iyi bilendir, dedim.
Rasulullah:
“Allah’ın kullan üzerinde sabit olan hakkı, kulların Allah’a itaat ve kulluk etmeleri ve Allah’a hiç bir şeyi ortak kılmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı da* kendisine hiç bir şeyi ortak kılmayan kişiye azab etmemesidir (Yani bu husustaki lutfudur).” buyurdu.
Bunun üzerine ben:
Yâ Rasulullah, bunu, ben insanlara müjdeleyeyim mi? diye sordum.
Rasulullah:
“Hayır, bunu onlara müjdeleme, sonra buna dayanıp güvenirler.” buyurdu. [17]
Demek ki, LÂ İLAHE İLLALLAH’ın gereği, sadece bilmek, bildiğini itiraf etmek ve ibâdet etmemek demek değilmiş… Kulların, Allah’a itaat ve ibâdet etmeleri ve de Allah’a hiçbir şekilde ortak koşmamalandır… Demek ki: “Ben de Müslümanım” diyen kişide aranan şartlar vardır. Bu şartlara uyuyorsa ve kendisinde bu şartlar varsa, ancak mü’minlerin safında bulunabilir ve müslü-manlardan olabilir.
1) Allah’ın zâtına ve sıfatlarına şirk koşmayacak,
2) Sahih imanın gereği olan itaati yapacak.
3) Yine imanın gereği olan ibâdetleri, istenilen ölçüde edâ edecektir.
İbn Ömer (r.anhuma)’dan:
Rasuluîlah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Allah’dan başka hak ilâh olmadığına ve Muham-med’in Rasulullah olduğuna şahadet, namazı ikâme, zekatı edâ edinceye kadar insanlarla savaşmam bana emro-lundu. Onlar, bu işleri yapınca -Müslümanlık hakkının gereği (olan haddler) müstesna- İslâm hakkı olmak üzere canlarını ve mallarını benim elimden kurtarırlar. (Batınlarından dolayı olan) hesablarına gelince, O (hesabı görmek), Allah’a aiddir. [18]
Akideyi belirleme ölçüsü olarak, İmam Muhammed eş-Şeybânî (rh.a.) şöyle bir tesbitte bulunuyor ki, bu konuda en sahih görüş olarak kabul edilmiştir:
“Netice olarak, bir kimsenin malum olan şirk itikadının hilafı olan Tevhidi ikrar ettiği zaman, İslâm’a girişine hükmolunur. Çünkü gerçek itikadını tesbit etmek imkânımız yoktur. Neyi ikrar ettiğini duyarsak, o inançta olduğu-ra hükmederiz. Şayet daha önce belirlediği itikadından farklı bir söz söylerse bunu, itikadını değiştirdiğine delil sayarız.[19]
İmam Muhammed (rh.a.)’in de belirttiği ve hadis-i şerifte de geçtiği gibi, kişilerin niyetlerine bakılmaz. Onlar, itikâd konusunda neyi ikrar ediyor ve ikrarın gereği olan tavrı sergiliyorlarsa, ona göre değerlendirilir. İman ve Tevhid ikrarı üzereyse, iman ve Tevhide aid kabul e-dilir, yok küfür ve şirk üzere bir ikrarı varsa, küfıir ve şirke aid olarak bilinip değerlendirilir. Bu konuda, niyete, yani batında olana bakılmaz…
Birileri küfür ve şirk olan beşerî ideolojileri kabul ettiğini beyan eder, aynı zamanda gereğini tavrıyla da ortaya koyarsa, niyeti ne olunursa olsun, ikrar ettiğine göre değerlendirilir. Eğer ikrar ve amele göre değerlendirilmeyecek olursa, müslüman olduğunu ikrar eden ve ibadete devam eden kişilerden de şübhelenmek lazım. “Belki batınlarında yani iç yüzlerinde/niyetlerinde müşrik ve kâfirlerdir. Onun için her ne kadar şahadet getiriyorlarsa ve gereği olan ibâdetleri de yerine getiriyorlarsa da onlara müslüman deme… Belki bizleri kandırıyorlar, bunun için böyle görünüyorlar.” İddiası akla, mantığa ve İslâm ilkelerine ne kadar ters ise, ikrarı ve hareketleriyle gayr-ı İslâmî tağutî bir itikadı ikrar eden ve gereğini de ortaya koyanlara, “Her ne kadar böyle söylüyor ve böyle görünüyorlarsa da, onların niyetleri iyi, kalbleri temizdir. Onlar, her ne kadar küfür ve şirk sözlerini söylüyor ve hareketlerinde bulunuyorlarsa da, niyetleri yani batınları İslâm ve iman üzeredir… vs…” iddiası da, akla, mantığa ve İslâm ilkelerine terstir!…
Herhangi bir ikrah-i mülci olmaksızın kişinin hür beyanıyla ikrar ettiği şey, onun akidesini belirler…
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), yukarıdaki beyan edilen hadis-i şeriflerdeki ölçüye, bir ölçü daha eklemektedir şu hadislerinde:
Enes b. Mâlik (r.a.)’dan: Rasulullah (s.a.s.), şöyle buyurdu: “Her kim bizim kıldığımız namazı kılar, kıblemize karşı durur ve kestiğimizi yerse, Allah’ın ve Rasulullah’m ahd ve emânını hakkeden müslüman, işte odur. Artık öyle olan bir kimsenin ahd ve emânı hususunda Allah’a (ve Rasulü’ne) hıyanet etmeyin.[20]
Ve mü’min olmanın ölçüsü için şöyle buyurur önderimizi Rasulullah (s.a.s.). Bu hadisi, Abdullah b. Mes’ud (r.a.) rivayet ediyor.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Benden önce Allah’ın, hiç bir ümmete gönderdiği Peygamber yoktur ki, o Peygamberin ümmetinden havarileri ve Sünnetine tabi olan, emrine uyan ashabı olmasın. Kıssa şu ki, sonra onların ardından yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıkları şeyleri yapan bîr takım kötü nesiller meydana çıkar.
İşte kim, bunlara karşı eliyle mücadele ederse, o mü’mindir. Kim onlara karşı diliyle mücadele ederse o, mü’mindir. Kim onlara karşı kalbiyle mücadele ederse o, mü’mindir. Ama bunun ötesinde imandan bir hardal tanesi de yoktur.[21]
Kötülüğe, isyana, tuğyana ve her türlü İslâm dışı hal ve hareketlere karşı eliyle, diliyle mücadele eden, kalbiyle kin duyan kişinin imanına şahidlik yapılır… Eğer bunun aksine tağutlara ve tağûtî düzenlere meyleder, onları imkânlarıyla destekler, onlara karşı çıkmaz ve hayatlarına devam etmelerine yardımcı olursa onda, “imandan bir hardal tanesi de yoktur.” Bu ölçü, önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in beyan buyurduğu ölçüdür.
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in, iman konusunda bize verdiği başka bir değer ölçüsü de şudur:
Enes b. Mâlik (r.a.) rivayet etmektedir.
Rasulullah (s.a.s.), şöyle buyurdu:
“Hiç biriniz kendisi için arzu ettiğini (mü’min) kardeşi için arzu etmedikçe, (kâmil mânâda) iman etmiş olmaz. [22]
Gerçek İslâm cemaatı ve İslâm toplumu için vazgeçilmez bir değerdir bu ölçü… Mü’minlerin kaynaşması, bir vücudun azaları bir duvarın kurşunla kaynatılmış cüzleri olmak ve safların belirlenmesi için yegane Ölçüdür, bu ölçü… Hem kâmil imanın, hem olgun kardeşliğin ölçüsü…
Sahih bir İslâm akidesine sahib olmak ve imanın tadına ermenin ölçüsü de, Rasulullah (s.a.s.) tarafından belirlenmiştir.
Enes b. Malik (r.a.)Man,
Rasulullah (s.a.s.), buyurdu ki:
“Kim de üç şey bulunursa, imanın lezzetini tatmış o-hır:
Allah ile Rasulü, kendisine başkalarından daha sevgili olan kimse,
Bir kulu seven, fakat yalnız Allah için seven kimse Allah, kendisini kâfirlikten kurtardıktan sonra, yine kâfirliğe dönmekten ateşe atılacakmışçasına hoşlanmayan kimse.[23]
Rabbimiz Allah’ın ve O’nun Rasulü’nün sevgisi, sevgilerin en üstünde olmalı ve sevgi konusunda hiç bir şeyin sevgisi, onlara denk tutulmamalıdır. Eğer başka sevgiler, Allah ve Rasulullah (s.a.s.)’in sevgisine denk tutulacak olursa, sevgide şirk koşulmuş olur. Eğer kul, herhangi bir şeyi Allah ve Rasulü’nden daha çok sevecek olursa, artık o-nun işlediği suçun korkunç boyutunu varın siz düşünün!…
“De ki: Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere, Allalr dan, O’nun Rasulü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleye durun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez. [24]
Bu ayet-i kerime, işlenen korkunç suçun durumunu düşünmede temel ölçü olmak üzere nakledildi…
Mü’minlerin, hiç bir dünya menfaatini gözetmeksizin yalnızca Allah için birbirlerini sevmeleri ve bu sevginin gereği olan kardeşlik tavrını sergilemeleri imanlarının gereğidir.
Küfürden ve şirkten kurtulduktan sonra gerek söz ile gerekse hareket ile imandan sonraki dönüş, kişiye ateşe a-tılmaktan daha ağır ve zor gelirse, o kişinin imanı kâmil demektir… Yoksa helâle, harama, elfaz-ı küfre ve ahval-i küfre aldırış etmeden hayatına devam eden, her gün bir kaç kez elfaz-ı küfür ve ahval-i küfürde bulunan, ikaz olunduğunda da oralı olmayıp “Bunda ne varmış canım” deyip olayı hafife alan kişinin, iman noktasındaki durumunu açıklamak için çok söz söylemeye gerek var mıdır acaba?…
Allah için sevmenin ve Allah için kin duymanın, nefret etmenin imanın bütünlüğüne işaret olduğunu beyan buyuruyorlar Rasulullah (s.a.s.):
Muaz el-Cühenî (r.a.) rivayet ediyor.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdular:
“Kim Alİah için verir, Allah için önler, Alİah için sever, Allah için buğzeder ve Allah için evlenirse, o kimsenin imanı bütünleşmiştir.[25]
Ve Ebu Zerr (r.a.)’in rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Amellerin en faziletlisi, sevdiğini Allah için sevmek ve Allah için buğzetmektir. [26]
Allah için sevmek ve Allah için buğzetmenin ölçüsünü iyi kavramak lâzımdır. Allah neyi seviyor ve emrediyorsa, sevgimiz ona olmalı, neyi de yasak kılmış, yani haram etmişse buğzumuz, ona karşı olmalıdır!…
[1] Nahl, 16/51-52
[2] Nisa, 4/80
[3] Mâide, 5/18
[4] En’am, 6/162-164
[5] Haşr, 59/7
[6] Şura, 42/21
[7] Tevbe, 9/31
[8] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’t-Tefsiru’l Kur’ân, B.10, Hds.3292.
Ibni Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri. Çev. Dr. Bekir Karhga-. Bedrettin Çetiner, İst. 1985, c.7, sh.3456
Fahruddin er-Razî, Tefsir-i Kebir, Çev. Doç. Dr. Suad Yıldırım, vdğ. k. 1991,c.ll,3h.485-486.
[9] Mâide, 5/44
[10] Mâide, 5/45
[11] Mâide, 5/47
[12] Msrâ, 17/85
[13] Bakara, 2/187
[14] Bakara, 2/187
[15] Bakara, 2/129
[16] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-tman, B.10, Hds.43
Sahih-i Buhârî, Kitabu’I-Libas, B.24, Hds.44
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’t-Cenaiz, B.15-16, Hds.3116.
İmam Suyutî, Mütevatir Hadisler, çev. M.Emin Akın, Ank. 1992, sh.29, Kitabu’1-İman, Hds.3
[17] Sahih-i Buhârî, K.itabu’1-Cihad ve’s-Siyer, B.40, Hds.71 Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İman B.10, Hds.49
Sünen-i lirimizi, Kitabu’1-İman, B. 16, Hds.2781.
[18] Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-iman, B. 16, Hds. 18 ‘ Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İman, B.8, Hds.36 Sünen-i Tirmizî, Kitabu’1-İman, B.l, Hds.2733 Sünen-i Neseî, Kitabu’1-İman, B. 15, Hds.4970 Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’I-Fiten, B.l, Hds.3927-3928. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.95, Hds.2641 Sünen-i Dârimî, Kitabu’s-Siyer, B.10, Hds.2450. îmam Suyutî, Mütevatir Hadisler, Sh.30, Hds.4
[19] İmam Muhammed, Siyer-i Kebir/İslâm Devletler Hukuku, Şerh: İ-mam Serahsî, çev. M. Said Şimşek-îbrahİm Sarmış, İst. 1980, c.I, sh.163
[20] Sahih-i Buhârî, Kitabu’s-Salât, B.28, Hds.43 Stinen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.95. Hds.2641
Sünen-iNeseî, KitabuTahrimi’d-Dem, B.l, Hds.3954-3956.
[21] Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İman, B.20, Hds.80
[22] Sahih-i Buhân, Kitabu’1-İman, B.6, Hds.6 Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İman, B.17, Hds.71
Sünen-i TirmiZÎ, Kitabu Sıfatu’l Kıyame, B.22, Hds.2634. Sünen-i İbn Mâce, Mukaddime, B.9S Hds.66 Sünen-i Neseî, Kitabu’1-lman, B.19, Hds.4984. Sünen-i Dârimî, Kitabu’r-Rikak, B.29, Hds.2743
[23] Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-İman, B,13, Hds.14 Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İman, B.15, Hds.68 Sünen-i Tirmizî, Kitabu’1-İman, B.10, Hds.2759. Sünen-i Neseî, Kitabu’1-İman, B.2, Hds.4954-55-56.
Not: Neseî de: “Allah için sevip, Allah için buğzetmek” de eklenmiştir.
[24] Tevbe, 9/24
[25] Süııen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu’l Kıyame, B.22, Hds.2642.
[26] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu1 s-Sünnet, B.3, Hds.4599. Sünen-i Neseî, Kitabu’1-İman, B.2, Hds.4954.