Yolumuz Cihad-3

Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle önderimiz Rasulul­lah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Bir kimse (Allah yolunda) savaşmadan ve onu gönlünden geçirmeden ölürse, bir çeşit nifak üzere ölür.[1]

Ve yine Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s,) şöyle buyurdular:

“Kim, Allah yolunda (cihadla ilgili) bir eseri (ameli) bulunmadığı halde Allah’a kavuşur (yani ölür)se, o kimse (kıyamet günü) bir eksiği olduğu hâlde Allah’ın huzuruna çıkar. [2]

Allahu EkberL. Bu ne müthiş bir tehdit!… Kalbleri titreten ve tüyleri ürperten bir hakikat!… Allah yolunda savaşmadan, imkânı olduğu ve fırsat bulduğu halde bu vazifesini edâ etmeyen bir çeşit nifak üzerine ölüyor!… İmkânı ve fırsatı olmayan mü’min muvahhidlerin en azın­da cihad Özlemiyle, Allah yolunda savaş arzusuyla dolup taşmalıdırlar… Eğer fikirlerinde ve kalblerinde böyle bir Özlem, böyle bir arzu yok ise, o kalb ölmüş demektir… Hayat süren leşlerden olmak bir yana, tevbe etmeden ve içinde böyle bir özlem ve arzu uyanmadan ölürse, bir çe-Şit nifak üzere ölmüş olur…

Allah yolunda savaşmak, İslâm’ın hâkim olması için cihad etmek, imanın varlığından ileri gelir… Cihad arzu­su, savaş özlemi, imanın varlığının bir belirtisidir…

Allah yolunda savaşmaktan, İslâm uğrunda cihaddan dolayı müslümanın üzerinde bir eser bulunmaması, korkunç bir felâkettir… Mü’min muvahhid, Rabbi Allah’a ka­vuşurken, Allah yolunda cihaddan dolayı üzerinde bir eser bulunmalıdır… Yoksa Rabbine karşı verecek bir ceva­bı, kendisini azabdan kurtaracak bir hücceti bulunmaz… Nifak şubelerinden bir şube üzerine ölen kişinin ne hüc­ceti olabilir ki?…

Cİhad, Allah Teâlâ’ya gerçek kul olmaya çalışmanın samimi bir ifadesidir, yani Allah Teâlâ’ya karşı olan kul­luk vazifesini yerli yerinde yapmaktır hakiki cihad!… Ve cihaddan kendisine bir eser bulunmayanın hâli… Allah muhafaza eylesin.

Rabbimiz Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde cihad fa­aliyetini yerine getirirken, bir çok engelle karşı karşıyadır mü’min muvahhidler… En büyük engellerden birisi, şey­tan (aleyhi lâne)’dir.

Sebre b. Ebu Fakih (r.a.)’ın rivayetiyle önderimiz Ra-sulullah (s.a.s.) bu konuda şunları beyan buyurur:

“Şeytan, Ademoğlunun her yerde önüne çıkar. İslâm yolunda Önüne çıkar. (Müslüman olan birine):

Sen, nasıl müslüman olursun, eski dinini, babaları­nın ve atalarının dinini bırakırsın?, der.

Fakat o kişi şeytanı dinlemez ve müslüman olur. Sonra hicret ederken şeytan yine yolunu keser ve:

Kendi memleketini terk edip nasıl hicret edersin? Hicret eden, dizgin vurulmuş at gibidir, der.

O kişi, şeytanı yine dinlemez ve hicret eder. Sonra o mü’min savaşa giderken, şeytan yine yolunu keser ve:

Savaş, hem seni yorar, hem de malını kaybedersin. Hâl böyle iken nasıl savaşa gidersin? Harb meydanında savaşacaksın, öldürüleceksin. Karın, başkasına nikâhlana-cak, malın da taksim edilecek, der.

O mü’min, şeytanı yine dinlemez ve cihada gider.”

Daha sonra Rasulullah (s.a.s.):

“Kim böyle yaparsa, onu, cennete sokmak va’dı icabı Allah’a vacib olur. Savaşta öldürülse de, boğulsa da, hay­vanı, sırtından atıp öldürse de yine Alİah, cennete sokar.[3]

Hayır üzere, hak üzere ve iyilik üzere olan mü’min muvahhidi engellemek işini, sadece şeytan yapmıyor, bütün hizbiyle, insandan olsun, cinden olsun türn ordu­suyla bu şer işi becermeye çalışıyorlar… Mü’min, Alemle­rin Rabbi Allah Teâlâ’ya tevekkül ederek, şeytan ve hiz­bine karşı savaşa girişmektedir.

Hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.s.)’in buyurduğu hâl ve hareketlerin, yani şeytanın tavırlarını, onun hizbinden o-lan insanlar da sergilemektedir. Mü’min mücahidi cihad­dan, Allah yolunda savaşmaktan engellemeye çalışmaktadırlar…

Yine Rasulullah (s.a.s.)’in beyan buyurduğu mümin gibi, cihad yoluna çıkmış mü’min mücahidler, şeytanın vesvesesine ve şeytanîlerin engellemesine kanmayacak, yoluna devam edecektir… Her zamanda ve her mekânda mü’min muvahhid ve mücahidin tavrı bu olmalıdır… Böylece insanların en hayırlısı olur!…

Ebu Said el-Hudri (r.a.)’ın rivayetiyle Rasululiah (s.a.s.)’e, bir Bedevî Arab geldi de:

Yâ Rasulullah, insanların hangisi hayırlıdır?, diye sordu.

Rasulullah (s.a.s.):

“Canıyla, malıyla (Alİah yolunda) cihad eden adam­dır ve bir de vadilerden bir vadi içinde (yalnızlığa çekilerek) Rabbine ibâdet eden ve insanları şerrinden rahat bı­rakan adamdır.[4]

İnsanların en hayırlısı, canıyla, malıyla Allah yolun­da cihad eden mü’min… Dünya hayatının tadı ve tuzu… Saadet ve lezzeti… Mutluluk ve izzeti… Şeref ve haysiye­ti… Allah yolunda cihad etmek!…

Cihaddan el çekip, rahatlık içinde uzlete çekilmeye karşı Rasuluîtah (s.a.s.)’in tavrına bakalım…

Ebu Hüreyre (r.a.) şöyle anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.)’in Ashabından bir zat, tatlı su kay-nakçığı bulunan bir boğazdan geçti ve tatlılığından ötürü kaynakçık hoşuna giderek:

Halktan uzlet edip keşke şu boğazda ikâmet etsem! (Amma) Rasulullah’dan müsaade almadan yapmayaca­ğım, dedi.

Durumu Rasul-i Ekrem’e anlattı. Bunun üzerine (Ra­sulullah) şöyle buyurdu:

“Yapma (halktan uzlet etme!) Sizden birinin Alİah yolunda kıyamı, yetmiş sene evinde kıldığı namazdan da­ha faziletlidir. Allah’ın sizi affetmesini ve cennete koyma­sını sevmez misiniz? (O halde) Allah yolunda savaşın! Her kim Allah yolunda, devenin sağılması müddeti kadar savaşırsa, cennet kendisine vacib olur. [5]

Allah yolunda kıyam etmek, Allah’a kul olurken, di­ğer tüm yalancı ilâhları reddetmek… Allah’ın Kitabını, yani Kur’ân-ı Kerîm’i yegane düstur olarak kabul ederken, tüm beşerî anayasaları reddetmek… İslâm’ı din ve hayat nizamı olarak kabul ederken, beşerî ve tağutî tüm ideolojileri, tüm devlet düzenlerini, kurum ve kuruluşlarıyla reddetmek…

Alİah yolunda kıyam etmenin özetle ifadesi budur… Yegâne önder ve hayatın her yönünün örneği olarak Rasu­lullah (s.a.s.)’i kabul ederken, diğer beşerî ideoloji sahibi tüm liderleri reddetmek, Alİah yolunda kıyamın özellikle-rindendir…

Kabul ettiklerini korurken, reddettikleriyle savaşma-Iıdır mü’min mücahidler… Bu, onlar için evlerinde kıl­dıkları yetmiş yıllık namazlarından daha faziletli bir a-meldir, yani ibadet ve itaattir. Bu kadar faziletli ve amel­lerin zirvesi olan cihadın da en faziletlisi vardır ve yine Rasulullah (s.a.s.) tarafından beyan edilmiştir…

Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’m rîvayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Cihadın en efdali, zâlim sultanın veya zâlim emirin yanında söylenecek adaletli sözdür.[6]

Zalim, kim olursa olsun, onun yüzüne hak ve adaletli sözü haykırmak, eliyle karşı koyma ve alaşağı etme im­kânı olmadığı İçin diliyle karşı koymak, cihadın en fazi-letlisidir… Ola ki, bu sayede ya zâlim, zulmünden vazge­çer veya hak ve adaletli sözü duyan mazlumlar, zâlim yö­neticilere karşı kıyam ederler… Mazlum müstaz’aflarm hep beraber, bir emir etrafında teşkilatlı bir şekilde zulme ve sömürüye karşı kıyam edişleri, zâlimleri ve tağutları zelil bir duruma düşürecektir… Bunun gerçekleşmesi için de, mazlum müstaz’aflarm uyandırılması, uyarılması ve onlara hakkın işittirilmesi, doğruların idrâk ettirilmesi lâ­zımdır… İşte bu görevi üstlenen mü’min mücahid, cihadın en faziletlisini gerçekleştirmiş olur…

Rabbimiz Allah Teâlâ’nın kullarına, yani mü’min ve muttaki kullarına bahşettiği en büyük nimet cennettir… Mü’min muttaki mücahidlere cennet va’d etmiş ve onlar i-çin vacib kılmıştır…

Salim dedi ki: Abdullah ibn Ebi Evfa, Ömer ibn Ubeydullah’a (gönderdiği) mektubunda:

Rasulullah (s.a.s.):

“İyi biliniz ki, cennet, kılıçların gölgesi altındadır” buyurdu, diye yazmıştı.[7]

Cennetin bahası, kılıçların kınlarında durmaması ve Allah yolunda savaşmak için çekilmesi, savaş meydanın­da havada parıldaması, şimşek gibi çakıp, yıldırım gibi müşrik ve kâfirlerin beyinlerine inmesidir!…

Allah yolunda, Allah’ın rızası için çekilen kılıç daha havada iken, kâfir ve müşrikler, ya hakkı kabul edecek veya hakkın üstünlüğüne rıza gösterecekler, ya da hakkı, yani İslâm’ı kabul etmemekle beraber, İslâm’a karşı sava­şan kelleleri bedenlerinden ayrılacaktır…

Abdullah b. Hubşî el Has’amî (r.a.) anlatır:

Rasulullah (s.a.s.)’e hangi amellerin daha üstün oldu­ğu soruldu.

Rasulullah (s.a.s.):

“Şübhe olmayan iman, helâl yolla kazanılan malla yapılan cihad, icablarına uyularak yapılan Hac” buyurdu.

Hangi namazın daha efdal olduğu soruldu.

“Kıyamı uzun olan namazlardır”, buyurdu.

Hangi zekâtın daha makbul olduğu soruldu.

“Durumuna göre verilen zekattır” buyurdu.

Hangi hicretin daha efdal olduğu soruldu.

Rasulullah:

“Aziz ve Celil Allah’ın haram kıldığı şeyleri terktir” buyurdu.

Hangi tür cihad daha üstün olduğu soruldu. “Müşriklere karşı mal ve canla yapılan cihaddır” bu­yurdu.

Hangi tür şehadetin daha üstün olduğu soruldu. Rasulullah:

“Kanı akarak ve atı yaralanarak şehid olan kimsenin şehadetı” buyurdu.[8]

“Helâl yolla kazanılan malla yapılan cihad” amelle­rin üstün olanlarındandır… Allah yolunda yapılan cihad-da,riya, gurur ve kibir karışmaması şart olduğu gibi, ayrı­ca haram mal da ve haram kazanç da karışmaması lazım­dır… Mü’min mücahid, Allah yolunda cihadını ihlasla ve ihsanla sürdürürken canını ortaya koymuştur… Aynı niyet ve aynı tavırla sürdürdüğü cihadına haram hiç bir mal ka-nştırmamalı!.. Meşru hedefine, yine meşru yollardan git­melidir… Yalnız Alİah rızası için devam ettiği cihada, hiç bîr batıl usulü, yani metodu bulaştırmamalıdır… Hedef meşru, yol meşru ve meşru yoldan hedefe gidecek aracın da meşru olması şarttır!.. Her şeyi helal ve meşru, yani Allah’ın Şeriatına uygun olmalıdır…

Bu arada İslâm ordusunun başkumandanı önderimiz Rasulullah (s.a.s.), Allah yolunda savaş usulüne bir baka­lım.

Musa b. Ukbe, şöyle demiştir:

Bana, Ömer İbn Ubeydullah’ın himayesinde bulunan Ebu’n-Nadr Salim, tâhdis edip:

Ben, Ömer b. Ubeydullah’ın katibi idim, diyerek şöyle söyledi:

Kumandan Ömer İbn Ubeydullah, Harûriye taifesi­ne doğru sefere çıktığı zaman, Abdullah ibn Evfa (r.a.), kumandan Ömer İbn Ubeydullah’a bir mektup yazdı. (Bu mektup, kumandana ulaştığında) mektubu ben okudum. Mektubda şunlar yazılmış olduğu gördüm:

Rasulullah (s.a.s.), düşmanla karşılaştığı bazı harb günlerinde (hemen harbe girişmeyip) tâ güneş semâ ortasından batıya meyledinceye kadar bekleyip düşmanı gö­zetledi. Sonra ordu içinde ayağa kalktı da:

“Ey insanlar, düşmanla karşılaşmak (harb etmek) temenni etmeyiniz. Allah’dan afiyet isteyiniz. Fakat siz­ler, düşmanla karşılaştığınız zaman (harbin üstün şiddet­lerine karşı) sabrediniz. Ve biliniz ki, cennet, muhakkak kılıçların gölgesi altındadır.”, buyurdu.

Bundan sonra şu duayı söyledi:

“Ya Allah, ey Kitab’ı indiren, ey bulutlan akıtıp yü­rüten, ey toplanıp gelmiş olan düşman ordularını bozup dağıtan (Allahım) sen, düşmanları bozguna uğrat, onlar ü-zerine bizleri galib kıl, yardım et!” [9]

Aynı konuda bir hadisi de Ebu Hüreyre (r.a.) bizlere haber vermektedir.

Rasulullah (s.a.s.):

“Müslümanın aldığı her yara Allah yolundadır. Sonra kıyamet gününde bu yara, vurulduğu günkü kılığında ola­cak, kan fışkıracaktır. Renk, kan rengi, koku, misk koku­su” buyurdu.

Rasulullah (s.a.s.) (söze devamla):

“Muhammed’in nefsi yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, müminlere meşakkat vermiş olmasam, Allah yolunda gaza eden hiç bir seriyyeriin ardında otur­mazdım! Velâkin varlık bulamıyorum ki, onları (hayvan) üzerinde taşıyayım. Onlara da, varlık bulamıyorlar ki, be­nim arkamdan gelebilsinler. Benim arkamdan oturup kalmaya da, gönülleri razı olmuyor!”, buyurdular.[10]

Rabbimiz Allah Teâlâ (c.c.) şöyle buyurur:

“Ancak Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kaîbleri şübheye düşüp, kuşkular içinde bocalayan (savaştan geri kalmak için) senden izin isterler.

Eğer onlar, (savaşa) çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, onların davranışlarını çirkin gördü ve onları (böyle cihad gibi güzel bir amelden) geri koydu. Onlara: Oturanlarla (Kadın ve ço­cuklarla) beraber oturun, denildi.

Eğer içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, bize boz­gunculuktan başka bir katkıları olmazdı… Ve mutlaka fit­ne çıkarmak isteyerek aranızda koşarlardı. Halbuki, içi­nizde de onlara iyice kulak verecekler vardır. (Bunları kuşkulandırıp büyük bir fitne çıkarabilirlerdi.) Allah, zâ­limleri gayet iyi bilir.[11]

Allah Teâlâ, bu ayetlerde münafıkların tavırlarını o-lumsuz hâllerini ve her zaman sergiledikleri vasıflarını apaçık beyan buyuruyorlar.

“Eğer onlar (savaşa) çıkmak isteselerdi elbette bunun için bir hazırlık yaparlardı.” gerçeği, münafık ve fasık yüzlere çarpılılarak, yalancı alınlara tarihî bir damga ola­rak vuruluyor…

Evet, Alİah yolunda savaşmakta ve her yönüyle ciha-dıa kuşanmakta samimi, ihlas ve ihsan üzere olanlar, bu konuda yapacakları maddî ve manevî hâzırlıklarıyla belli olurlar… Dâva, Kelime-i Tevhid davasıdır ve çok ciddî bir dâvadır… Ciddî dâvalar, ciddî şahsiyetler ister, ciddî şahsiyetler de, ciddî dâvanın adamıdırlar… Dâva ciddî ve dâ­va adamları da ciddî ve büyük olmalıdır!..

İslâm, yeryüzünün eşi ve benzeri olmayan yalnız ve yalnız ciddî ve en büyük davasıdır…

İslâm’a sahiblenen mü’min müslümanlar da, dâvaları kadar ciddî ve büyük olmaları gerekir… Bu yüce dâva, cüce insanların dâvası değildir, olamaz da!..

Ebu Said el-Hudrî (r.a.) anlatıyor.

Rasulullah (s.a.s.):

“Ya Eba Said, her kim, Rabb olarak Allah’a din ola­rak İslâm’a, Peygamber olarak da Muhammed’e razı olur­sa, o kimseye cennet vacibdir.”, buyurmuş. Ebu Said, bu­na şaşmış ve:

Bunları, bana tekrarla ya Rasulullah, demiş.

O da, tekrarlamış. Sonra:

“Başka bir şey var ki, onunla cennete bir kul yüz de­rece yükseltir. Her iki derecenin arası, yerle gök arası gibidir.”, buyurmuş.

Ebu Said:

-Nadir o, ya Rasulullah?, diye sormuş.

“Allah yolunda cihaddır, Alİah yolunda cihaddır!” buyurmuştur.[12]

Hayatın iki kanadı olan iman ve cihadı beraberce kullanarak haklarını verip cennete doğru süzülen mü’min muvahhid ve mücahidlere şu emri veriyor Rabbimiz Allah (c.c.):

“Küfre sapanlar, kaçıp kurtulduklarını sanmasınlar, gerçek şu ki, onlar (Bizi) aciz bırakamazlar.

Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve besi­li atlar hazırlayın. Bununla Allah’ın düşmanı ve sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında sizin bilmeyip Allah’ın bildiği diğer (düşmanları) korkutup caydırasınız. Allah yolunda her ne infak ederseniz, size noksansız ödenir ve siz, haksızlığa uğratılmazsınız.[13]

Küfredenlere, Allah’a şirk koşanlara, Allah’ın ka­nunlarının hakim olmasını istemeyen Allah düşmanları olan zâlim müstekbirlere karşı tüm imkânları seferber e-dip kuvvet ve savaş aracı hazırlamak, mü’min muvahhid-lerin üzerine farzdır… Bununla, Allah düşmanlarını ve mü’min müslümanîarm düşmanlarını korkutacak ve sin­direceklerdir… Allah’ın, İslâm’ın ve mü’min müslüman­îarm düşmanlarına korku vermek, Allah’ın, mü’min mücahidlere bir emridir ki, anın vacibidir!…

Utbe b. Amir (r.a.) şöyle demiştir:

Ben, Rasulullah (s.a.s.)’i minber üzerinde:

“Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazır­layın”[14]

Dikkat! Kuvvet atıcılıktır. Dikkat! Kuvvet atıcılıktır. Dikkat! Kuvvet atıcılıktır.”, buyururken işittim. [15]

“Kuvvet, atıcılıktır” ve attığını tam on ikiden vur­maktır… Hedefi iyi tesbit etmek ve dikkatli atıp tam he­deften vurmaktır… Kuklaları değil, kuklacıyı vurmaktır e-sas olan ve meseleyi kökten hâl edip, problemi sağlam bir şekilde çözen…

Yine Ukbe b. Amir (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Her kim, atıcılığı öğrenir de sonra terk ederse, biz­den değildir, yahud muhakkak isyan etmiştir. [16]

Önderimiz Rasululiah (s.a.s.), her mücahid mü’min üzerine bir borç olan atıcılığı öğrenmek ve ara vermeden ya talimlerle, ya da icraatla bu bilgiyi canlı tutmamızı e-mir ederken, ihmal edip unutanları da şiddetli bir tehditle ikaz edip uyanık ve şuurlu olmaya davet ediyor…

Rabbimiz Alİah (c.c.)’de, mü’mintere şu emri veri­yor:

“Ey iman edenler, küfre sapanlardan size en yakın olanlarla savaşın, sizde, bir güç ve caydırıcılık görsünler. Ve büin .ki, gerçekten Allah, takva sahibleriyle beraber­dir.[17]

İslâm’ı tebliğ ve İslâm’a davet, önce en yakınlarından başlandığı gibi[18] kendileriyle Allah yolunda savaşılacak kişiler de, en yakında olan müşrik ve kâfirlerdir. Çünkü gerek davet, gerekse savaş, suya atılan bir çakıl taşının merkezden etrafa giderek genişleyen daireler gibi olmalı­dır… En yakınlar, yani hısımlar, akrabalar, komşular, kabileler, aşiretler, kavimler… vs… Eğer fetih, merkezden etrafa gerçekleşecek olursa, sıhhatli bir yapılanma ve doğ­ru bir usul gündeme gelmiş demektir. Eğer en yakınlar hâl edilmeden, uzaklardakine el atılacak olursa, en şiddetli darbe ansızın yakınlardan gelir… Bundan dolayı sıhhatli bir büyümenin en güzel yolu, merkezden çevreye doğru fethetmek suretiyle yapıyı sağlamlaştırarak ilerlemedir…

Mü’min muvahhidler, Allah yolunda ya bizzat, yani canıyla cihad edecek, ya da malıyla veya hem canıyla, hem de malıyla cihad edecektir… Bu farzın edası için başka bir alternatif yoktur. Bizzat savaşa gidemeyecek du­rumda olan mü’min müslümanlar, Allah yolunda yapılan savaşa, mücahidleri hazırlamak, savaş araç ve gereçlerine yardımcı olmak, bir de mücahidler savaşa gittikleri vakit geride bıraktıkları çoluk-çocuklarına gerektiği şekilde sahib çıkmak, onun baş vazifesidir… Savaşacak durumda olmayan mü’min müslümanlar, cephe gerisindeki bu va­zifelerini ihmal etmemeli, can-u gönülden dualarıyla be­raber, mallarıyla savaşa iştirak edip diğer hizmetleri yeri­ne getirmelidirler…

Zeyd b. Halid (el-Cuhenî (r.a.))’ın rivayetiyle Rasu­luliah (s.a.s.) şöyle buyurur;

“Her kim, Alİah yolunda gaza edecek bir askeri (araç ve gereçlerini temin ederek) sefere hazırlarsa, o da, gaza (etmişçesine sevaba nail) olur. Yine her kim Allah yolun­da gaza eden bir askerin (geride işlerini görmekte ve aile­sine bakmakta) hayırla onun yerini tutarsa, o da, gaza et­miş olur.” [19]

Başka bir hadiste de, şu hakikati görüyoruz. Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’ın rivayetiyle, Rasululiah (s.a.s.), Beni Lâhyân’a müfreze göndermiş:

“Her iki adamdan biri çıksın!” buyurmuş.

Sonra oturanlara:

“Çıkanın ailesi ve malı hakkında hanginiz hayırla ye­rini tutarsa, çıkanın yan ecri kadar ona verilir.”, buyurmuştur: [20]

Alİah yolunda cihada giden mücahidin, geride kalan çoluk-çocuğu ve malına sahib çıkan mü’min müslü-manların mükafatı bu kadar çok iken, bu vazifesine ihanet edenin de, cezası çoktur…

îbn Büreyde’nin babası Büreyde’den naklettiğine gö­re Rasululiah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Mücahidlerin hanımları, (evlerinde) oturan erkekle­re anneleri gibi haramdır. (Evinde) oturanlardan bir erkek, mücahidlerden bir adama ailesi hususunda vekil olur (da sonra hıyanet ederse, vekil olan kimse) kıyamet gününde mücahid için durdurulur ve (mücahide:)

Şu (adam) ailen hususunda sana (kötü bir) vekil ol­muştu. Onun iyiliklerinden dilediğin kadarını al, denir.”

Rasululİah (s.a.s.), bize dönüp:

(Mücahidin, onun sevabını alma hususundaki tutu­munun nasıl olacağı hakkında) “Tahmininiz nedir?”, diye sordu.[21]

Diğer bir hadiste de, bu konu şöyle beyan edilmiştir. Ebu Ümame (r.a.)’m rİvayetiyle Rasululİah (s.a.s.) şöyle

buyurmuştur:

“Kim savaşma veya bir gaziyi techizatladırma, ya da savaşa giden bir mücahidin çoluk-çocuğuna namusluca bakıp (işlerini görmekle) yerini tutmaz ise, Allah Sübhâne, kıyamet gününden önce onun başına ansızın bir felaket getirir. [22]

Mü’min müslumanların, Allah yolunda savaşa çık­maları veya imkânların elverişsiz oluşundan dolayı cephe gerisinde kalmaları sırasında ertelenmesi imkânsız olan vazifelerini, Önderimiz Rasululİah (s.a.s.) beyanlarıyla izâh ettikten sonra, İslâm’da savaş siyasetine ve hukukuna kısa da olsa bir göz atalım!..

Süleyman b. Büreyde’den, O da, babasından naklen şöyle anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), bîr orduya veya müfrezeye ku­mandan tâyin ettiği zaman, kendisine hassaten Allah’ın takvasını, beraberindeki müslümanlara da, hayır tavsiye eder, sonra şöyle buyururdu:

“Allah yolunda besmele ile gaza edin! Allah’a küfre­denlerle çarpışın! Gaza edin, amma ganimete hiyanette bulunmayın! Gadir etmeyin, ölülerin burnunu, kulağını kesmeyin! Çocuk öldürmeyin!

Müşriklerden olan düşmanınla karşılaştığın zaman onları, üç haslete (veya güzel huya) davet et! Bunların hangisinde sana icabet ederlerse, onu kabul et ve kendile­rini bırak! Sonra:

Onları, îslâm’a davet et! Şayet sana icabet ederlerse, onu kabul et ve kendilerini (serbest) bırak.

Sonra kendilerini yurtlarından, Muhacirler diyarına göçmeye davet et! Ve onlara haber ver ki, bunu yaparlar­sa, Muhacirlerin lehine olan, onların da lehine, aleyhine olan, onların da aleyhine olacaktır. Yurtlarından göçmeyi kabul etmezlerse, onlara haber ver ki, müslümanlarm Be­devileri gibi olacaklar. Kendilerine Allah’ın, müminler üzerine cereyan eden hükmü uygulanacak, ganime ve ha­raçta hiç bir haklan olmayacaktır. Meğer ki, müslümanlarla birlikte mücadele edeler!

Eğer bunu kabul etmezlerse, onlardan cizyeyi iste! Şayet sana icabet ederlerse, onu kabul et ve kendilerini (serbest) bırak!

Kabul etmezlerse, artık Allah’dan yardım dileyerek onlarla harb et!

Bir Kal’a ahalisini muhasara eder de, senden Allah’ın ahdini ve Peygamberin ahdini kendilerine bahşetmeni dilerlerse onlara, ne Allah’ın ahdini ver, ne de Peygımber’nin ahdini! Lâkin onlara kendi ahdini ve arkadaşlarının ahdini ver! Çünkü sizin kendi ahidlerinizi ve  daşlarınızm ahidlerini bozmanız, Allah’ın ve Rasulü’nün ahdini bozmaktan ehvendir.

Bir Kal’a ahalisini muhasara eder de, senden kendile­rine Allah’ın hükmünü tatbik etmeyi isterlerse, onlara Allah’ın hükmünü tatbik etme! Lâkin onlara kendi hükmünü tatbik et! Zira Allah’ın onlar hakkındaki hükmüne isabet edip etmeyeceğini bilmezsin!”[23]

Dikkat edilecek olursa, İslâm’daki cihad siyasetinde esas gaye, insanların müslüman olmalarını ve kurtulmala­rını sağlamaktır… Yoksa Öldürmek, kesmek, doğramak değildir… Bir çok İslâm düşmanlarının bu konudaki iftiralarına kanmayıp hakikati araştıranlar, doğruyu bulduk­larına şahid olunmaktadır… Gaye, hayat sürenlerin diril­melerine vesile olmaktır, yoksa onları o hâl üzere bırak­mak ve üstünlük sağlayınca öldürmek değildir!.. Sehi b. Sa’d (r.a.) rivayet eder. Hayber  günü  (fetih uzayınca)  Rasulullah  (s.a.s.), şöyle buyurdu:

“Müslümanların bayrağını artık Öyle bir kimseye ve­receğim ki, Allah, onun elleriyle fetih verecektir.”

Bunun üzerine orada bulunan Sahabîler, bayrağın kendilerinden hangisine verileceği meselesi için umud eder oldular. Onların hepsi, bayrağın kendisine verilmesini umarak, ertesi güne erdiler. Fakat Rasulullah, ertesi gün:

“Ali nerede?”, diye sordu.

Sahabîler tarafından:

Ali, gözlerinden şikayet ediyor, denildi.

Rasulullah emretti de, Ali çağrıldı. Rasulullah, Ali’­nin gözlerine tükürdü, hemen orada gözleri onda hiçbir ağrı yokmuş gibi iyi oldu. (Rasulullah, sancağı O’na ver­di).

Bunun üzerine Ali:

Hayber Yahudîleriyle, onlar da bizim gibi (müslü­man) oluncaya kadar harb ederiz!, dedi.

Rasulullah (s.a.s.):

“Ya AH, yavaş oİ! Sükûnetle (yani harb etmeden) Hayberlilerin sahasına ininceye kadar ilerle. Sonra onları, İslâm’a çağır ve üzerlerine vacib olan İslâm esaslarını onlara haber ver.

(Ya Ali), Allah’a yemin ederim ki, senin irşadınla tek bir kişinin hidayete kavuşturulması, senin için kırmızı develerin olmasından hayırlıdır.”, buyurdu. [24]

Bu böyledir!… Kâfir ve müşriklerin, çağımızın ifade­siyle kapitalistlerin, liberalistlerin, komünistlerin, sosyalistlerin, faşistlerin, nasyonalistlerin, rasyonalistlerin, pozivistlerin ve diğer tağutîlerin… vs… vs… İslâm ile şeref bulmasına, hidayete ermesine vesile olmak, bütün dünya servetinden hayırlıdır… Mü’min müslümanlar buna, böyle inanır ve böyle amel ederler…

Ve yegane Rabbimiz Allah Teâlâ (c.c.)’in va’dı:

“Bizim uğrumuzda cihad edenlere, hiç şübhesiz onla­ra yollarımızı gösteririz. Gerçek şu ki, Allah, ihsan eden­lerle beraberdir. [25]

Ve yegane öridiremizi Rasulullah (s.a.s.)’in dilin­den… Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Üç kişi vardır ki, Allah Teâlâ’nın bunların hepsine yardım va’dı vardır:

Allah yolunda savaşan gazi,  (Azadlanması için vermesi gereken parayı/malı) ö-demek isteyen mukateb köle.

Ve nefsini harama girmekten men’etmek isteğiyle evlenen adam.[26]

Allah yolunda cihad ederken ve bu uğurda savaşır­ken, cihad öncesi ve fiilî cihad sırasında yerine getirilmesi gerekli şartlar vardır. Cihad öncesi şu şartlara dikkat edilmeli ve İslâmî ölçüde gerçekleştirilmelidir:

1) Cemaat olmak.

2) Emiri seçmek.

3) Seçilen emire bey’at etmek.

Fiilî cihad sırasında dikkat edilecek ve İslâmî ölçü­lerde gerçekleştirilecek şartlar da şunlardır:

1) Mal fedâkârlığı. ,

2) Can fedâkârlığı.

3) Her yönüyle hassas bir tedbir.

4) İhsan üzere olmak, yani verilen görevleri hakkıyla yapmak.

Bu şartların mü’min muvahhid müslümanlann ara­sında hakkıyla gerçekleşmesi lazımdır ki, Rabbimiz Allah (c.c.) ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in emrettikleri, anın vacibi olan ve kerahat vakti bulunmayan Allah yolunda cihad farzı edâ edilmiş olsun…

Mü’min mücahidler için, Ka’b b. Mürre (r.a.)’ın riva-yetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Her kim müslümanhkta bir kıl ağartırsa, o (ağarmış kıl), kendisi için kıyamet günü ışık olacaktır. [27]

Amr b. Abese (r.a.)’ın rivayetiyle de, önderimiz Ra­sulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Her kim Allah yolunda (savaşlarda) bir kıl ağartırsa, o (ağarmış kıl), kıyamet günü kendisi için ışık olacaktır.[28]

Böylece Özet de olsa, Allah yolunda cihad ve bu u-ğurda savaşla ilgili Kitab ve Sünnet’ten hareketle konuyu gündeme getirmeye çalıştık… Bu konuda yegane Rab­bimiz, İlâhımız ve Melikimiz Allah Teâlâ’nın emirlerini, ve yegane önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in örnek uygula­masını, talimatlarını izah etmeye gayret ettik… Anlatılan tüm doğrular İslâm’a aiddir. Bir noksanlık veya bir hata var ise, O da, bizim yetersizliğimizdendir. Bundan dolayı affı bol Rabbimiz Allah’ın rahmetine ve affına sığınıyo­ruz!…

 



[1] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-îmare, B.47, Hds.158 SüneiM EbuDavud, Kitabu’l-Cihad, B.17, Hds.2502. Şünen-i Neseî, Kitabu’l-Cihad, B.2, Hds.3083. ‘

[2] Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’l-Cihad, B.5, Hds.2763. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedaîlu’1-Cihad, B.25, Hds. 1717.

[3] Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cihad, B.19, Hds.3I20

[4] Sahih-i Buhârî, Kitabu’r-Rikaak, B.34, Hds.81 Sahih-i Müslim, Kitabu’l-îmâre, B.34, Hds.122-127. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.5, Hds.2485 Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailu’l-Cihad, B.24, Hds.1711. Sünen-i Neseî, Kitabu’z-Zekat, B.74, Hds.2559. Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’l-Fiten, B.13, Hds.3978.

[5] Sünen-i Tinnizî, Kitabu Fedailu’l-Cihad, B. 17, Hds. 1702

[6] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Melahim, B.I7, Hds.4344. Sünen-i Tirmizî, Kitabu11-Fiten, B.12, Hds.2265^-Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Bey’at, B.37, Hds.4191. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B.20, Hds.4011-4012

[7] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihad ve’s Siyer, B.22, Hds.34 Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cihad ve’s Siyer, B.6, Hds.20 Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailu’İ Cihad, B.3, Hds.1710.

[8] Sünen-i Neseî, Kitabu’z-Zekat, B.49, Hds.2516 Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’I-Vitr, B.12; Hds.1449. Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’l-Cihad, B-15, Hds.2794 (Kısmen) Sünen-i Dârimî, Kitabu’s-Salat, B.135, Hds.1431

[9] Sahih-i Buhâri, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.155, Hds.228 Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.6, Hds.20 Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.89, Hds.2631

[10] Sahih-i Müslim, Kitabu’I-İmâre, B.28, Hds.106.

[11] Tevbe, 9/45-47

[12] Sahih-i Müsüm, Kitabu’l-İmare, B.31, Hds. 116 Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Vitr, B.26, Hds. 1529 Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cihad, B.18, Hds.3117.

[13] Enfal . 8/59-60

[14] Enfal, 8/60

[15] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.52, Hds. 167. Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’l-Cihad, B.19, Hds.2813. Sünen-i Ebu Davuds!Kitabu’l-Cihad, B.23, Hds.2514. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l Kur’ân, B.9, Hds.3277

[16] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmâre, B.52, Hds.169 Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’l-Cihad, B.19, Hds.2814

[17] Tevbe, 9/123

[18] “(Önce) en yakın hısımlarını uyar.” (Şuara, 26/214)

[19] Sahih-i Buhârî, Kitabu’I-Cihad ve’s-Siyer, B.38, Hds.58 Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B.38, Hds.135-136 Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedaiiu’l Cihad, B.6, Hdş.İ 678-1679 Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’I-Cihad, B.20, Hds.2509, Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’I-Cihad, B.3, Hds.2758-2759.

[20] Sahih-i Müslim, Kitabu11-İmare, B.38, Hds.138 sünen-i Ebu Davud, Kitabu’İ-Cihad, B.20. Hds.2510

[21] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.U, Hds.2496.

Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cihad, B.47, Hds.3175-B.48, Hds.3176-77

Sahih-i Müslim, Kitabu’l-îmare, B.39, Hds.139

İmam Azam, Müsned, Kitabu’l-Cihad ve’s Siyer, Hds.315/1

[22] Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’l-Cihad, B.5, Hds.2762. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.17, Hds.2503 Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cihad, B.44, Hds.3166-3167.

[23] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.2, Hds.3 Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B.82, Hds.2612. Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’l-Cihad, B,38, Hds.2858. Sünen-i Tinnizî, Kitabu’s-Siyer, B.47, Hds.1666. İmam Azam, Müsned, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, Hds.316/2

[24] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B.101, Hds.152. Sahih-i Müslim, Kitabu Fedailu’s-Sahabe, B.4, Hds.34.

[25] Ankebut, 29/69

[26] Sünen-i İbn Mâce, Kitabu’1-Itk, B.3, Hds.2518. Sünen-i Ncseî, Kitabu’n-Nikâh, B.5, Hds.3204 Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailu’i-Cihad, B.20, Hds.1706

[27] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailu’l-Cihad, B.9, Hds.1684.

[28] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailu’l-Cihad, B.9, Hds.1685