Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasule itaat edin ve sizden olan emir sahihlerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu, Allah’a ve Rasulüne döndürün. Şayet Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.[1]
İmanın ve İslâm’ın sınırlarının net bir şekilde beyan edildiği bu âyet-i kerime, aynı zamanda Tevhid üzere olan İslâm toplumu anayasasının kaynağını da ortaya koymaktır… Yegâne hayat nizamı olan İslâm’ın ahkâm kaidelerini ve egemenliğin kime aid olduğunu da kesin olarak beyan etmektedir… Katıksız ve gölgesiz iman etmenin gereği olan itaatin, kime ve nasıl olunacağım da öğretiyor… Kayıtsız ve şartsız itaat beyan edilirken, şartlı itaatin sınırı belirtiliyor…
Âyet-i kerimenin inzal sebebi, âyetin daha iyi anlaşılmasını sağlamaktadır… Ayetin inzal olduğu ortam önemli… O ortamın şartlarından ve âyetteki beyan edilen hakikatlardan hareketle çağımızda gelişen olay ve hakikatlan kavramak daha kolay olur…
Abdullah ibn Abbas (r.anhuma):
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasule itaat edin ve sizden olan emir sahiblerine de âyeti, o zaman Rasulullah’ın kendisini bir seriyyede (askerî birlikte) kumandan yaparak gönderdiği Abdullah b. Huzafe ibn Kays ibn Adiyy hakkında indi, demiştir.[2]
Olayı, Emirü’1-mü’minin îmam Ali b. Ebi Talib (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), bir seriyye gönderdi de başlarına En-sar’dan bir adam (Abdullah b. Huzafe) kumandan tayin etti. Ve askerlere, kumandanlarına itaat etmeyi emretti.
Kumandan, yolda maiyyetine öfkelendi de:
Rasulullah (s.a.s.), bana itaat etmenizi emretmiş değilmiydi? dedi.
Askerler:
Evet, emretti, dediler. Kumandan:
Kafi olarak size emrettim ki, muhakkak odun toplayacaksınız ve bir ateş yakacaksınız, sonra da o ateşin içine gireceksiniz! dedi.
Sahabîler, odun topladılar, bir ateş yaktılar. (Bazısı) ateşin içine girmeye kasdettikleri zaman bir kısmı, diğer bir kısmına:
Bizler, Rasulullah’a ancak ateşten kaçmak için tabi olmuşuzdur. Böyle iken şimdi biz, bu ateşe girer miyiz? dedi.
Onlar, böyle konuşma yaptığı sırada ateşin alevi söndü ve kumandanın da öfkesi sakinleşti. Sonra bu olay, Rasulullah (s.a.s.)’e anlatılınca Rasulullah (s.a.s.):
“Eğer mücahidler, bu ateşe girselerdi, ebediyen ondan dışarı çıkmazlardı. Çünkü amire itaat ancak ma’kul ve meşru’ olan emirler hakkındadır!” buyurdu.[3]
Her zaman ve her yerde egemenlik, kayıtsız ve şartsız Alİah Teâlâ’ya aiddir… O, yerde de İlâh’tır gökde de İlâh’tır… O’nun egemenliği bütün kâinatı kuşatmıştır… O, insan kullarını, yalnız, ve yalnız kendisine ibadet etsinler diye yaratmış ve bu yaratılış gayeleri doğrultusunda yaşasınlar diye onlara Kitab ve Rasul göndermiştir… Yegâne Rabb Allah Teâlâ’ya ve gönderdiklerine katıksız iman edenler, imanın gereği olan itaati gündeme getirirler… Rabbîeri Allah’a tereddüd etmeden itaat ederler… Allah’a itaat demek olduğu inancıyla Rasul (s.a.s.)’e itaat ederler… Kendilerinden olan, onlar gibi Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e iman edip itaat eden emir sahiblerine de, kendilerini Kur’ân ve Sünnet ile yönettikçe itaat ederler…
İmam Taberî (rh.a.), bu âyetin tefsirinde şunları beyan eder:
“Ey iman edenler, Allah’ın kitabı olan Kur’ân’a ve onun açıklaması olan Peygamberin Sünneti’ne uyarak bütün emir ve yasaklarda Allah’a ve Rasulüne itaat edin… Allah’a itaate vesile olacak ve müslümanlann menfaatlerini gerçekleştirecek hususlarda da sizden olan müslüman idarecilere itaat edin. Eğer gerçekten Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, herhangi bir meselede sizlerle idarecileriniz anlaşmazlığa düşerseniz işi, Allah’a ve Rasulüne havale edin. Bu, sizin için Allah katında daha hayırlı ve netice bakımından daha güzeldir.
Âyet-i kerimede Allah’a itaat edilmesi emredilmektedir. Allah’a itaatten maksad, O’nun bize gönderdiği emirleri tutmak ve yine O’nun bize yasakladığı şeylerden kaçınmaktır.
Yine âyet-i kerimeden Rasulullah’a itaat edilmesi emredilmektedir. Zira, Rasulullah’a ittat etmek, Allah’a itaat etmektir.
Allah Teâlâ, âyet-i kerimesinde Rasulullah’a, hayatta iken emir ve yasaklarında O’na uyulmasını, vefatından sonra da O’nun Sünneti’ne tabi olunmasını emretmiştir. Çünkü âyetteki itaat emri geneldir.[4]
Yegâne Rabbimiz Allah, katıksız ve gölgesiz iman eden müvahhid kullarına, kendisine ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat edilmesini emretmektedir… Çünkü itaat, imanın gereğidir… Kâmil i-man, itaati emreder… Katıksız iman sahibi her mü’min müslüman, imanın gereği olan Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e itaati em-rolunduğu gibi yerine getirir… İtaat konusunda herhangi bir suç işlememeye ve noksanlık yapmamaya gayret eder…
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Ey iman edenler, Allah’a ve Rasulüne itaat edin. Siz de işitiyor iken, O’ndan yüz çevirmeyin. [5]
“Allah’a itaat edin ve Rasulüne de itaat edin. Şayet yüz çevirecek olursanız, artık Rasulümüz üzerine düşen (yalnızca) apaçık bir tebliğ (gerçeği en yalın biçimde size iletme)dir.” [6]
“Ey iman edenler, size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Rasulüne icabet edin. Ve bilin ki muhakkak Allah, kişi ile kalbi arasına girer ve siz, gerçekten O’na götürülüp toplanacaksınız. [7]
“Ey iman edenler, Allah’ın ve Rasulü’nün huzurunda öne geçmeyin ve Allah’dan sakının. Şübhesiz Allah, işitendir, bilendir.
Ey iman edenler, seslerinizi Peygamberin sesi üstünde yükseltmeyin ve birbirinize bağırdığınız gibi, O’na sözle bağırıp söylemeyin, yoksa siz şuurunda değilken, amelleriniz boşa gider.
Şübhesiz, Allah’ın Rasulü’nün yanında seslerini alçak tutanlar, işte onlar, Allah kalblerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır. [8]
İmam İbn Kesir (rh.a.), bu âyetleri tefsir ederken şu hakikati beyan ediyor:
“Bunlar, Allah Teâlâ’nm inanan kullarına kazandırmak istediği edeblerdir. Böylece Rasulü (s.a.s.)’e karşı hürmet, ihtiram ve ta’zimle davranacaklardır.
Şöyle buyurur:
“Ey iman edenler, Allah’ın ve Rasulü’nün huzurunda öne geçmeyin. (Rasulünden önce herhangi bir şeye koşmayın. Bütün işlerde O’na tabi olun).”
Muâz hadisinde belirtilen şer’î edeb de, bu âdabın umûmî olan hükmü içine girer.
Bu hadise göre Hz. Peygamber (s.a.s.), Muâz’ı Yemen’e gönderdiği vakit O’na:
“Ne ile hükmedeceksin?” diye sormuştu. Muâz:
Allah’ın Kitabı’yla, dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.):
“Şayet onda bulamazsan?” diye sordu. Muâz:
Allah Rasulü’nün Sünneti ile, dedi. Rasulullah:
“Onda da bulamazsan?” sorusuna, Muâz:
Kendi görüşümle ictihad edirim, dedi. Rasulullah (s.a.s.), Muâz’in göğsüne vurarak: “Rasulullah’ın elçisini, Rasulullah’m hoşlandığına muvaffak kılan Allah’a hamdolsun!” buyurdu.[9]
Bu hadisi zikretmekten maksad şudur ki, Hz. Muâz (r.a.) kendi görüşünü, düşüncesini ve içtihadını, Kitab ve Sünnet’ten sonraya bırakmıştır. Şayet onlarda aramaksızın, Kitab ve Sün-net’te aramazdan önce kendi görüş ve içtihadını öne geçirmiş olsaydı, bu dahi, Allah ve Rasulü’nün huzurunda öne geçme kabilinden olurdu.
Ali b. Ebu Talha (rh.a.), İbn Abbas (r.anhuma)’dan rivayetle:
“Allah ve Rasulü’nün huzurunda öne geçmeyin” âyetini, Kitab ve Sünnet’e muhalif şeyler söylemeyin, şeklinde açıklar.[10]
Yegâne Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasule itaat edin ve (cendi amelerinizi geçersiz kılmayın.
Şübhesiz inkâr edenler, Allah’ın yolundan alıkoyanlar, sonra ölenler, işte Allah, onlara kesinlikle mağfiret etmeyecektir.[11]
“De ki: ‘Allah’a ve Rasulüne itaat edin.’ Eğer yüz çevirirlerse, şübhesiz Allah, kâfirleri sevmez. [12]
“Kim imanı tanımayıp küfre sapırsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O, ahirete hüsrana uğrayanlardandır. [13]
İmam İbn Kesir (rh.a.) beyanıyla:
“Allah Teâlâ, havâss ve avamdan olan herkese emrederek buyuruyor ki: ‘Allah’a ve Rasulüne itaat edin.’ Eğer yüz çevirirlerse (O’nun emrine muhalefet ederlerse), şübhesiz Allah, kâfirleri sevmez.”
Bu da, delâlet ediyor ki, davranışlarında Rasulullah (s.a.s.)’e zıt hareket etmek küfürdür. Bu vasıfta olanları -her ne kadar kendini, Allah’ı seviyor ve O’na yakınlaşıyor zannetse de- Peygamberlerin sonuncusu, cinler ve insanlar âlemine Allah’ın elçisi, Ümmî Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.)’e uyuncaya kadar Allah, kat’iyyen sevmeyecektir. O, Peygamber ki, Nebiler, Rasuller, hatta Ulu’1-Azm Peygamberler, O’nun zamanında gelmiş olsalardı, O’na ve dinine tabi olmaktan başka birşey yapamazlardı.[14]
Yegâne Rabbimiz Allah’a itaat, O’nun emir ve nehiyleri-ne tam teslim olmak, emrolunan şeyleri gereği gibi yapıp, neh-yolunan şeylere yaklaşmamak ile gerçekleşir… Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’e itaat ise, O’nun Sünneti’ne tam riâyet edip hayatımızda uygulamak ile yerine gelmiş olur…
Hangi konuda olursa olsun, mü’min müslüman kadın ve erkek, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in hükmüne tabi olup itaat etmesi gerekir… Allah ve Rasulü (s.a.s.), hüküm verdiği zaman, mu-vahid mü’minler, hemen tabi olur ve nefsanî arzularını ayakların altına alırlar… Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in hükmüne tabî olmakta tereddüd etmez ve bu konuda seçmek hakkına sahib, yani muhayer olmadığını bilir, buna, kesin iman ederler…
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Allah ve Rasulü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Rasulü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.[15]
İmam Kurtubî (rh.a.), bu âyetin tefsirinde şunları söyler:
“Yüce Allah, Allah’a ve Rasulü’ne isyan eden kimseleri tehdid etmekte ve bunların, sapıtmış olacaklarını haber vermektedir. İşte bu, bizim mezhebimize mensub fukahâ ile İmam Şafiî mezhebine mensub fukahânm çoğunluğunun ve bazı usûl-cülerin kabul ettikleri şekilde, ‘yap’ kipinin asıl anlamı itibariyle vücub için kullanılmış olduğu kanaatlerine en açık bir delildir. Çünkü şanı yüce Allah, kendisinin ve Rasulünün emrinin işitilmesi hâlinde mükellefin istediğini seçebilmek hakkım ortadan kaldırmakta, daha sonra da böyle bir emrin sadır olmasına rağmen istediğini seçmeye kalkışan kimsenin de isyan etmiş olacağını belirtmekte, böyle bir masiyetin sonucu olarak da dalâletin, yani sapıklığın sözkonusu olacağını bildirmektedir. O hâlde, emir kipinin vücub ifade ettiğini kabul etmek gerekmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah’dır.[16]
İnkârı imkânsız apaçık hakikat bu iken, egemen tağutlar tarafından işgal edilen ve her türlü zulmün, küfrün, şirkin, sömürünün işlendiği İslâm topraklarında işlenen korkunç cinayetlere dikkat edilsin!.. Allah’ın ve Rasulü (s.a.s.)’in kesin hükmüne rağmen, kendilerini müslüman kabul edenlerin, ta-ğutların hükmünü kabul etmeleri ve kendilerini şirk hükümlerine göre yönetecekleri kendilerine vekil kılıp seçmeleri ne ile izah edilir?!..
Müstekbir tağutların egemenliğindeki işgal edilmiş İslâm topaklarında yaşayan ve müslüman olduklarını beyan edenler, kendilerini tağutî hükümlerle, yani şirk ve küfürle yönetmeye talib iki gruptan birine vekalet verip işbaşına getirmeye çalışırken, “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye'”nin, “Makaale-i Saniye – Kavâid-i Fıkhiyye Bey anındadır.” bölümünde yer alan 29. Fıkhı kaideyi delil olarak aldıklarını beyan ediyorlar…
Fıkhî kaidelerden 29. kaide şudur:
“Ehven-i şerreyn ihtiyar olunur.”
“İtikadî mes’elelerde değil, mü’minlerin günlük hayatlarında karşılaştıkları fıkhî mes’elerde geçerli” olan bu kaide, kendisinden önceki iki kaide ile beraber mutaala edilir:
“27- Zarar-ı eşed, zarar-ı ehaf ile izâle olunur.
28- İki fesad tearuz ettikde ehaffi irtikâb ile a’zamının çaresine bakılır.[17]
Heva ve heveslerin ilâhlaştıolarak[18] ve bu ilâhların ar-zularınca hazırlanılarak ortaya konulup onunla yönetilen tağutî ideolojik düzenlerden herhangi birisini diğerine tercih hakkı hiç bir kula verilmemiştir…
Yegâne Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Hüküm, yalnızca Allah’ındır. [19]
“Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah, ne yücedir. [20]
“(Allah) Kendi hükmünde hiç kimseyi ortak kılmaz. [21]
Tağutî düzenlerde, belirlenmiş bir zaman diliminde, ta-ğutun şirk ve küfür olan hükümleriyle hükmetmek için iktidar koltuğuna oturacak iki gruptan birini seçerken, yani onları “teşriî makamına” vekil olarak gönderirken, Mecelle’nin fıkhî kaidesi olan “ehven-i şerr” kaidesi, nasıl delil olabilir?
Kendini müslüman kabul eden biri, ortağı ve benzeri olmayan Rabbi Allah’a birilerini hükümde ortak etmek, ya da Allah’ın hükmünü bir yani bırakıp tağutun hükmünü tercih etmek hakkına sahib midir?!.. İki şirkten birini, iki küfürden birini veya şirk ve küfür ile hükmedecek iki gruptan birini seçme hakkına sahib mi? Yegâne Rabbimiz Allah, kullarına böyle bir hak vermiş midir?.. Yoksa aksine, kendisine asla şirk koşulma-masını mı emretmiştir?..
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
“Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, artık salih bir amelde bulunsun ve Rabbine ibadette hiç kimseyi ortak tutmasın.[22]
“Hiç şüphesiz Alİah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, elbette o, uzak bir sapıklıkla sapmıştır. [23]
“Andolsun, Sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): ‘Eğer şirk koşacak olursan, şübhesiz amellerin boşa çıkacak ve elbettte sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın. [24]
Mecelle’deki bulunan fıkhî kaidelerin açıklamalarından ve verilen örneklerden de apaçık anlaşılan bu fıkhî kaideleri, akideyi ilgilendiren mes’elelere delil getirmek, itikadı ve fıkhî bilen hiç bir mü’min müslüman kulun düşeceği bir hata olmaması gerektir! [25] Fıkhî kaideyi, akîdeye delil getirenler ve şirk ile hükmedecek iki gruptan birisini kendine vekil kılıp seçebileceklerini beyan edenler, ya gafletten, ya cehaletten, ya da ihanetten bir hâlin ehlidirler… Eğer bu iddia sahihleri, gerçekten iyi niyetli ve samimi kişiler iseler, konuyu yeniden ele almalı ve İslâm’ın gayesine uygun ilmî bir şekilde incelemelidirler!..
İslâm’ın fıkıh kaidelerini, İslâm’ın gayesine aykırı yorumlamak ve bu hatalı yorum ile amel etmek sonucu, bir asra yakın bir zamandır İslâm topraklarını işgal eden tağutlann zulüm düzenlerinin ayakta kalmasını sağlamıştır… Kendisini müslüman kabul eden kitleler, bu yanlış ve hatalı yorumlarla egemen müşrik ve zalim tağutlann destekçileri oldular… Hâlâ da olmaya devam ediyorlar… Müşrik ve zalim egemen tağutla-ra itaat ediyor, onların hükümlerine göre hayatlannı ve işlerini tanzim ediyorlar… Halbuki yegâne Rabbirniz Allah, yalnızca kendisine ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat edilmesini emredip razı olmuştur… O hâlde her mü’min müslüman, bütün hatalarından nasuh tevbesiyle tevbe edip yalnızca Allah’a ve Rasulullah (s.a.s.)’e itaat etmeli, tağutları tanımayıp reddederek Allah’a inanmalıdır… Böylece kopması imkânsız kurtuluş kulpuna yapışmış ve kurtulmuş olur.[26]
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.):
“Ümmetimin hepsi cennete girecektir. Ancak imtina
edenler girmeyecektir.” buyurdular.
Sahabîler:
Ya Rasulullah, kimler imtina edecekler? diye sordular.
Rasulullah (s.a.s.):
“Her kim bana itaat ederse, cennete girecektir. Her kim de bana âsî olursa, o da (davetimi kabul ve emirlerime itaatten) çekinip imtina etmiş olur (ve cennete giremez).” buyurdular. [27]
Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
“Biz, Rasullerden hiç kimseyi ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat edilmesinden başka bir şeyle göndermedik. Onlar, kendi nefislerine zulmettiklerinde şayet sana gelip Al-lah’dan bağışlama dileselerdi ve Rasul de onlar için bağışlama dileseydi, elbette Allah’ı, tevbeleri kabul eden, esirgeyen olarak bulurlardı.
Hayır öyle değil, Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.[28]
“Kim Rasule itaat ederse, gerçekte Allah’a itat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse, Biz Seni, onlann üzerine koruyucu göndermedik. [29]
Abdullah ibn Ömer (r.anhuma)nm rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
“Kim bana itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim bana isyan ederse, Allah’a isyan etmiş olur. [30]
İrbad b. Sariye es-Sülemî (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte Hayber’e inmiştik. Yanında da Ashabından (o gün) beraberinde bulunan kimseler vardı. Hayber’in başkam, inadçı ve kurnaz bir adamdı.
Rasulullah (s.a.s.)’e dönerek:
Ya Muhammed, sizin, bizim eşeklerimizi kesmeniz, kadınlarımıza saldırmanız caiz midir? dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) öfkelenip:
“Ya İbn Avf, atına bin ve: – Haberiniz olsun! Cennet(e girmek) mü’minden başkasına helâl değildir. Namaz için toplanınız diye haykır!” buyurdu.
(İbn Avf da, bu emri yerine getirdi.) Bunun üzerine (As-hab-ı Kiram bu davete uyarak) toplandılar. Rasulullah (s.a.s.), onlara (imam olup) namaz kıldırdı. (Namaz kıldıktan) sonra ayağa kalkıp:
“Sizden biriniz koltuğuna yaslanarak Allah’ın, şu Kur’ân’daki yasakladığı şeylerden başka hiç bir şeyi yasaklamadığını mı zannediyor? Şunu iyi bilin ki, Vallahi ben, (hem) öğüt verdim, (hem bazı şeyleri) emrettim, (bazı şeyleri de) yasakladım. (Benim emrettiğim ve yasakladığım bu) şeyler, Kur’ân(daki yasaklar) kadar vardır. Yahud da ondan daha fazladır.
Yüce Allah, sizin izinsiz olarak, Kitab Ehli’nin evlerine girmenizi helâl kılmadığı gibi, üzerlerinde olan vergiyi ödedikleri zaman kanlarına saldırmanızı ve meyvelerini yemenizi de helâl kılmadı!” buyurdu.[31]
el-Mikdam b. Ma’diykerib (r.a.)’ın Rasulullah (s.a.s.)’den rivayet ettiği:
“Oysa Rasulullah’ın haram kıldığı şey, Allah tarafından haram kılman şey gibidir.” hadisini, daha önce zikretmiştik. [32]
Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Ben, sizleri bir şeyden nehyettiğim zaman, ondan sakının. Sizlere bir şey emrettiğim zaman da emrimi tutunuz! Gücünüzün yettiği kadar onu yerine getiriniz!” [33]
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Rasul, size ne verirse artık onu alın, sizi neden sakmdı-nrsa artık ondan sakının ve Allah’dan korkun. Şübhesiz Allah, cezası (ikabı) pek şiddetli olandır. [34]
“O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.
O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiy[35]
Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e emrolundukları ve gereği gibi itaat edip hayatlarını ona göre düzenleyenler, yine Rabbimiz Allah’ın ve O’nun Rasulü (s.a.s.)’in emri gereği kendileri gibi katıksız iman ederek itaatkâr olan emir sahihlerine de itaat etmelidirler… Emir sahihleri, yani mü’min müslüman yöneticiler, Allah’ın hükümleri ve Rasulullah (s.a.s.)’irı Sünneti’yle idare ettikleri müddetçe, mü’min müslümanların onlara itaat etmeleri bir kulluk vazifesidir…
Ümmü’l-Husayn (r.anha) anlatıyor:
Rasullah (s.a.s.), Veda Hacci sırasında Akabe’de bir çok sözler söyledi. Sonra şöyle buyururken işittim:
“Eğer size azası kesilmiş bir köle emîr tayin îdilir de, sizi Allah’ın Kitabı ile idare ederse, hemen kendisini dinleyip itaat edin! [36]
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
“(Benim tayin ettiğim) emre itaat eden, bana itaat etmiştir, Emre isyan eden, bana isyan etmiştir.
(İslâm Devlet başkanı olan) İmam, (Millet için) bir kalkandır. Onun ardında, onun emrinde harb yapılır. Onunla (düşmandan) komnulur. Eğer o, millete Allah’a takva ile emrederse ve adaletle hareket ederse, bu emri ve adaleti sebebiyle onun için sevab vardır. Eğer takva ve adaletten başkasıyla emir ve hükmederse, bundan meydana gelen günah, onun üzerine dönen[37]
Abdullah ibn Ömer (r.anhuma)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Devlet amirlerinin, sevdiği yahud sevmediği hususlardaki emirlerini dinlemek veya masiyetle emrolunmadıkça itaat ve icabet etmek, müslim kişi üzerinde bir haktır.
Masiyetle emrolunduğu zaman da, onları dinlemek ve itaat etmek yoktur.[38]
Emirü’l’Mü’minin İmam Ali (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Allah’a isyan hususunda itaat yoktur. İtaat, ancak ma’ruf (meşru olan bir şey hususun)dadır.[39]
Ulu’1-emre itaat ancak Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat edildiği müddetçe devam eder. Eğer Ulu’1-emr olan, yani toplumda yönetici makamında bulunan kişiler, Allah’ın ve Rasulullah (s.a.s.)’in hükümlerini bir yana bırakır ve tagutî şirk hükümleriyle hükmedecek olurlarsa, Allah’a isyan etmiş olduklarından dolayı onlara itaat edilmez… Ancak Allah’a itaat eder ve Allah’ın hükümleriyle emreder, Rasulullah (s.a.s.)’in Sün-neti’ne göre davramlırsa, onlara itaat edilir…
Zalim tağutlann işgali altındaki İslâm topraklarında yaşayan müslümanlar, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in beyan buyurduğu bütün çağlan kuşatıcı ve her zaman geçerli bu ölçüye göre hareket edecek olurlarsa, kör düğüm hâline getirilmiş bir çok mes’elelerini çok kolay çözerler… Bu ölçüyü kaybederlerse, hiç bir mes’elelerini sıhhatli çözme imkânını bulamazlar…
Muvahhid mü’nıinler, ma’ruf olana, yani İslâm’a uygun olana itaat eder, İslâm’a uygun olmayan hükümlere ise, asla itaat etmezler… İslâm’a uygun olmayan emri, kim emrederse etsin birdir… Emreden kim olursa olsun, emredene değil, emredilene bakılır… Eğer emredilen şey, Allah’a isyan ise, emreden çok kabul gören bir kişi olsa bile ona, asla itaat edilmez… Çünkü Allah, İslâm’a uygun olanım kabul edip itaat etmek üzere bey’atm alınmasını emrediyor:
“Ma’ruf (iyi, güzel ve yararlı bir iş) konusunda isyan etmemek üzere, sana bey’at etmek amacıyla geldikleri zaman onların bey’atlarım kabul et.[40]
Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e katıksız iman edip itaat eden muvahhid mü’minler, kendileri gibi olup Allah’ın Kitabiyi hükmeden “Uru’l-emr'”e itaat ederler… Herhangi bir işte uzlaşmazlığa düşecek olurlarsa, onun hükmünü Allah’a ve Rasulüne havale ederler… Allah ve Rasulü, o iş konusunda ne buyururlarsa, hiç bir itiraz ve tereddüde kalkışmadan hemen tabi olur, boyun bükerler… Bu teslimiyetleri, Allah’a ve ahiret gününe katıksız iman etmelerinden dolayıdır… Böyle davranmaları, en hayırlı ve sonuç bakımından en güzeldir… Rabbimiz Alİah şöyle buyurur:
“Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey, artık onun hükmü Allah’ındır. İşte Rabbim olan Allah. Ben, O’na tevekül ettim ve yalnızca O’na dönüp yöneldim. [41]
Bu âyetin tefsirinde İmam Kurtubî (rh.a.) şöyle diyor: “Hakkında ihtilafa düştüğünüz herhangi bir şey…” buyruğu, Rasulullah (s.a.s.)’in mü’minlere söylemiş olduğu bir sözü aktarmaktadır. Şu demektir:
Ehl-i Kitab mensubu olan kimseler ile müşrik olan kâfir-lerden din ile ilgili hususlarda size muhalefet ettikleri herhangi bir hususta siz de onlara:
Buna dair hüküm vermek yetkisi Allah’ındır, sizin değil. O, dinin sadece İslâm olduğunu, başkasının geçerli olmadığını hükme bağlamıştır. Şeriata dair emirler ve buyruklar ise, ancak Allah’ın açıklamalarından Öğrenilir, deyin. [42]
İmam Taberî (rh.a.) şöyle diyor:
“Allah Teâlâ, kendisine, peygamberlerine ve adil olan halifeye itaat edilmesini emretmiştir. Ancak idarecilerin emir-lerinin Allah’a isyan etmeyi icab ettirmemesi gerekir. Aksi hâlde idarecilerin emirlerine itaat edilmez.
Âyet-i kerimede: “Aranızda herhangi bir şeyde anlaş-rrrazhğa düştüğünüz zaman, onun hükmünü Allah’a ve Rasulüne havale edin.” buyurmaktadır. Bu ifadeden maksad şudur:
Mü’minler, idarecileriyle veya kendi aralarında bir mes’ele hakkında ihtilafa düştükleri zaman, o mes’eleyi hâlletmek için Allah Teâlâ’nın Kitabı olan Kur’ân-ı Kerim’e başvuracaklardır. Eğer onda bahse konu olan mes’elenin hükmünü bulamayacak olurlarsa, hayatında iken bizzat Rasulullah (s.a.s.)’e, vefatından sonra da O’nun Sünneti’ne başvurup mes’elenin çaresini arayacaklardır.
Nitekim Mücahid, Katâde, Süddî ve Meymun b. Mihsan, âyetin bu bölümünü bu şekilde izah etmişlerdir.[43]
[1] Nisa, 4/59.
[2] Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tefsir, B. 83, Hbr, 106. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B. 8, Hbr. 31. Sünen-i Ebu Davud, Kİtabu’l-Cihad, B. 87, Hbr. 2624. Sünen-i Neseî, Kitabu’1-Biat, B. 28, Hbr. 4176. İmam el-Vahidî, A.g.e. Sh. 166.
[3] Sahih-i Buhârî, Kitâbu’l-Ahkâm, B. 4, Hds. 9.
Kitabu’UMağazî, B. 61, Hds. 340.
Kitabu Ahbari’l-Ahadî, B. 1, Hds. 12. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B. 8, Hds. 39-40. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’1-Cihad, B. 87, Hds. 2625. Sünen-i Neseî, Kitabu’1-Biat, B. 34, Hds. 4187. Sünen-i İbn Mace, Kitabu ‘1-Cihad, B. 40, Hds. 2864. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’1-Cihad, B. 3, Hds. 1723. İbn Kesir, A.g.e. C. 4, Sh. 1742. Ahmed b. Hanbel, (Müsned, C. 1, Sh. 82, 124, 337. C. 5, Sh. 395)’den.
[4] et-Taberî, A.g.e. C. 3, Sh. 28-29.
[5] Enfal, 8/20.
[6] Tegabün, 64/12.
[7] Enfal, 8/24.
[8] Hucurat, 49/1-3.
[9] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Akdiye, B. 11, Hds. 3592. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Ahkâm, B. 3, Hds. 1343. Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B. 20, Hds. 170. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 5, Sh. 230, 236, 242.
[10] İbn Kesir, A.g.e. C. 13, Sh. 7395-7396.
[11] Muhammed, 47/33-34.
[12] Âl-i İmrân, 3/32.
[13] Mâide, 5/5.
[14] İbn Kesir, A.g.e. C 4, Sh. 1229.
Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 3, Sh. 387. Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B. 39, Hds. 44i. Âl-i İmrân, 3/81.
[15] Ahzab, 33/36.
[16] İmanı Kurtubî, A.g.e. C. 14, Sh. 108-109.
[17] Açıklamalı, Mecelle, Hzr. Ali Himmet Berki, İst. 1990, Sh. 21, Md. 27, 28, 29.
Bu fıkhî kaidelerin bugünkü söyleyişle sadeleştirilmiş hâli şöyledir: “27- En ağır zarar, en hafif zararla bertaraf edilir.
28- İki fesad karşı karşıya geldiğinde (birbiriyle çatıştığında) en hafif olanla, en büyüğünün çaresine bakılır.
29- İki şerrin en hafifi seçilir.”
Sadeleştirilmiş Mecelle, Hzr. İbrahim Ural-Salih Özcan, İst. 1995, Sh. 27.
[18] Bkz. Furkan, 25/43. Casiye, 45/23.
[19] Yusuf, 12/40, 67. En’am, 6/57,62.
[20] A’raf, 7/54.
[21] Kehf, 18/26.
[22] Kehf, 18/110,
[23] Nisa, 4/116 ve 48.
[24] Zümer, 39/65.
[25] Bu fıkhî kaidelerin açıklamaları ve örnekleri için bkz: Ömer Nasuhî Bilmen, Hukukî İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, İst. T.y. C.l,Sh. 263-265.
Hilmi Ergüney, Mecelle Küllî Kaideleri, İst. 1965, Sh. 50-53. Mustafa Çelik, Kavaid-i Fıkhiyye Şerhi, Ank. 2002-Sh. 159-167. Kavâid-i Külliye-Fikhî Kaideler/ Mecelle, İst. 1992, Sh. 16.
[26] Bkz. Bakara, 2/256.
[27] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İ’tisam, B. 2, Hds. 12. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 2, Sh. 361. Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B. 2, Hds. 12.
[28] Nisa, 4/64-65.
[29] Nisa, 4/80.
[30] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ahkâm, B. 1, Hds. 1. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B. 8, Hds. 32. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cihad, B. 39, Hds. 2859. Sünen-i Neseî, Kitabu’1-Biat, B. 27, Hds.4175.
[31] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Harac, B. 31-33, Hds. 3050.
Kitabu’s-Sünnet, B. 6, Hds. 4604.
Not: “Dikkat! Bana Kur’ân verildi. Kur’ân’la beraber O’nun bir benzeri daha verildi.” ziyadesiyle.
[32] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’1-İlm, B. 10, Hds. 2801. Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 2, Hds. 12-13. Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B. 49, Hds. 592.
[33] Sahih-i Buhârî, Kiîabu’l-İ’tisam, B. 2, Hds. 19. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Fedail, B. 37, Hds. 130.
[34] Haşr, 59/7.
[35] Necm, 53/3-4.
[36] Sahih-i Müslim, Kitabu’1-Hacc, B. 51, Hds. 311. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Cihad, B. 28 Hds.I758. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cihad, B. 39, Hds. 2861, Sünen-i Ncseî, Kitabu’1-Biat, B. 26, Hds. 4174. Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B. 16, Hds. 96.
[37] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihaad, B. 108, Hds. 164. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B. 8, Hds. 32-33,43.
Sünen-i Neseî, Kitabu’1-Biat, B. 27, Hds. 4175, B. 30, Hds. 4178. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B. 151, Hds. 2757. Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 1, Hds. 3. (Birinci kısım).
[38] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ahkâm, B. 4, Hds. 8.
Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B. 107, Hds. 163. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B. 8, Hds. 39. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B. 87, Hds. 2626. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Cihad, B. 29, Hds. 1759. Sünen-i Neseî, Kitabu’1-Biat, B. 34, Hds. 4188. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cihad, B. 40, Hds. 2864. İbn Kesir, A.g.e. C. 4, Sh. 1746. Ahmed b. Hanbel’den.
[39] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B. 8, Hds. 39.
Sahih-i Buhârî, Kitabu Ahbâri’l-Ahadî, B. 1, Hds. 12.
[40] Mümtehine, 60/32.
[41] Şura, 42/10.
[42] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 15, Sh. 376.
[43] et-Taberî, A.g.e. C. 3, Sh. 31.