Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuruyor.
“Ey iman edenler, Allah’ın şiarlarına, haram olan aya, kurbanlık hayvanlara, (onlardaki) gerdanlıklara ve Rabblerin-den bir fazl ve hoşnudluk isteyerek Beyt-i Haram’a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. Sizi, Mescid-i Haram’dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlasın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmaym ve Allah’dan korkup sakının. Gerçekten Alİah, (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.[1]
Yaratılış gayeleri, yalnız ve yalnız Alemlerin Rabbi Allah Teâla’ya ibadet etmek, yani yalnızca Allah’a ve O’nun i-man edilmesini emrettiği ilkelere iman edip itaat eden mü’min Müslümanlar, hikmetinden sual etmeden Rabbleri Allah’a teslim olmuşlardır… Allah Teâlâ, ne emretmiş ve önder Rasulul-‘an (s.a.s.) nasıl yapıp göstermiş ise, öylece hareket etmek, mü’min müslümanlarm kulluk vazifesidir… Rabbleri Allah’ın emrettiğine, niçin ve neden sorularını sormadan teslim olurlar.., Çünkü onlar, katıksız iman etmişlerdir ki Rabbleri Allah, herhangi bir şeyi emrettiğinde mutlaka mü’min müslüman kullarının hayrına ve faydasınadır… Herhangi bir şeyi de yasakladığında, o şey de mü’min müslüman kullarının zararınadır… Bunun için mü’min müslümanlar, aklını, mantığını, nevasını, hevesini ve menfaatim devreye sokmadan, “madem ki, yegâne Rabbim Allah emretmiştir, o hâlde yalnız doğru olan budur.” deyip hemen teslim olurlar… Emredilen şeyin hikmetini kavramadığı için hoşuna gitmese de, ona göre hayırlı görülmese de, “yalnız doğru olan Allah’ın emrettiğidir… Bu, benim ve Ümmet için hayırlı olandır” diyerek itaat ederler…
Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir serdir. Allah bilir de, siz bilmezsiniz.[2]
İkrime (rh.a.), bu âyet-i kerime hakkında şöyle demektedir:
Onlar, önceleri cihaddan hoşlanmadılar, daha sonra onu sevmeye ve: “Dinledik ve itaat ettik” demeye başladılar. Çünkü verilen emri yerine getirmek bir zorluğu da ihtiva eder. Fakat ona karşı verilecek olan sevab bilindiği takdirde, o sevaba karşılık sıkıntı ve zorluklara katlanmanın ehemmiyeti kalmaz, insan nazarında bunun değeri küçülür.
Ebu Ubeyde (rh.a.) der ki:
Bu buyruktaki anlam şudur:
Sizler, cihaddaki sıkıntıları, zorluklan hoş görmeyebilirsiniz. Halbuki o, sizin için daha hayırlıdır. Çünkü cihad ile galib gelirsiniz, zafer kazanırsınız ganimet elde edersiniz ve size ecir verilir. Ölen de, şehid olarak ölür. Halbuki sizler, rahatı ve savaşı terk etmeyi seviyor olabilirsiniz. Amma o, sizin için daha kötüdür. Çünkü sizler, mağlub edilir, zelil edilir, elinizdeki imkânlar yok olup, gider.[3]
Rabbimiz Allah’ın:
“Ey iman edenler, Allah’ın şiarlarına, haram olan aya, kurbanlık hayvanlara (onlardaki) gerdanlıklara ve Rabblerinden bir fazl ve hoşnudluk isteyerek Beyt-i Haram’a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin.. Sizi Mescid-i Haram’dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya
sürüklemesin…..” emri de, nefsin hoşuna gitmese de, “dinledik
ve itaat ettik” diye hemen teslim olmayı gerektiriyor…
Ayet-İ kerimenin inzâ! sebeb ve ortamına baktığımızda, bu emri ve hikmetini daha iyi kavrayabiliriz.
Abdullah ibn Abbas (r.anhuma) anlatıyor:
Bu âyet, kendisine “Hutam” denilen Şurayh b. Du-bey’a el-Kindî hakkında inmiştir.
Bu Zat, Yemame’den Medine’ye Peygamber (s.a.s.)’e geldi. Atını, Medine’nin dışına bırakmıştı. Tek başına Hz. Peygamber (s.a.s.)’in huzuruna geldi.
Hz. Peygamber (s.a.s.), Ashabına buyurdu ki:
“Şeytanın diliyle konuşan bir adam huzurumuza giriyor.” (Hutam, huzura girip):
İnsanları neye davet ediyorsun? diye sordu.
Rasulullah (s.a.s.):
“Allah’dan başka hiç bir İlâh olmadığına şenadet etmeye, namaz kılmaya ve zekat vermeye davet ediyorum.” buyurdu.
Hu tam:
Güzel, fakat benim amirlerim var, onların önünde hiçbir işe kesin karar veremem. Belki müslüman olurlar da, onları da getiririm, dedi.
Sonra Hutam, Rasulullah (s.a.s.)’in huzurundan çıktı.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Yemin ederim bu adam, bir kâfir yüzüyle girdi, bir zalimin ökçeleriyle çıktı. Bu kişi, müslüman değildir.”
Nihayet Hutam, Medine’nin deve sürüsüne uğrayıp, önüne kattı. İnsanlar, onu takibe başladılar. Fakat onu yakala-yamadılar.
Rasulullah (s.a.s.), (Hudeybiye anlaşmasından sonra) Kaza umresi’ne çıktığı sene Yemameli hacıların: “Lebbeyk” sadalarını işitti ve Ashabına:
“Bunlar, Hutam ve arkadaşlarıdır.” buyurdu.
Hutam, Medine develerinden yağmaladıklarını nişanlayıp, Kabe’ye sevketmişti. Ashab, onun ardına düşmeye yöneldiklerinde, Allah Teâlâ, bu âyeti indirdi.
Ayetteki İlâhî maksad, Allah için malum kılman Hacc vazifeleridir. Hutam gibileri, İslâm Dini’nden başka bir dinin mensubu olsalar dahi!..
Zeyd b. Eşlem (r.a.) da şöyle der:
Rasulullah (s.a.s.) ve Ashabı, müşrikler, kendilerini Kabe’yi ziyaretten men’ettikleri zaman Hudeybiye’de bulunuyorlardı. Bu alıkonma işi, kendilerine pek ağır gelmişti. Derken müşriklerden Umre yapmak isteyen bir grup insanlar, kendilerine uğramış, bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.)’in Ashabı:
Onların adamları nasıl bizi alıkoydularsa, biz de şunları alıkoyalım, demişlerdi.
Bu sebepten ötürü Allah Teâlâ, bu âyeti indirdi.[4]
Haberlerde görüldüğü gibi, müşrik de olsalar ve mü’min müslümanlara zulüm yapmış da olsalar, “Hacc yapmak maksadıyla yola çıkanlara dokunulmaması emrolunmuştur.” [5]
Daha sonraki yıllarda, müşriklerin Mescid-i Haram’a girmeleri ve Kabe’yi tavaf etmeleri yasaklandı:
“Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler. Öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar….. [6]
Bilindiği gibi Mekkeli müşrikler ve diğer kâfirler, başta Rasulullah (s.a.s.) olmak üzere bir çok muvahhid mü’mine eziyet ve işkence ettiler… Onları evlerinden ve yurtlarından çıkardılar… Bütün bu olanlara rağmen Allah Teâlâ:
“Sizi, Mescid-i Haram’dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin……” buyurunca, bütün mü’min müslümanlar hemen Rabbleri Allah’ın emrine icabet edip teslim oldular… Kendilerine olmadık zulüm, işkence ve eziyet eden müşriklere dokunmadılar… Onlardan intikam almak fırsatı ve imkânı ellerine geçtiği hâlde, Rabbleri Allah’ın emirlerine bağlılıklarından dolayı müşriklere asla bir rahatsızlık vermediler… Çünkü onlar, ibadet kas-diyla Hacca gelmişlerdi… Tevhid cephesinin o çok değerli muvahhid mü’minleri, Rabbleri Allah’ın emrine itaat ediyorlardı.
“Ey imaan edenler, Allah’ın şiarlarına, haram olan aya, kurbanlık hayvanlara, (onlardaki) gerdanlıklara ve Rabblerin-den bir fazl ve hoşnudluk isteyerek Beyt-i Haram’a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin!” diye buyuran Alemlerin Rabbi Allah’a, tam iman edip teslim oldukları için emre gerekli itaati yapmışlardı…
Muvahhid mü’minler, her çağda ve her yerde böyledir-ler… Bu, onların değişmez imanı karakterleridir… Rabbleri Allah’a tam teslim olup itaat etmek, katıksız imanın gereği olan takvadandır…
“İşte böyle! Kim Allah’ın şiarlarım yüceltirse, şübhesiz bu, kalblerin takvasındandır.[7]
İmam Kurtubî (rh.a.), bu âyetteki emirleri, geniş bir şekilde izah etmiştir… Dileyenlerin, İmam Kurtubî (rh.a.)’in açıklamalarını okumalarım tavsiye ederiz.. [8]
Rabbimiz Allah:
“İyilik ve takva konusunda yardımlasın, günah ve haddi aşmada yardımlaş m ay in ve Allah’dan korkup sakının!” diye buyuruyor…
Erkek olsun, kadın olsun birbirlerinin velileri olan bütün mü’min müslümanlar, iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar… Namazı dosdoğru kılar, zekatı verirler… Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat ederler. [9] Onlar, yilik ve takva üzere birbirlerine destek olur, yardım ederler…
İyiliğin, yani “Birr'”in ne olduğunu, Rabbimiz Allah şöyle beyan buyurur:
“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik (Birr) değildir. Amma iyilik, Allah’a ahiret gününe, Meleklere, Ki-tablara ve Peygamberlere iman eden, mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren, namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler (intutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru (sadık) olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır. [10]
“Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şübhesiz Allah onu bilir. [11]
“Şübhesiz ki iyiler (ebrar), karışımı kâfur olan bir kadehten içerler.
Allah’ın kullarının kendisinden içtikleri bir kaynak. Onu, fışkırttıkça fışkırtıp akıtırlar.
Adaklarım yerine getirirler ve şerri (kötülüğü) yaygın olan bir günden korkarlar.
Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği, yoksula, yetime ve esire yedirirler.
‘Biz size, ancak Allah’ın yüzü (rızası) için yediriyoruz. Sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür.
Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbi-mizden korkuyoruz.’
Artık Allah, onları böyle bir günün şerrinden korumuş ve onlara parıltılı bir aydınlık ve bir sevinç vermiştir.
Ve sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir. [12]
“Onlar, Allah’ın ahdini yerine getirirler ve verdikleri kesin sözü (misaki) bozmazlar.
Ve onlar, Allah’ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar. Rabblerinden içleri saygı ile titrer, kötü hesabtan korkarlar.
Ve onlar, Rabblerinin yüzünü (hoşnudluğunu) isteyerek sabrederler, namazı dosdoğru kılarlar, kedilerine rızık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak ederler ve kötülüğü, iyilikle savarlar. İşte onlar, bu yurdun (dünyanın güzel) sonucu (ahi-ret mutluluğu) onlar içindir.[13]
İyilik ve iyiler, âyetlerde böyle beyan olunmuştur… Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.) de, hadislerinde iyilik ve iyilerden bahsetmiş, onların vasıflarını beyan buyurmuştur…
Nevvas b. Sem’an el-Ensarî (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.)’e iyilik ve günahı sordum da şöyle buyurdu:
“İyilik, ahlâk güzelliğidir. Günah ise, kalbinde gıcık yapan ve başkalarının muttali olmasından hoşlanmadığın şeydir. [14]
Abdullah ibn Mes’ud (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Doğruluk, insanı hâlis iyiliğe götürür. Hâlis iyilik de cennete kılavuzluk eder. İnsan, doğruluk ede ede nihayet bu se-ciyyesiyle sıddîk olur. [15]
Muvahhid mü’minler, iyilik üzere olan müttakî şahsiyetlerle beraber olmak, onlarla beraber hasrolunmak isterler… Rabbleri Allah’dan, canlarını iyilerle beraber almasını dilerler:
“Rabbimiz, biz: ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağrı da bulunan bir çağrıcıyı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür.[16]
Mü’min müslümanlar, Rabbimiz Allah’ın ve önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in beyan buyurduğu iyilik üzere iyilerle beraber bulunup yardımlaşırlar… Ayrıca Rabbimiz Allah’ın emri gereği müttakî mü’minlerle beraber bulunur ve takva üzere birbirlerine yardım ederler…
Seyyid Şerif Cürcânî (rh.a.), takvayı şöyle tarif eder:
“Takva: Lügatta, ittika, yani sakınma ve korunma anlamındadır.
Ehl-i hakikata göre takva, Allah’a itaatla O’nun azabından sakınmadır. Nefsi, yapmak veya terk etmekle azaba müstahak olacağı şeyden korumaktır.
Takva: Taatta takva ile ihlâs kasdedilir. Masiyette takva ile de terk ve sakınma kasdedilir. [17]
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.)’e:
İnsanların en kerimi (üstünü) kimdir? diye soruldu.
Rasulullah (s.a.s.):
“Allah’a en takvalı olanlarıdır” buyurdu. [18]
Rabbimiz Allah şöyle byurur:
“Şübhesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileride olanınızdır. [19]
Emirü’l-mü’minin İmam Ömer b. Abdülaziz (rh.a.) şöyle demiştir:
Takva, gündüz sâim, gece kaim olup ikisi arasını karıştırmak değildir. Takva, ancak Allah’ın yasaklarından uzak durmak, farz kıldıklarını edâ etmektir. Kim bundan fazlasını yaparsa, hayır üstüne hayır işlemiş olur.[20]
Gerçekten iman eden ve imanlarına zulüm karıştırmadan salih amel işleyerek Rabbimiz Allah’a itaat eden Muvahhid mü’min kullar, beyan olunan iyilik ve takva üzere yardımlaşırlar… Çağların değişmesiyle değişmeyen bu hakikat ölçüşünce düşünüp konunun bir muhasebesini yapmak gerekir… Herhangi bir mü’min, bir başka birisine yardım edeceği vakit hemen bu değişmeyen, sabit hakikat ölçüsüne müracaat etmelidir… Söz-konusu olan yardım, iyilik ve takvadan mıdır? Eğer konu, iyilik ve takva ise hemen yardım etmelidir!.. Yok eğer yardım konusu iyilik ve takva değil, münker, fısk ve fücur ise, kim olursa olsun ona asla yardım etmemelidir… Çünkü günah ve haddi aşmada yardımlaşmamak, Rabbimiz Allah’ın bir emridir!..
Mü’min müslüman şahsiyetin kini ve sevgisi onu, adaletten ayırmaz… Ne birilerine duyduğu kin, onu adaletten ayırabilir, ne de birilerine karşı olan sevgisi!.. O, her hâlinde ve her işinde adalet üzere olmaya gayret eder…
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Emaneti, sana emanet eden kişiye ver ve sana hiyanet edene sen hiyanet etme!” [21]
Gerçek iman ehli olanlar, adaleti bırakıp zulme yönelmez ve hakkın sınırlarını aşarak batıl ile amel edemez… O, her zaman ve her mekânda hak ve adalet üzeredir… Bu tavrını, bütün gücüyle korumaya gayret eder ve hiç taviz vermemeye çalışır…
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin, Allah’dan başka velileriniz yoktur, sonra yardım göremezsiniz.[22]
Kadın olsun, erkek olsun bütün mü’min müslümanlar, yalnız ve yalnız iyilik ve takva üzere yardımlaşırlar… Eğer müslüman olduğunu iddia eden birileri, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeme makamına talib olurlarsa ve birileri tarafından yetkili kılınıp o makama getirilecek olurlarsa, Rabbimiz Allah’ın beyanıyla, ya kâfir, ya zalim veya fasık olurlar…
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin tâ kendileridir. [23]
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin tâ kendileridir. [24]
“Kim Allah”m indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar fa-sıklann tâ kendileridir. [25]
Zalim tağutlar tarafından işgal edilen İslâm topraklarında, egemen tağutların şirk ve küfür hükümleriyle hükmetmek ve Allah’ın hükümleriyle hükmetmemek üzere iktidara gelenler, Rabbimiz Allah’ın buyurduğu gibidirler… Onlar, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmedikleri için, Allah’a baş kaldırmış ve isyan etmişlerdir. Zulüm ve fısk işleyerek günah içine düşmüş, haddlerini aşmışlardır… Zulüm işleme ve Allah’a karşı isyan etme makamında olanlara asla eğilim gösterilip yardımcı olunmaz… Çünkü âyet-i kerimede de beyan olunduğu üzere, onlara eğilim gösterip yardımcı olma, azab ateşine düşmeyi hak etmek demektir…
Yegâne Rabbimiz Allah, günah ve haddi aşma konusunda yardımlaşmayı yasaklamıştır… Bu yasak, birilerinin hatırı için, onlan memnun etmek için asla ve kat’a çiğnenmez ve çiğnenmemelidir!.. Bu yasağı çiğneyip zulmedenlere, zulüm işlemelerine yardımcı olanlar, onlarla aynı suçu işler ve aynı günahı paylaşırlar…
Mü’min müslümamn vazifesi, zulmeden veya günah işleyen kardeşine, zulmünde veya günah işlemesinde yardımcı olmak değil, aksine onun zulmünü engellemek ve onu günah işlemekten, Allah’a isyan etmekten bütün gücüyle alıkoymaktır!..
Enes (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.):
“(Ey mü’min, sen mü’min) kardeşine zalim iken de, mazlum iken de yardım et!” buyurdu.
Sahabîler:
Ya Rasulallah, şu mazlum olan kişiye yardım edebiliriz. Fakat o zalime nasıl yardım ederiz? diye sordular.
Rasulullah (s.a.s.):
“Zalimin iki elinin üstünü tutarsın (yani onu, zulümden men’edersin).” buyurdu.[26]
Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’dan,
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Sizden herhangi biriniz bir kötülük görürse, onu hemen eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmiyorsa, diliyle değiştirsin. Ona da gücü yetmiyorsa, kalbiyle değiştirsin (buğz etsin). İmanın en zayıfı da budur.[27]
Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in beyanıyla mü’min müslümamn vazifesi, zulmeden kardeşine zulüm işlemesinde yardımcı olmak değil, aksine onu zulümden alıkoyması ve bütün gayretiyle engellemesidir… Onun kötülüğünü, yani isyanını, eliyle, diliyle ve kalbiyle önlemesi gerekir… Eliyle, onun zulmünü ve kötülüğünü durdurmaya çalışacak, buna gücü yetmiyorsa, diliyle onun zulmünü ve kötülüğünü anlatarak, mazlumları uyaracak ve ona karşı koyacak, buna da gücü yetmiyorsa en azından kalben ondan ve yaaptığı zulüm ile kötülüklerden nefret edip, buğzedecek… Zulme ve zalime karşı kalbinde zerre mikdan sevgi ve yakınlık olmayacak!.. Bu şekilde inanıp davranması, zulümden ve zalimden uzaklaşması, onun suçuna ortak olmaması içindir… Zalim, zulüm işlerken ona karşı çıkmamak, en azından kalben buğzetmeyip sevgi göstermek, hoş görmek, onun zulmüne rıza göstermektir ki, bu da, başlıbaşına bir zulümdür… Böyle bir tavır, zalim ile beraber helak olmak demektir…
Ebu Musa (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.):
“Allah, zalime muhakkak ki, mühlet verir de, onu yakalayacağı zaman göz açtırmadan ansızın yakalar.” buyurdu.
Bundan sonra Rasulullah (s.a.s.) şu âyeti okudu:
“Onlar, zulüm işlemektelerken, ülkeleri (veya nesilleri) yakaladığı zaman…. Rabbinin yakalaması işte böyledir. Gerçekten onu yakalaması, pek acı, pek şiddetlidir.[28]
Mü’min müslümanlar, zulme ve zalime karşı bu tavrı sergilerken, kendi aralarında merhametli, iyilik ve takva üzere yardımlaşmayı esas kabul ederler… Hatta bizzat iyiliği yapmaya gücü yetmiyorsa, iyiliğe ve hayra vesile olması da, onun iyilik ve hayır yapması demektir…
Ebu Mes’ud el-Ensarî (r.a.) anlatıyor:
Bir adam, Rasulullah (s.a.s.)’e gelerek:
Benim hayvanım helak oldu. Bana, bir binek hayvanı ver! dedi.
(Rasulullah):
“Bende yok!” buyurdu.
Bunun üzerine bir adam:
Ya Rasulallah, ben, ona binek hayvanı verecek kimseyi gösteririm! dedi.
Rasulullah (s.a.s.):
“Her kim bir hayra delâlet ederse, ona da hayrı yapanın ecri kadar ecir verilir!” buyudu. [29] el-Ahfeş (rh.a.) der ki:
Şerri gösteren de, onu işleyen gibidir, denilmiştir. [30] Katile, öldürme olayında yardım eden, sarhoşa, içki temininde yardım eden, kumarbaza, kumar konusunda yardımcı olan, zina edene, bu fiilinde aracılık yapan, faiz ve rüşveti, alan-veren ve bu işi gerçekleştiren hep yapılan günahta ve isyanda ortaktırlar…
Bu konuda önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’den üç hadis naklederek, zulüm ve günah işleyenlere yardımcı olanların da, onların suçlarına ortak olduklarını apaçık gözler önüne serelim…
1) Abdullah ibn Ömer (r.anhuma)’dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“İçkiye, on yönden lanet edilmiştir: İçkinin kendisine, onu imal edene, imal etmek isteyene, satıcısına, müşterisine, taşıyanına, taşıttıranına (yani sipariş edenine), bahasını yiyenine, içenine ve içirenine.[31]
2) Cabir b. Abdullah (r.anhuma)’dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Allah’a ve ahiret gününe inanan kişi, üstünde şarab (kadehleri) döndürülen masaya oturmasın! [32]
3) Cabir (r.a.)’dan. Rasulullah (s.a.s.):
Ribayı (faizi), yiyeni, yedirene, kâtibine ve şahidlerine lanet etti ve : “Onlar, müsavidirler!” buyurdu.[33]
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu apaçık beyanlan karşısında bütün mü’min müslümanlann, Allah korkusundan tüyleri diken diken olmalı ve Allah’a isyan konusunda hiç kimseye yardımcı olmamalıdır… Onların yardımlaşması iyilik ve takva üzere olmalıdır…
İbn Huveyzimendad (rh.a.), “Ahkâm”‘ında der ki:
“İyilik ve takva üzere yardımlaşmak çeşitli şekiilerde olur. Âlim olan kimsenin, ilim ile insanlara yardım edip onlara öğretmesi icab eder. Zengin olan da, insanlara malıyla yardımcı olur. Kahraman olan kimse de, Allah yolunda gösterdiği kahramanlıkla yardımcı olur. Ve müslümanlar, tek bir el gibi birbirini destekleyen kimseler olmalıdırlar.
Abdullah b. Amr (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Müslümanlann kanları (kıymetçe) birbirine eşittir. Müslümanların (sayıca) en azı (bile) onların zimmetleri uğurunda koşar. Müslümanların en uzak olanı (dahi) onlar adına e-man verebilir.
Müslümanlar, kendilerinin dışındaki kimselere karşı bir el (hükmünde)dirler.[34]
Haksızlık yapanlardan yüz çevirmek, onlara yardımcı olmayı terk edip içinde bulunduğu durumdan da onu döndürmek icab eder.[35]
[1] Mâide, 5/2.
[2] Bakara, 2/216.
[3] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 3, Sh. 175-176.
[4] İmam el-Vahidî, A.g.e. C 3, Sh. 197-198. Abdulfettah el-Kadî, A.g.e. Sh. 143-144. İmam Suyutî, Esbâb-i Nüzul, C. 1, Sh. 247-248. et-Taberî, A.g.e. C. 3, Sh. 194.
İmam Kurtubî, A.g.e. C. 6, Sh. 26.
[5] Bkz. et-Taberî, A.g.e. C. 3, Sh. 194.
[6] Tevbe, 9/28.
[7] Hacc, 22/32.
[8] Bkz. İmam Kurtubî, A.g.e. C. 6, Sh. 17-32.
[9] Bkz. Tevbe, 9/71.
[10] Bakara, 2/177.
[11] Âl-i İmrân, 3/92.
[12] İnsan, 76/5-12.
[13] Ra’d, 13/20-22.
[14] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sila, B. 6, Hds. 14-15. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’z-Zühd, B. 40, Hds. 2497. Sünen-i Dârimî, Kitabu’r-Rikak, B. 73, Hds. 2792. İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B. 138, Hds. 295.
[15] Sahih-i Buhârî, Kİtabu’1-Edeb, B. 69, Hds. 119
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B. 29, Hds. 103-104.
[16] Âl-i îmrân, 3/193. Ayrıca bkz. Şuara, 26/83.
[17] Seyyid Şerif Cürcânî, Kitabu’t-Ta’rîfât -Arabça- Türkçe Terimler Sözlüğü, çev. Arif Erkan, İst. 1997, Sh. 64.
[18] Sahih-i Buhârî, Kitabu’I-Enbiya, B. 21, Hds. 57. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Fedail, B. 44, Hds. 168.
[19] Hucurat, 49/13.
[20] İmam Şa’ranî, İslâm Büyüklerinin Örnek Ahlâkı ve Hikmetli Sözleri, çev. ÖmerTemizel, İst. 1970, Sh. 243-244.
[21] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’1-Buyu, B. 38, Hds. 1280. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’1-Buyu, B. 81, Hds. 3534-3535. Sünen-i Dârimî, Kitabu’1-Buyu, B. 57, Hds. 2600. Taberânî, Mu’cemu’s-Sağir, C. 1, Sh. 445, Hds. 331. Kuzâî, Şihâbü’l-Ahbâr, Sh. 151, Hds. 490.
[22] Hud, 11/113.
[23] Mâide, 5/44.
[24] Mâide, 5/45.
[25] Mâide, 5/47.
[26] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Mezalim ve’1-Gasb, B. 4, Hds. 5.
Kitabu’l-İkfah, B. 7, Hds. 12.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B. 16, Hds. 62. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B. 58, Hds. 2356.
[27] Sahihi Müslim, Kitabu’I-İman, B. 20, Hds. 78. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B. 10, Hds. 2263. Sünen-i Neseî, Kİtabu’i-İman, B. 17, Hds. 4975-4976. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B. 20, Hds. 4013. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Melahim, B. 17, Hds. 4340.
[28] Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tefsir, B. 161, Hds. 206. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sıla, B. 15, Hds. 61.
[29] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B. 38, Hds. 133. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’1-Edeb, B. 124, Hds. 5129. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’1-İlm, B. 14, Hds. 2808- 2810. İbn Kesir, A.g.e. C. 5, Sh. 2089. Ebu Bekr el-Bezzar’dan.
[30] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 6, Sh. 31.
[31] Sünen-i İbn Mace,Kitabu’I-Eşribe, B. 6, Hds 3380-3381. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’1-Buyu, B. 58, Hds. 1311. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Eşribe, B. 2, Hds. 3674. Taberânî, Mu’camiu’s-Sağir, C. 2, Sh. 202, Hds. 518.
İmam Suyutî, Camiu’s-Sağir Muhtasan, C. 3, Sh. 197. Hds. 3216 (7253). Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 2, Sh. 97’den.
[32] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-İsti’zan ve’1-Adab, B. 76, Hds. 2952. Sünen-i Dârimî, Kitabu’l-Eşribe, B. 4, Hds.2098.
İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C. 5. Sh. 11, Hds. 11. Taberânî’den.
[33] Sahİh-i Müslim, Kitabu’l-Musakat, B. 19, Hds. 106.
Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-Buyu, B. 113, Hds. 180. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’1-Buyu, B. 2, Hds. 1221. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’t-Ticare, B. 58, Hds. 2277. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’1-Buyu, B. 4, Hds. 3333. Sünen-i Neseî, Kitabu’t-Talak, B. 13, Hds. 3400.
[34] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cihad, B. 47, Hds. 2751. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’d-Diyet, B. 31, Hds. 2683. Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Kasame, B. 8, Hds. 4707- 4708.
[35] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 6, Sh. 32.