Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler, içinizden kim dinininden geri döner (irtidad eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve onurlu, Allah yolunda cihad eden ve kı-nayıcmm kınamasından korkamayan bir topluluk getirir. Bu, Allah’ın fazlıdır, onu, dilediğine verir. Allah, (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.[1]
İrtidad etmek, topukları üzere gerisin geriye dönenin durumu gibi, Hak Din’den, yani İslâm’dan küfre, Tevhid’den şirke dönmek… Alİah indinde yegâne hayat nizamı olan ve O’n-dan başkasının kabul görmediği İslâm’dan, [2] gayr-ı İslâmî olana dönmek… Hidayetten dalâlete, Hakdan batıla sapmak… Yanlışı doğruya, kötüyü iyiye, çirkini güzele, sapıklığı hidayete tercih etmek… İnsanın yaratılış gayesine ters düşmek,[3]sapıklıkta çok aşırı gidip hayvandan daha aşağı bir seviyeye düşmek!.[4]
İrtidad etmek, kendisine hak apaçık belli olduktan sonra, bile bile şuurlu bir şekilde hakkı inkâr edip batıla sarılmak ile gerçekleşir… Katıksız ve gölgesiz iman eden mü’min müslü-man bir şahsiyet için, diri diri ateşe düşmekten daha korkunç bir olaydır mürted olmak… Muvahhid mü’mine göre imandan, Tevhid’den, İslâm’dan dönüp, tağutî ve beşerî herhangi bir inanca, ideolojiye ve düzene tabi olmak, ona göre hayatını düzenlemek, ateşe atılmaktan, cayır cayır yanmaktan daha çetindir!.[5]İman edenlerin nazarında imandan ve İslâm’dan dönmek, bu kadar zor olmasına rağmen, zaman zaman iman edenlerin arasında gerek ferd ferd, gerekse topluluklar hâlinde irtidad hareketleri gündeme gelmiştir… Zaman içinde yine gündeme gelmesi ihtimal dahilindedir… Bu korkunç olayın gündeme gelmemesi ve mü’min müslümanların iman konusunda hassas davranmaları için, Alemlerin Rabbi Allah Teâlâ tarafından ilâhî ikaz yapılmaktadır!..
“Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidad eder)se…..”
İmam Taberî (rh.a.) diyor ki:
“Allah Teâlâ’nın İslâm’dan çıkanlara yaptığı bu tehdidi, ezelî ilminde Rasulullah’ın vefatından sonra dinden çıkacaklarını bildiği kimselere aiddir. İslâm Dini’ne girerek artık O’ndan çıkmayan ve O’nu tahrif etmeyen kimselere aid olan va’di iste, yine Allah, Teâlâ’nın ezelî ilminde bir kısım insanların İslâm’a
girdikten sonra onda dosdoğru devam edeceklerini bildiği kimselere aiddir. Nitekim Rasulullah (s.a.s.)’in vefatından sonra birçok bedevi ve bazı şehirliler, dinlerinden çıkıp mürted olmuşlar. Allah Teâlâ da, onların yerine, kararlı ve sebatlı nıü’minleri getirmiş, böylece mü’minlere va’dini yerine getirmiş, mürtedlere olan tehdidini de uygulamıştır.[6]
“Keşşaf Sahibi, “irtidad eden (dinden dönen)lerin, onbir kabile olduğunu” söylemiştir. Bunlardan üçü, daha Hz. Peygamber (s.a.s.) hayatta iken irtidad etmişlerdir.
a) Benû Mudlic kabilesi: Bunların liderleri, kendisine Zü’1-Hımâr da denilen Esvedü’l-Ansî’dir. Bu, bir kâhin idi. Ye-men’de peygamberlik iddiasında bulunmuş ve Yemen’in bazı bölgelerini istilâ ederek, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in zekat memurlarını oralardan çıkarmıştı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.), Yemen valisi Muaz b. Cebel (r.a.)’e ve ileri gelenlere mektup yazmıştı. Hak Teâlâ, Esvedü’l-Ansî’yi, Feyrûz ed-Dey-lemî’nin eliyle öldürmüştü. Şöyle ki:
Feyrûz ona, bir gece baskını yapmış ve onu öldürmüştü. Rasulullah (s.a.s.), onun öldürülüşünü, öldürüldüğü gece haber vermiş ve müslümanlar buna sevinmişlerdi. Ertesi gün Hz. Peygamber (s.a.s.) vefat etmişti. Esved’in öldürüldüğüne dair haber ise, ancak Rebîü’l-evvel ayının sonunda Medine’ye ulaşmıştı.
b) Müseylimetü’l-Kezzâb’ın kavmi Benû Hanife: Mü-seylime, peygamberlik iddiasında bulunmuş ve Hz. Peygamber (s.a.s.)’e şöyle bir mektup yazmıştı:
“Allah’ın rasulü Müsey lime’den, Allah’ın Rasulü Mu-hammed’e! Şunu bilesin ki, yeryüzünün yarısı benim, yarısı da senin….”
Hz. Peygamber (s.a.s.), Ona:
“Allah’ın Rasulü Muhammed’den, Müseylimetü’I-Kez-zâb’a (yalancı Müseylime’ye). Şunu bil ki, yeryüzü Allah’ındır. O, onu, dilediği kuluna miras yapar. İyi âkibet müttakîle-rindir.” diye cevab vermişti.[7]
Sonra Hz. Ebu Bekr (r.a.), (halifeliği döneminde) İslâm ordusunu üzerine gönderip onunla savaşmış ve Müseylime, Hz. Hamza (r.a.)’i (Uhud’da) öldürmüş olan Hz. Vahşî (r.a.) tarafından öldürülmüştür.
Hz. Vahşî (r.a.), bundan sonra şöyle derdi:
Cahiliyye (küfür) döneminde insanların en hayırlısını, İslâm döneminde de insanların en şerlisini öldürdüm.
c) Tuleyha ibn Huveylid’in kabilesi olan Benû Esed: Tuleyha, peygamberlik iddiasında bulunmuş, bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.), Halid ibn Velid (r.a.)’ı ordusuyla onun üzerine göndermişti. Tuleyha, savaşta hezimete uğramış ve Şam’a kaçmıştı. Daha sonra müslüman olmuş ve İslâm’ın gereğini çok güzel yerine getirmişti.
Hz. Ebu Bekr (r.a.) ve Hz. Ömer (r.a.) Devrinde Mürted Olanlar
Diğer yedi kabile de, Hz. Ebu Bekr (r.a.)’ın halifeliği döneminde irtidad etmişlerdi ki bunlar, şu kabilelerdir:
d) Uyeyne İbn Hıns’ın kavmi olan Fezâre kabilesi.
e) Kurre ibn Selemeti’l-Kuşeyrî’nin kavmi olan Katafân kabilesi.
f) Fücâe ibn Abdi Yâleyl’in kavmi olan Selimoğullan kabilesi.
g) Malik ibn Nuveyre’in kavmi olan Benû Yerbû’ kabilesi.
h) Secâh bintü’l-Munzir’in kavmi olan Temimoğulları-nın bir kısmı ki, Secâh isimli bu kadın da peygamberlik iddiasında bulunmuş ve Müseylimetü’l-Kezzâb ile evlenmişti.
i) Eş’as ibn Kays’ın kavmi olan Kinde kabilesi.
k) Hutân ibn Zeyd’in kavmi olan Bahreyn’deki Benû Bekr ibn Vâil kabilesi.
Allah Teâlâ, Hz. Ebu Bekr (r.a.)’m eli ile, bütün bu kabilelerin hakkından gelmişti.[8]
Bir kabile de, Hz. Ömer (r.a.) zamanında irtidad etmişti. Bu da, Cebele b. el-Eyhem’in kavmi olan Gassân kabilesi idi. Bu Cebele, Hz. Ömer (r.a.)’ın zamanında müslüman olmuştu. O, elbisesinin eteklerini yerlerde sürüyerek bir gün Kabe’yi tavaf ediyordu. Derken bir adam, onun elbisesinin eteğine bastı. Buna kızan Cebele, ona bir tokat vurdu. O adam, Hz. Ömer’e şikâyette bulununca Hz. Ömer (r.a.), o adam için Cebele’ye kısas uygulanmasına hükmetti. Fakat adam isterse, onu affedebi-lecekti.
Bunun üzerine Cebele:
Bin dinar verip o hakkını satın alayım, dedi.
Amma adam, kısastan vazgeçmeyince Cebele, teklif ettiği fityeyi onbin dinara kadar arttırdı. Adam, kısasta direnince Cebele, Hz. Ömer (r.a.)’dan mühlet istedi. Hz. Ömer de, ona bir mühlet verdi. O da, Bizans’a kaçıp irtidad etti. [9]
“Ey İman edenler, içinizden kim dininden geri döner (irtidad eder)se….” Ayetin mânâsı şudur:
Ey iman edenler, sizden kim kâfirleri dost edinir de, dininden irtidad ederse, bilsin ki Allah Teâlâ, bu dine en güzel bir şekilde yardım edecek olan başka kavimler getirir.
Hasan el-Basrî (rh.a.) şöyle demiştir:
Allah Teâlâ, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in vefatından sonra bir kavmin İslâm’dan döneceğini bildiği için müslümanlara, kendisini seven ve kendilerini sevdiği bir kavim getireceğini haber vermiştir.
Buna göre bu âyet, bir gaybî haberdir. Bu, haber verildi-ği gibi tahakkuk etmiş ve böylece bir mucize olmuştur.[10]
Yeryüzünde muvahhid mü’minlerin vazifesi, bütün olumsuz şartlara rağmen, Rabbleri Allah’a ibadete devam etmeleridir… Şartlar ne kadar zor olursa olsun, irtidad gündeme gelmemeli, ümmet birliği içinde mallar ve canlar Allah yolunda harcanmalı ve İslâm’a can feda edilmelidir… İrtidad hareketinin İslâm’a herhangi bir zararı olmaz… İrtidad hareketinde kaybedenler, ancak mürded olanlardır… Asr-ı Saadet’te böyle olduğu gibi, bir asra yakındır egemen tağutlann işgali altındaki mazlum İslâm topraklarındaki irtidad hareketlerinde kaybedenler, İslâm ve iman üzere sabırlı olmayıp mürted olanlardır.,. Aralarında bir fark var ise, bu çağdaki irtidad hareketinin karşısında dirayetli bir İmam Ebu Bekr yoktur… Bu çağdaki irtidad, Ebu Bekir’siz bir irtidaddır!..
Yegâne Rabbimiz Allah, İslâm’dan vazgeçip beşerî ve tağutî inançlara ve düzenlere sarılanların yerine, onlar gibi olmayacak katıksız iman sahibi muvahhidler getirir:
“Eğer siz, yüz çevirecek olursanız, sizden başka bir kavim getirip değiştirir. Sonra onlar, sizin benzeriniz de olmazlar. [11]
“Eğer dilerse ey insanlar, sizi giderir (yok eder) ve başkalarını getirir. Allah, buna güç yetirendir.[12]
“Allah’ın gökleri ve yeri hak ile yarattığını görmüyor nıusunuz? Dilerse, sizi giderir yok eder ve yeni bir halk getirir.
Bu, Allah’a göre güç değildir.” [13]
Eğer mü’min müslümanlar, âyet-i kerimedeki vasıflara sahib olurlarsa, yani Allah’ı seven ve Allah’ın sevdiği mü’min-lere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve onurlu, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcımn kınamasından korkmayan bir şahsiyet olurlarsa, Allah, onları muzaffer eder… Eğer böyle olmayacaklarsa, Allah, onları giderir ve onların yerine böyle olan muvahhid mü’minler getirir… Bu mü’min müslümanlar, Allah’a gereği gibi kul olur ve emrolundukları şekilde hareket ederler…
“Alimler, bu kavmin kimler olduğu hususunda ihtilâf etmişlerdir.
Hz. Ali, Hasan el-Basrî, Katâde, Dahhâk ve İbn Cüreyc:
Bunların, Hz. Ebu Bekr (r.a.) ve O’nun askerleri olduğunu, çünkü mürted kabilelerle bunların savaştıklarını, söylemişlerdir.
Hz. Aişe (r.anha) ise:
Hz. Peygamber (s.a.s.) vefat edince, bir çok Arab kabilesi irtidad etmiş ve münafıklık yayılmıştı. Babam (Hz. Ebu Bekr’in) başına ise, koca koca dağların başına gelse onları darmadağın edecek büyük gaileler gelmişti, demiştir.
Süddî (rh.a.):
Bu ayet, Ensar hakkında nazil olmuştur. Çünkü Allah’ın Rasulü’ne yardım edip, İslâm’ın muzaffer olması için
O’nu destekleyen ve takviye edenler, onların tâ kendileridir, demiştir.
Miicahid (rh.a.) de:
Bu âyet, Yemenliler hakkında nazil olmuştur, demiştir [14]
Cabir(r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.)’e:
“Allah, bir kavim getirecektir ki O, onları sever, onlar da O’nu”[15] âyeti hakkında sordular.
(Rasulullah):
“Onlar, Yemenlilerdir, sonra Kinde’den bir kavimdir, sonra Sükûn’dan bir kavimdir, sonra Tüceyb’den bir kavimdir.” buyurdu. [16]
Iyad el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor:
Bu âyet nazil olunca Rasulullah (s.a.s.) kendisinde bulunan bir şeyle Ebu Musa el-Eş’arî’ye işaret etti ve:
“Mürted olanların yerine gelecek olanlar, bunun kavmidir.” buyurdu. [17]
Hakkı bırakıp batıla sarılanlar, hidayet üzere iken dalâlete düşenler, imandan küfre, Tevhid’den şirke dönenler, yani ir-tidad edenler, hem dünyada, hem de ahirette kaybedenlerden ve ebedî bir perişanlık içinde olanlardan olmuşlardır… Onlar, bu akılsız tavırlarıyla kendilerine ve onlara uyanlara zarar verirler… Yoksa onların bu tavrıyla İslâm ve katıksız iman sahibi mü’min müslümanlar zarar görmezler… İnkâr eden, kendi payına ziyana düşmüş olur…
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Kim de inkâr ederse şübhesiz Allah, âlemlere karşı muhtaç olmayandır.[18]
“Musa demişti ki: ‘Eğer siz ve yeryüzündekilerin tümü inkâr edecek olsanız bile şübhesiz Allah, hiç bir şeye muhtaç değildir, övülmüştür. [19]
“Bunlar, kendilerine kitab, hikmet ve peygamberlik ver-diklerimizdir. Eğer bunları tanımayıp küfre sapıyorlarsa, andol-sun Biz, buna (karşı) inkâra sapmayan bir topluluk vekil kılmışızdır. [20]
İnkâra sapanlar ve irtidad edenler, işgal edilmiş ve egemen tağutlarm zulmü altındaki İslâm topraklarında iktidar ma-kanundadırlar… Kendilerini müslümanlardan görüp sayan, ya da öyle görünmeye çalışanlar, İslâm’ın toplum yönetiminin dışında bırakıldığı ve asla gündeme getirilmediği bir egemen yönetimde rol almaları ne ile izah edilebilinir? Bunlar, bu mevkilere gelirken, egemen tağutlarm bütün hüküm ve emirlerine bağlı kalacaklarına dair söz veriyorlar… İş başında durdukları müddetçe, verdikleri bağlılık sözleri gereği tağutlarm her hükmüne ve emrine sadık kalarak uymaları, Allah’ın indirdikleriy-le değil, tağutlarm hükümleriyle hareket etmeleri nasıl değerlendirilir?..
Bu küfür ve şirk ile amel etme sonucu ortaya çıkan rid-det hareketi, inancıyla ve ameliyle İslâm topraklarında egemen olmuştur!..
Rabbimiz Allah, yemin ile beyan etmektedir ki, bu mür-tedlerin ve bu inkarcıların yerine, Tevhid ehli mü’min müslü-manlar, iktidar sahibi olacaktır… Artık hiç kimse, mustaz’af mü’min müslümanları aldatmak için, müslüman görünüp tağut-luk yapmayacaktır… Bembeyaz ile simsiyah birbirinden ayrılacak, nifak rengi olan grilik ortadan kalkacaktır… Tevhid saffı ile şirk saffı, iman cephesi ile küfür cephesi birbirinden tamamen ayrılacaktır… Tevhid ve iman cephesi galib olurken, şirk ve küfür cephesi mağlub olacaktır… Bunlar, asla birbirine karışmazlar ve aynı kalbte bir araya gelemezler… Bir kalbte, ya i-man olur veya küfür olur… Küfür ve imanın bir kalbte yer alması imkânsızdır… Bir kişi, hem müslüman, hem tağutî olması mümkün değildir… Kişi, ya mü’min müslümandır, ya da tağutî bir müşrik!.. Çünkü:
“Allah, bir adamın kendi (göğüs) boşluğu içinde iki kalb kılmadı.[21]İki kalbi olsaydı, biri iman, diğeri küfür, biri Tevhid, diğeri şirk yeri olurdu… Amma her insanın bir kalbi var ve bu kalbte ya iman olur, ya da küfür, ya Tevhid olur, ya da şirk!.. Bundan dolayı bir insan, ya İslâm’ı benimser ya da tağu-tu… Hem müslüman olduğunu beyan eder, hem de iktidar makamında tağut olması imkânsızdır… Tağutun hükümleriyle hükmeden, ayrıca tağutun hükümleri gereği kanun koyucu olan bir kimse tağutu inkâr edip bu hâlinden tevbe ederek vazgeçmedikçe, iman iddiası bomboş bir iddiadır… Çünkü “Lâ ilahe illallah” Kelime-i Tevhid’in gereği, Allah’dan başka bütün hüküm koyucu ve hükmünü yaptırım gücüne sahib olan yalancı-sahte ilâhları reddetmektir… Onlar reddolunup, kendilerinden kesin ayrılık gündeme gelmedikçe hak ile batıl karıştırılmış olur ki, elbette bu durum bir iman durumu değil, aksine bir küfür ve şirk hâlidir!..
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
“Andolsun, Biz her ümmete: ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının1 (diye tebliğ etmesi için) bir Rasul gönderdik.[22]
“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şübhesiz, doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Bunun kopması yoktur. Alİah, işitendir, bilendir.” [23]
Tağut ve tağutî bütün anlayışlar, bütün hayat tarzları inkâr edilip redd olunmadıkça, Allah’a iman ve itaat gerçekleşmez… Bir kalb, küfrün ve şirkin her türlüsünden temizlendikten sonra, ancak imanın mekânı olur… İman, mekânı olan kalbte, küfür ve şirkle beraber bulunamaz… Bu hâl, imanın fıtratına aykırıdır… Bir kalbte, bir beyinde ve bir yaşantıda iman ile küfrü, Tevhid ile şirki beraberce bulundurmaya çalışan kişi, mutlaka sapıtmış, imandan uzaklaşmış, şirk ve küfre düşmüştür… Çünkü gerek inancında, gerekse amelinde, hem imanı, hem şirki, hem İslâm’ı, hem küfürü bulunduran kişi, iman ve İslâm’a değil, küfür ve şirke nisbet edilir… İman ve İslâm, küfür ve şirk ile bir arada bulunmak istemediği gibi, şirk ve küfür de, iman ve İslâm ile bir arada bulunmak istemez!.. Bunları bir arada bulundurmaya çalışanlar, hak ile batılı bir arada tutmaya çalışırlar ki, bu anlayış, asla olmayacak bir şeydir…
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
” Kim İslâm’dan başka bir din ararsa (veya benimserse)
asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandı [24]
“Öyleyse haktan sonra sapıklıktan başka ne var? Peki, nasıl hâlâ çevriliyorsunuz?[25]
“Hakkı batıl ile örtmeyin ve hakkı gizlemeyin. [26]
“Niçin hakkı batıl ile karıştırı(p da safiyetini bozu)yor ve bildiğiniz hâlde gerçeği gizliyorsunuz?” [27]
Hidayet bulup gerçekten iman ettikten sonra, ya İslâm ilkelerinden birisinin inkârı, ya da Allah’ın zâtına ve sıfatlarına şirk koşmak suretiyle irtidad edenlerin yerine gelen, katıksız i-man sahibi muvahhid mü’minler, Allah’a tam teslim olup itaat eden ve O’nu seven şahsiyetlerdir… Bu şahsiyetlerin, yegâne Rabbleri olan Allah’a sevgileri çok kuvvetlidir…
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
“İnsanlar içinde, Allah’dan başkasını eş ve ortak tutanlar vardır ki onlar (bunları), Allah’ı sever gibi severler. İman edenlerin ise, Allah’a olan sevgileri daha güçlüdür. [28]
Âlemlerin Rabbi Allah’ı sevmenin ve O’nun tarafından sevilmenin ölçüsü, O’nun muvahhid mü’minler için hayat örneği olarak seçtiği Rasulü Muhammed (s.a.s.)’e tabi olup itaat etmektir. [29]
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“De ki: ‘Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana uyun. Alİah da, sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah, bağışlayandır, esirgeyendir.” [30]
“Hayır öyle değil, Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.[31]
Allah’ın ve Rasulullah (s.a.s.)’in hükmüne tam teslim olanlar, Allah’a kulluk yaparken Rasulullah (s.a.s.)’i örnek edinenler, Allah’ı seven ve Allah tarafından sevilen muvahhid mü’minlerdir…
Rabbimiz Allah, hangi kullarını sevdiğini şöyle beyan buyurmuştur:
“İyilik edin. Şübhesiz Alİah, iyilik edenleri sever.” [32]
“Şübhesiz Allah, tevbe edenleri sever, temizlenenleri de sever[33]
“Kim ahdine vefa eder ve sakınırsa, şübhesiz Allah da sakınanları sever.[34]
“Alİah, sabredenleri sever.” [35]
“Şübhesiz Allah, tevekkül edenleri sever. [36]
“Şübhesiz Alİah, kendi yolunda, sanki birbirleriyle kenetlenmiş bir bina gibi saff bağlayarak çarpışanları sever. [37]Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:
“Allah şöyle buyurdu:
Kulum Bana, kendisine farz kıldığım şeylerden daha sevgili olan bir şeyle yaklaşamaz. Kulum Bana, nafile ibadetlerle de yaklaşmaya devam eder. Nihayet Ben, onu severim.
Ben, kulumu sevince de artık onun işitir kulağı, görür gözü, tutan eli, yürür ayağı (mesabesinde) olurum.[38]
Allah Teâlâ’yi seven ve Allah tarafından sevilen muvah-hid mü’minler, mü’min kardeşlerine karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve onurludurlar… Mü’min müslümana aid olan izzet ve şerefin gereğidir bu!..
Abdullah ibn Abbas (r.anhuma) der ki:
Bunlar mü’minlere karşı, babanın çocuğuna, efendisinin kölesine davrandı gibi davranırlar. Kâfirlere karşı sertlikleri ise, bir aslanın avına karşı durumu gibidir. [39]
Rabbimiz Allah, muvahhid kullarının bu vasfını başka âyet-i kerimelerinde şöyle beyan buyurur:
“Muhammed, Allah’ın Rasulüdür ve O’nunla birlikte olanlar da kâfirlere karşı zorlu, kendi aralarında ise merhametlidirler. Onları, rükû edenler, secde edenler olarak görürsün. Onlar, Allah’dan bir fazl (lütuf ve ihsan) ve hoşnudluk arayıp isterler. Belirtileri, secde izinden yüzlerindedir. İşte onların Tevrat’taki vasıfları budur. İncil’deki vasıfları ise: Sanki bir ekin, filizini çıkarmış, derken onu kuvvetlendirmiş, derken kalınlaşmış, sonra sapları üzerinde doğrulup boy atmış (ki bu,) ekincilerin hoşuna gider. (Bu örnek) onunla kâfirleri öfkelendirmek içindir. Allah, içlerinden iman edip salih amellerde bulunanlara bir mağfiret ve büyük bir ecir va’detmiştir.[40]
“Allah yazmıştır: ‘Andolsun, Ben galib geleceğim ve Rasullerim de.’ Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır.
Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve Rasulüne başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar. Bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, ister kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalblerine imanı yazmış ve onları kendisinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır. Orada süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin! Şübhesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah bulanlann tâ kendileridir.[41]
İşte bu vasıfta olan ve Allah’a imanla beraber tam teslim oluş muvahhid mü’minler, emrolundukları gibi Allah yolunda cihad ederler… Mallarıyla, canlarıyla Alah yolunda çalışır, gayret gösterirler… Hayatları ve ölümleri, Allah yolunda ve Allah içindir. [42] Yaşarlarsa, Allah’ın razı olduğu bir akîde ve amel üzere olmaya gayret ederek yaşarlar. Ölürlerse, Allah yolunda şehid olarak can vermeye çalışırlar, ya da Allah’ın razı olduğu bir akîde ve salih amel üzere mü’min müslümanlar olarak ölürler…
Bu, muvahhid mü’mine yakışan kesin tavır ile Allah’a ibedetlerine devam ederken, cahillerin, tağutîlerin ve idraksız-lann kendilerine çatmalarına, kendilerini kınamalarına asla aldırış etmezler… Onların kınamasından korkmaz ve onlar kendilerini kınayacak diye kulluk vazifelerinde herhangi bir kusur etmezler… Çünkü muvahhid mü’minleri kınayanlar, gerçeği idrak etmeyenlerdir…
İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.) şöyle diyor:
“Bu hususta şu iki izah yapılabilir:
a) Bu cümlenin başındaki ‘vâv harfi”, hâl anlamım ifade etmektedir. Çünkü münafıklar, kâfirleri murakabe ediyor ve onların kınamasından daima çekiniyor, korkuyorlardı. Böylece Allah bu âyette, dinî bakımından kuvvetli olanların, Allah’ın dinine eliyle, diliyle yadım etme hususunda herhangi bir kınayanın kınamasından korkmayacağını beyan buyurmuştur.
b) Bu vâv atf ifade edebilir. Buna göre mânâ: O mü’minlerin, başka bir maksadla değil, sırf Allah rızası için cihad etmeleri ve Allah’ın dinine yardım hususunda kınayanların kınamasına aldırmaksızın kararlı ve tavizsiz olmaları, onların şanıdır, vasfıdır, şeklinde olur.[43]
Ebu Zerr (r.a.) anlatıyor:
Benim dostum Rasulullah (s.a.s.), bana yedi şeyi emretti:
“Miskinleri sevmeyi ve onlara yaklaşmayı.
Benden daha aşağıda olanlara bakmamı.
Benden daha yukarıda olanlara bakmamamı.
Yakınlarım -benden yüz çevirseler de- sila-i rahm yapmamı.
Acı da olsa, hakkı söylememi.
Allah için, hiç bir kınayanın kınamasından endişe etmememi.
Çok çok lâ havle ve lâ kuvvete illa billah’ dememi.” emretti.
Doğrusu bunlar, Arş’in altındaki hazinelerdir. [44]
Ubade İbnu’s-Samit (r.a.) anlatıyor:
Biz (Ensar cemaati, Mina’da, Akabe gecesinde) Rasulullah (s.a.s.)’e:
Hem neşeli hâlimizde, hem kederli zamanımızda emirlerini dinleyip itaat edeceğimize, meliklik ve vali işlerine ehil olanlarla niza etmeyeceğimize (yani bu işlerde onlarla mu-kaatele etmeyeceğimize), her nerede bulunursak bulunalım muhakkak orada hakkı yerine getireceğimize ve hak söyleyeceğimize ve Allah yolunda hiç bir kimsenin kınama ve kötülemesinden korkmayacağımıza dair bey’at edip söz verdik.[45]
Nesillerin en hayırlısı olan[46]Ashab-ı Kiram (Allah, onlardan razı olsun) gibi davranmak, her muvahhid mü’minin vazifesi ve değişmez özelliğidir… Rabbi Allah’ın emrettiği kulluk vazifelerini, Rasulullah (s.a.s.)’e uyarak yerine getirirken ve Alİah yolunda bütün imkânlarıyla cihad ederken, hiç bir kına-yıcının kınamasından korkmamalıdır!..
Allah’ı, Rasulullah (s.a.s.)’i ve mü’minleri dost edinmelidir… Bu dostluk üzere kulluk vazifelerine devam eden muvahhid mü’minler, Allah’ın izniyle başarh olur, galib gelir ve zafere ererler…
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O’nun Rasulü, rükû edici olarak namaz kılan ve zekat veren mü’minlerdir.
Kim Allah’ı, Rasulünü ve iman edenleri dost (veli) edinirse, hiç şübhe yok, galib gelecek olanlar Allah’ın taraftarlarıdır.” [47]
[1] Mâide, 5/54.
[2] Bkz. Âl-i İmrân, 3/19 ve 85.
[3] Ben, cinleri ve insanları yalnızca Bana ibadet etsinler diye yarattım.” Zariyat, 51/56.
[4] Bunlar, hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıklar. İşte bunlar, gafil olanlardır.” A’raf, 7/179.
[5] Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-İman, B. 8, Hds. 9. Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İman, B. 15, Hds. 68. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’1-İman, B. 10, Hds. 2759. Sünen-i Neseî, Kitabu’1-îman, B. 3, Hds. 4955.
[6] et-Taberî, A.g.e. C. 3, Sh. 328.
[7] Bkz. İbn Hişam, A.g.e. C. 4, Sh. 340.
Muhammed Hamidullah, el-Vesâiku’s-Siyasiyye, çev. Doç. Dr. Vecdi Akyüz, İst. T.Y. Sh. 333-334.
[8] Geniş bilgi için bkz. M. Salih Arı, Hz. Ebu Bekir ve Ridde Savaşları, İst. 1996.
[9] Bkz. İbn Kesir, el-Bidaaye ve’n-Nihaye – Büyük İslâm Tarihi, çev. Mehmet Keskin, İst. 1995, C. 8, Sh. 112-114.
[10] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 9, Sh. 108-109.
[11] Muhammed, 47/38.
[12] Nisa, 4/133.
[13] İbrahim, 14/19-20.
[14] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 9, Sh. 110.
[15] Mâide, 5/54
[16] İmam er-Rûdânî, A.g.e. C. 4, Sh. 53, Hds. 6925. Taberânî, Mu’ce-mu’I-Evsat’tan.
İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, C. 5, Sh. 2385. İbn E-bu Hatİm’den.
[17] et-Taberî, A.g.e. C. 3, Sh. 329-330.
İmam Kurtubî, A.g.e. C. 6, Sh. 287. El-Hakim, el-Müstedrek, C. 2, Sh. 313’den.
İbn Kesir, A.g.e. C. 5, Sh. 2385. İbn Ebu Hatİm’den.
[18] ÂH İmrân, 3/97.
[19] İbrahim, 14/8.
[20] En’am, 6/89.
[21] Ahzab, 33/4.
[22] Nahl, 16/36.
[23] Bakara, 2/256,
[24] Âl-İ İmran, 3/85.
[25] Yunus, 10/32.
[26] Bakara, 2/42.
[27] Âl-iİmrân, 3/71.
[28] Bakara, 2/165.
[29] Bkz. Ahzab, 33/21.
[30] Âl-iİmrân, 3/31.
[31] Nisa, 4/65.
[32] Bakara, 2/195.
[33] Bakara, 2/222.
[34] Ali imrân, 3/76.
[35] Âl-iİmrân, 3/146.
[36] Âlî İmrân, 3/159.
[37] Saff, 61/4.
[38] Sahih-i Buhârî, Kitabu’r-Rikak, B. 38, Hds. 89. Ebu Nuaym el-Isfahânî, A.g.e. C. 1, Sh. 56.
[39] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 6, Sh. 287.
[40] Fetih, 48/29.
[41] Mücadele, 58/21-22.
[42] Bkz. En’am, 6/162.
[43] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 9, Sh. 117.
[44] İbn Kesir, A.g.e. C. 5, Sh. 2386. Ahmed b. Hanbel’den.
İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C. 4, Sh. 518, Hds. 26. İbn Hıb-ban’dan. C. 2, Sh. 256, Hds. 24. İmam Ahmed ve Taberânî’den.
[45] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Ahkâm, B. 43, Hbr. 7. Kitabu’l-Fİten,B. 2, Hbr. 7.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B. 8, Hbr. 41-42. Sünen-i Neseî, Kitabu’1-Biat, B. 1-5, Hbr. 4132-4137. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cihad, B. 41, Hbr. 2866. İbn Hişam, A.g.e. C. 2, Sh. 115.
[46] Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu’ş-Şehadat, B. 9, Hds. 17. Sahih-i Müslim, Kitabıı Fedailu’s-Sahabe, B. 52, Hds. 211.
[47] Mâide, 5/55-56.