Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler, eğer AUah’dan korkup sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir. Kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Alİah, büyük fazl sahibidir.” [1]
İman ve takva… İmanlı olan takvalı, Takvalı olur olan ancak gerçekten iman etmiş mü’min müslüman bir kişidir… İkisi, birbirinden ayrılmayan bir beraberliğe sahihtirler… İmanla beraber takva, kalbi, beyni ve vücûdun diğer organlarını, Allah Teâlâ’nın razı olacağı şekilde harekete geçiren, emrolunan şekilde amel ettiren yegâne ilâhî nimet!.. Gerçek ihlâslı takva, hakkı batıldan, doğruyu yanlıştan ayıracak ve dosdoğru aydınlık yolu ortaya koyacak nurun sebebidir… Takva olunca, bu nur ve ince anlayış ortaya çıkar… Yolların ayrılış noktasında bu nur ve ince anlayış, müttakî mü’min müslümanın dosdoğru yoldan yapmasın engeller ve dosdoğru yola hidayet eder… Bu, müttakî kullan için yegâne Rabbimiz Allah’ın va’dıdır…
Takva, böyle bir nur ve ince anlayışı hak ettiği gibi, şüb-he ve tereddüd kapkara bulutları da dağıtan, ortalığı apaydmık güne çeviren hayat vesilesidir… Takva, kulun işlemiş olduğu günahların af edilme sebebi… Dünyada ve ahirette huzura kavuşmanın şartı,.. Müttakî mü’min kul, dünya hayatında iman ve takva sayesinde, hakkı batıldan ayıran bir nura, doğruyu yanlıştan fark eden bir ince anlayışa ermekte, hak ve doğru olan ile hayatını tanzim edip Rabbi Allah’ın rızasını kazanmaktadır… İzzet ve şeref üzere tamamlanan dünya hayatı, ayrıca kusur ve günahların affı ile de tertemiz kılınmaktadır…
Takva ile, akîde sağlamlaşır ve sarsılmaz… Takva ile insan, kulluk makamına çıkar ve Allah Teâlâ’nın katında yüksek derecelere ulaşır. [2]Allah’ın insan kuluna verdiği en büyük nimetlerden olan akıl, iman ve takva ile aydınlanırsa, şübheler-den, tereddüdlerden, akîdevî ve fikrî buhranlardan kurtulur… Yolu apaydın olur, hedefini görür ve adımlarım sıhhatli atar, dosdoğru yürüme sırasında engellere takılmaz…
Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e iman edip itaat edenler, Allah’dan iki kat rahmete ulaştıkları gibi, kendisiyle yolda yürüyecekleri nura da kavuşurlar… Ayrıca Allah tarafından mağfiret olur ve huzura ererler..[3]Allah Teâlâ, bu müttakî mü’min kullarına bir çıkış yolu gösterip onların ummadığı yönden kendilerini rızıklandınr. [4]
İmam Kurtubî (rh.a.) şöyle der:
“Kul, Rabbinden korktu mu -ki bu da, O’nun emirlerine uymak, yasaklarından da kaçınmak suretiyle olurharamlara düşmek korkusuyla da şübhelileri terk edip kalbini hâlis niyet ile doldurur, azalarını salih amellerle uğraştırır, amellerinde Allah’dan başkasını gözeterek gizli ve açık şirkin şaibelerinden korunur, mala karşı iffetini koruyarak düyaya meyletmekten uzak durursa, Allah, o kimse için hak ile batıl arasında bir fur-kan (onlan, bir birinden ayırt edebilecek bir kavrayış) ihsan eder ve ayrıca istediği hayırlardan ona rızıklar ihsan edip ona imkânlar verir.[5]
İmam İbn Kesir (rh.a.) açıklamaları şöyle:
“Her kim, Allah’ın emirlerini işlemek, yasaklarını terk etmek suretiyle Allah’dan korkarsa, hakkı batıldan ayırma bilgisine sahib olmuş olur. Bu da, dünya işlerinden kurtuluşa, bir çıkış yeri bulmaya ve yardıma sebebtir. Ayrıca kıyamet günü mutlu olmasına, günahlarının bağışlanmasına ve günahlarının insanlardan gizlenmesine sebebtir. Bunun yanında Allah’ın bol sevabına nail olmasına da bir sebeb teşkil eder. [6]
Sapasağlam bir iman ve ihlâslı takva sahibi mü’min müslüman kullar, Öyle bir nura ve furkana ererler ki, onların bakışı, Allah’ın nuru ile gerçekleşir… Derin bir firaset sahibi olurlar… Kalbi ve beyni aydınlanmış, aklı nurlanmış ve zekâsı keskinleşmiştir…
Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Mü’minin fırasetinden sakınınız. Çünkü o, Allah’ın nuru ile görür.”
Rasulullah (s.a.s.) sonra:
“Elbette bunda, derin bir kavrayışa sahib olanlar için gerçekten âyetler vardır. [7] âyetini okudu. [8]
Katıksız ve gölgesiz iman edip salih amel işleyerek takvaya ulaşan mü’min müslüman kul, Allah’ın bir lütfü olarak hakkı batıldan ayıran nura ve furkana ulaşınca, öyle ince bir anlayışa sahib olur ki, Allah’ın nuruyla görmeye başlar… Eşya ve olaylar hakkındaki tahmini, ön sezgisi isabetli olur… İnsanlar ve olaylar hakkındaki kararı, doğru çıkar… Adaletle hareket eder… O, bu akîde ve bu haliyle, en hayırlı nesil olan Ashab-ı Kiram içinde en hayırlılarından Emirii’l-mü’minin İmam Ömer Îbnü’l-Hattab (r.a.)’ı takib eder…
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulul-lah (s.a.s.):
“Şu muhakkak ki, sizden evvel geçen ümmetler içinde (Allah katından) kendilerine haber ilham olunan kimseler vardı. Şu da muhakkak ki, eğer benim şu ümmetim içinde onlardan bir kimse bulunursa şübhesiz o, Ömer ibnü’I-Hattab’dır.[9]
Rivayete göre, Ömer ibnü’l-Hattab (r.a.)’ın huzuruna, aralarında el-Eşter’in de bulunduğu Mezhiclilerden bir topluluk girdi. Hz. Ömer, onu tepeden tırnağa kadar iyice süzdü ve:
Bu, Mezhiclilerdendir, amma kimdir? dedi. Onlar:
Bu, Malik b. el-Haris’dir, dediler. Bu sefer Hz. Ömer:
Ne oluyor buna? Allah, kahretsin onu. Ben, müslü-manların ondan dolayı çok zorlu ve sıkıntılı bir gün ile karşılaşacaklarını görüyorum, dedi.
Gerçekten de fitnede (Hz. Osman’ın öldürülmesiyle başlayan karışıklıklarda) bilinen rolünü oynadı. [10]
Katıksız imanı ve takvası sayesinde doğruyu yanlıştan ayıran bir nura ve furkana sahib olan mü’min müslüman kulun örneği, Emirü’l-mü’minin İmam Osman b. Affan (r.a.)’dır…
İmam Osman b. Affan (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Enes b. Malik (r.a.), Hz. Osman’ın huzuruna girmiş. Az önce Enes, pazara gitmiş ve bir kadına bakmıştı.
Hz. Osman, O’na bakınca şöyle demişti:
Sizden herhangi bir kimse, gözlerinde zinanın eseri bulunduğu hâlde yanıma giriyor!
Enes, O’na:
Rasulullah (s.a.s.)’den sonra vahiy inmeye devam mı ediyor? deyince,
Hz. Osman:
Hayır! Fakat bu, bir burhana dayalıdır. Firaset ve doğruluktur, dedi.[11]
“Ey iman edenler, eğer Allah’dan korkup sakınırsanız……..” âyet-i kerimesinin tefsirinde İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.) şunları beyan eder:
“Bu şarta bağlı hükmün şartı tek bir şeydir. O da, Allah’dan ittika etmektir. Allah’dan ittika, bütün büyük günahları işleme hususunda Allah’dan korkmayı içine alır. Biz, bu ittika-nın, bilhassa büyük günahlarla ilgili olduğunu söylüyoruz. Çünkü Allah Teâlâ, şartın cevabı olan (neticesi olan) hükümde, seyyiatın (suçların) bağışlanmasından bahsetmiştir. Halbuki neticenin (cevabın), şart koşulan şeyden başka olması gerekir. Binaenaleyh şart ile ceza (cevab) arasındaki farkın ortaya çıkması için, âyette bahsedilen ittikayı, büyük günahlardan korunma; seyyiatı da, küçük günahlar mânâsına hamlettik. [12]
Takvalı davranan mü’min müslümanlar, kendilerini büyük günahlardan ahkor, böylece Allah onlara, doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve ince bir anlayış vererek, onların küçük günahlarını affeder… Onların günahlarını dünyada örten Rabbi-miz Allah, ahirette ise kendilerini affedip bağışlar… Ne mutlu, iman ve takva sahibi olan kullara!..
[1] Enfal, 8/29.
[2] Bkz. Hucurat, 49/13.
[3] Bkz. Hadid, 57/28.
[4] Bkz. Talak, 66/2-3.
[5] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 8, Sh. 20-21.
[6] İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, C. 7, Sh. 3280,
[7] Hicr, 15/75
[8] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B, 16, Hds. 3332. Kuzâî, Şihâbü’I-Ahbâr, Sh. 136, Hds. 430.
Beyhakî, Kitabu’z-Zühd, Sh. 231, Hds. 810. Aclunî, Keşfu’1-Hafa, C. 1, Sh. 41, Hds. 80.
[9] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Enbiya, B. 56, Hds. 136. Sahih-i Müslim, Kitabu Fedailu’s-Sahabe, B. 2, Hds. 23. Sünen-i Tirmizî, KitabuM-Menakıb, B. 54, Hds. 3938.
[10] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 10, Sh. 70.
[11] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 10, Sh. 71.
[12] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 11, Sh. 299.