(25) İman Edenlerin Dikkatine

Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuru­yor:

“Ey iman edenler, eğer imana karşı küfrü sevip tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları veli edinirse, işte bunlar, zulmeden kimseler­dir.

De ki: ‘Eğer babalarınız, çocuklarınız, kardeşleriniz, eş­leriniz ve aşiretiniz, kazandığınız mallar, az kâr getireceğinden korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden evler, sizlere Allah’dan, O’nun Rasulü’nden ve O’nun yolunda cihad etmekten daha se­vimli ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyedurun. Allah, fasıklar topluluğuna hidayet vermez.[1]

İman edenler… Kadın olsun, erkek olsun, yaşlı olsun, genç olsun gerçekten iman edenler… İmanlarına en büyük zu­lüm olan şirki karıştırmayanlar… Akidelerinde şübheye düşme­yenler… Salih amellerinde herhangi bir tereddüdleri bulunma­yanlar… İmanları, şirksiz ve küfürsüz; amelleri, bid’atsız ve hu-rafesiz… Yegâne Rabbleri Allah, nasıl emretmişse, öyle olmaya en son gayretlerini sarfederek çalışanlar… Önderleri Rasulullah (s.a.s.)’i adım adım takib etmek konusunda çok hassas davra­nanlar… Hayat dini olarak İslâm’ı kabul edip ondan hiç bir ta­viz vermeyenler…

İman edenler… Âdil olanlar… Suçlu nefislerinin ve suç işlemiş olan en yakın akrabalarının aleyhine şahidliğe davet olunduğunda dosdoğru davrananlar.[2] Her hâllerinde ve her işlerinde Allah için olanlar. [3] Bir kişiye ve bir topluluğa olan kini, kendisini adaletten ayırmayan muvahhid şahsiyet­ler

İman edenler… Allah için seven, Allah için buğzedenler. [4]  İman edenler, imanlarının gereği olan İslâm’a tam tes­limiyetlerini göstermiş ve ihdaslarını apaçık ortaya koymuşlar­dır… Onların ölçüleri, zamanın değişmesiyle değişmez… Aki­deleri, aynı akîde ve bu akideden hiç bir taviz veremezler… Tevhid akidesi, yani “Lâ ilahe illallah” asla değişmez ölçüleri­dir… Allah’dan başka ilâh tanımaz, kabul etmez ve inanmaz­lar!.. Allah’dan başka ilâh ve rab tanıyıp kabul edip onlara ina­nanlarla velayet ilişkilerini ve dostluk bağlarını keserler… On­ların velayeti, dostluğu ve kardeşliği imandan kaynaklanır… Aynı akîdeyi taşıyan ve yegâne hayat dini İslâm’a teslim olan­lar, mü’min müslüman kardeşlerdirler… Onlar, kan bağı ile de­ğil din ve iman bağıyla birbirine bağlanmışlardır… Onların ak­rabalık bağlan, iman ile gerçekleşmiş, onlar, iman ile akraba olmuş iman kardeşi hâline gelmişlerdir…

Böyle kâmil bir iman sahibi olan muvahhid mü’minler, imanın yerine küfrü tercih ederlerse, en yakın akrabalarıy­la velayet ilişkileri kalmaz… Babaları ve kardeşleri de olsa, İmanın yerine küfrü, Tevhid’in yerine şirki tercih edenlerle asla dostluk kuramazlar… Hâl bu iken, onlarla dostluklarını devam ettirir, onların velayeti altına girecek olurlarsa, Allah’a karşı is­yan etmiş ve zalimlerin tâ kendileri olmuş olurlar…

İmam Kurtubî (rh.a.) şöyle diyor:

“Eğer küfrü imandan sevimli bulurlarsa”, yani, küfrü se­vecek olurlarsa. İşte böylelerine itaat etmeyin ve onlara özel bir konum vermeyin. Yüce Allah’ın özellikle babaları ve kar­deşleri sözkonusu etmesi, bunlardan daha yakın bir akrabanın bulunmayışından dolayıdır.

Yüce Allah:

“Ey iman edenler, yahudî ve hristiyanları veli edinme­yin.[5]buyruğunda, diğer insanları veli edinmeyi reddettiği gibi, bu yakın akrabalar arasında da (iman bağı ol­madığı takdirde) dostluk ve velilik bağını reddetmektedir. Böylelikle asıl yakınlığın, akrabalığın, bedenî yakınlık ve akrabalık değil de, din akrabalığı olduğunu beyan etmektedir.

“İçinizden kim onları veli edinirse, onlar zalimlerin tâ kendileridir.”

İbn Abbas (r.anhuma) der ki:

O da, onlar gibi bir müşrik olur. Çünkü kim şirke ra­zı olursa, o da müşriktir.[6]

Muvahhid mü’minler, bu gerçeğin şuurunda ve inancın­da olarak din kardeşliğini esas alıp, soy kardeşliğinden üstün tutarlar… Sevgileri ve dostlukları, iman ölçüsüne göredir… Ka­tıksız iman ehli mü’min müslümanlar onların kardeşleri, imanın yerine küfrü tercih ettikleri müddetçe soydan akrabaları ile kardeşlik ve dostluk bağlarının bulunmadığı yabancıları!.. Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kavim (toplu­luk) bulamazsın ki, Allah’a ve Rasulüne başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar. Bunlar, ister baba­ları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Alİah) kalblerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır, orda süresiz kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’n-dan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin! Allah’ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların tâ kendileridir.[7]

Alemlerin Rabbi Allah’a, iman ve amel bakımından baş-kaldınp isyan edenler, kim olursa olsun, ister babalan, çocuk­ları, kardeşleri ve aşiretleri olsun, muvahhid mü’minler tarafın­dan asla sevilmez ve herhangi bir dostluk kurulamaz… Mü’min müslümandaki iman, onlarla dostluk kurmayı engeller… Çünkü katıksız iman edilen Allah Teâlâ, onlara karşı sevgi beslemeyi ve dost olmayı yasaklamıştır…

Asr-ı Saadet’te en hayırlı nesil olan Ashab-ı Kiram (Al­lah, onlardan razı olsun), Rabbimiz Allah’ın âyet-i kerimede beyan etmiş olduğu vasfa sahib idiler… Onlar, Allah’a başkal-dırıp isyan eden hiçbir müşrik ve kâfire karşı asla bir sevgi ve dostluk gündeme getirmediler… En yakın akrabaları bile olsa Allah’a ve Rasulullah (s.a.s.)’e karşı gelenlere gereken en sert tavırlarını ortaya koymuşlardı… En yakın akrabaları da olsa müşrik ve kâfirlere hakettikleri cezayı vermişlerdi… Allah için rtaya koydukları bu imanlı ve ihlâslı tavırlarıyla, kendilerinlen sonra gelen İslâm Milleti’ne en güzel örnek oldular…

İbn Cureyh anlatıyor:

Ebu Kuhafe (İmam Ebu Bekr’in babası), Rasulullah (s.a.s.)’e küfretti. Bunun üzerine İmam Ebu Bekr (r.a.), kendi­sine şiddetli bir tokat indirince Ebu Kuhafe yere düştü.

Bu haber, Rasulullah (s.a.s.)’e ulaştırılınca O, Ebu Bekr’e dedi ki:

“Sen, bunu cidden yaptın mı?”

Oda:

Evet, dedi. Rasulullah (s.a.s.):

“Bir daha öyle bir şey yapma!” buyurdu. Ebu Bekr (r.a.):

Vallahi, kılıç yanımda bulunsaydı, elbette onu öldü­rürdüm, dedi.[8]

Bedir Günü…

Ebu Ubeyde b. Cerrah (r.a.)’ın müşrik babası, Ebu Ubeyde’ye hücum etmiş, Ebu Ubeyde ondan kaçmıştı. Ancak üst üste hücumları olunca Ebu Ubeyde (r.a.), babasını öldümüştü. [9]

İslâm Milleti’nin Selef-i Salihin’i olan Ashab-ı Kiram’ın tavrı böyle idi!.. Hiçbir şey onlara, Allah’dan, Rasulullah  (s.a.s.)’den ve Allah yolunda cihaddan daha sevgili değildi… Örnek neslin tavrı, kıyamete kadar muvahhid mü’minlerin ör­neğidir… Mii’min müslümanlar, en hayırlı nesil gibi davranma­lı ve tavrını net bir şekilde ortaya koymalıdır… Yegâne Rabbi Allah’ı, O’nun Rasulünü ve O’nun yolunda cihad etmeyi her-şeyden daha çok sevmelidir… Onun bu sevgisini, babası, ço­cukları, kardeşi, eşi, aşireti, mallan, evleri ve ticareti asla engellememeli ve zedelememelidir…

İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.), bu âyetin tefsirinde şun­ları beyan eder:

“Bil ki bu âyet, Hak Teâlâ’nın bir önceki âyette zikrettiği cevabı izah etmektedir. Çünkü bazı mü’minler:

Ey Allah’ın Rasulü, onlardan tamamen uzak durma­mız nasıl mümkün olur? Bu uzak durma bizlerin, babalarımız­dan, kardeşlerimizden ve akrabalarımızdan kopmamıza, ticare­timizin kesada uğramasına, mallarımızın yok olmasına, evleri­mizin harab olmasına ve bizim, herşeyini kaybeden kumseler olarak kalmamıza sebeb olur, dediler.

Bunun üzerine Allah Teâlâ, dinin ve imanın sapasağlam kalabilmesi için, böyle dünyevî zararlara katlanılmasının ge­rekli olduğunu beyan buyurmuş ve:

“Eğer size göre, bu dünyevî menfaatlan nazar-ı dikkate almak, Allah ve Rasulüne itaat etmekten ve Allah yolunda ci­haddan daha evlâ ve sevimli ise, Allah emrini, yani dünyevî ve uhrevî cezasını başınıza gelinceye kadar, sevdiğiniz o şeyleri nazar-ı dikkate almaya devam edin!” demek istemiştir.

Bu hitabdan maksad, ilâhî bir va’id ve tehdiddir.

Allah Teâlâ, daha sonra:

“Allah, fasiklar (güruhunu) hidayete erdirmez” yani, “O’na itaatten çıkıp, O’na karşı günaha girenlere hidayet etmez” buyurmuştur ki, bu da bir tehdiddir. Bu âyet, dinî nıes’elelerden herhangi biri ile, dünyevî işlerin bütünü arasında biri çelişki meydana geldiğinde, müslümanın, dinini dünyasına tercih etmesinin farz olduğuna delâlet eder.[10]

Katıksız ve kâmil iman sahibi olan muvahhid mü’min için, Allah ve Rasulullah (s.a.s.) sevgisi, herşeyin üstündedir… Bu şekilde iman edip davranan iman ehli bir şahsiyet, imanın lezzetini alır…

Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöy­le buyurur:

“Kimde üç şey bulunursa, imanın lezzetini tatmış olur: Allah ile Rasulü, kendisine başkalarından daha sevgili olan kimse,

Bir kulu seven, fakaat yalnız Alİah çin seven kimse, Allah, kendisini kâfirlikten kurtardıktan sonra yine kâfir­liğe dönmekten ateşe atılacakmışcasına hoşlanmayan kimse. [11]

Muaz el-Cühenî (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kim Allah için verir, Allah için önler, Allah için sever, Allah için buğzeder ve Allah için evlenirse, o kimsenin imanı bütünleşmiştir. [12]

Enes (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Hiç biriniz, ben ona, babasından da, evladından da, bütün insanlardan da sevgili olmadıkça (kemâliyle) iman etmiş olmaz.[13]

Ebu Hüreyre (r.a.)’dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Ben, bütün mü’minlere kendi öz nefislerinden daha ya­kınımdır. [14]

Rabbimiz Alİah şöyle buyuruyor:

“Peygamber, mü’minler için kendi nefislerinden daha evlâdır ve O’nun zevceleri de, onların anneleridir. [15]

Allah ve Rasulullah (s.a.s.) sevgisi, herşeyden üstün ol­masının alâmeti, mü’min müslüman kulun, Allah’a ve Rasulul­lah (s.a.s.)’e itaati ile ortaya çıkar… Allah’a ve Rasulullah (s.a.s.)’e itaat edip ihlâslı davranan müttakî mü’min şahsiyet, Allah’ı ve Rasulü (s.a.s.)’i herşeyden daha çok sevdiğini beyan etmiş olur… Ayrıca Allah yolunda cihad da, dünyevî olan şey­lerden daha üstündür… Bir mü’min müslüman, Allah yolunda olmalı ve bütün gayreti Allah rızası için gerçekleşmelidir… Onu, Allah yolundan alıkoyacak ve Allah yolunda cihad et­mekte engel olacak birşey olmamalıdır… Muvahhid mü’min, cihadı engelleyen bütün engelleri aşmalı ve onlara takılıp Allah yolunda cihaddan geri durmamalıdır…

Sebre b. Ebu Fakih (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):

“Şeytan, Âdemoğlunun, her yerde önüne çıkar. İslâm yo­lunda önüne çıkar. (Müslüman olan birine):

Sen, nasıl müsiüman olursun, eski dinini, babalarının ve atalarının dinini bırakırsın? der.

Fakat o kişi, şeytanı dinlemez ve müslüman olur. Sonra hicret ederken şeytan, yine yolunu keser ve:

Kendi memleketini terk edip nasıl hicret edersin? Hicret eden, dizgin vurulmuş at gibidir, der.

O kişi, şeytanı yine dinlemez ve hicret eder. Sonra o mü’min savaşa giderken, şeytan yine yolunu ke­ser ve:

Savaş, hem seni yorar, hem de malını kaybedersin. Hâl böyle iken nasıl savaşa gidersin? Harb meydanında savaşa­caksın, öldürüleceksin. Karın, başkasına nikâhlanacak, malın da taksim edilecek, der.

O mü’min, şeytanı yine dinlemez ve cihada gider.”

Daha sonra Rasulullah (s.a.s.):

“Kim böyle yaparsa, onu cennete sokmak, va’dı icabı Al­lah’a vacib olur. Savaşta öldürülse de, boğulsa da, hayvanı, sır­tından atıp öldürse de yine Allah, cennete sokar.” buyurdu.[16]

Abdullah ibn Ömer (r.anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Iyne yoluyla ahş-veriş yaptığınız, öküzlerin kuyruğunu yapıştığınız, tarımı seçtiğiniz ve cihadı terk ettiğiniz zaman Al­lah, size öyle bir zillet musallat eder ki, dininize dönünceye ka­dar onu üzerinizden atamazsınız![17]

İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.) şöyle der: “Bil ki Allah Teâlâ, kâfirlerle içli-dışh olmaya sevkeden şeyleri zikretmiş ve bunların da, şu dört şey olduğunu belirt­miştir:

1) Akrabalarla beraber olma. Allah Teâlâ, çok akraba arasında şu dört kısmı zikretmiştir: Babalar, oğullar, kardeşler ve eşler. Daha sonra da bunların hepsini içine alan, ‘aşiretiniz’ lafzını getirmiştir.

2) Kazanılmış malları elde tutma temayülü.

3) Ticaret yoluyla mal kazanma arzusu.

4) Evlere bağlı olma arzusu.

Bunun, çok güzel bir sıralama olduğunda şübhe yok. Çünkü içli-dışlı olmaya sevkeden en büyük sebeb, akrabalıktır. Bundan dolayı olan içli-dışlı oluş ile, elde olan mallan elde tut­ma ve muhafaza etme sağlanır. Daha sonra bu içli-dışlı oluştan elde mevcud olmayan şeyleri kazanmaya ulaşılır. Bu sıralama­nın en sonunda, yurtlarda ve diyarlarda, oturmak için yapılmış olan binalarla ilgili arzuya yer verilmiştir. Böylece Allah Teâlâ, bu şeyleri, gerekli bu tertibe göre zikretmiş ve en sonunda da, din ile imanı nazar-ı itibara almanın, bütün bunları nazar-ı dik­kate almaktan daha hayırlı olduğunu beyan buyurmuştur.[18]

Bütün bu deliller ve açıklamalardan sonra şu gerçek apa­çık anlaşılmış oldu ki, mü’min müslümanlar, küfrü imana tercih eden kâfir ve müşrik akrabalarını veliler edinemezler… Onların velileri, yani dost ve yardımcıları, Allah, Rasulullah (s.a.s.) ve rükû edici olarak namaz kılan, zekat veren mü’minlerdir. [19] Muvahhid mü’minlerin, Allah’dan, Rasulullah (s.a.s.)’den ve kardeşleri olan mü’minlerden başka dostu yoktur[20]Bundan dolayı kâfir, müşrik ve mürted akrabalarla ilişkilere dikkat edilmeli ve onlar “harbî” konumunda oldukları müddetçe kendilerine dostluk yönüyle asla meyledilmemelidir… Çünkü on­lar, asla veli edinilemezler… Harbî olmayan, yani mü’min müslümanlara ve İslâm’a karşı savaş açmamış olan kâfir ve müş­rik akrabalara, İmam Kurtubî (rh.a.) deyimiyle “iyilik yapmak ve hibe gibi bağışlarda bulunmak ise, veli edinmekten istisna edilmiştir.” Umulur ki, böyle davranmak, onların kalblerini yu­muşatır, İslâm’a ısındırır ve hidaayet bulmalarına vesile olu­nur… Dost olmazlarsa bile, en azından azılı düşman olmaları önlenilmiş olur…

Esma bintu Ebu Bekr (r.anhuma) anlatıyor: Annem Kuteyle bintu Haris, müşrike olduğu hâlde Ku-reyş’in Rasulullah ile muahede (barış anlaşması) yaptıkları za­man, bu müddetleri içinde babası Haris ile beraber Medine’ye benim yanıma (bazı hediyelerle) geldi.

Esma, Rasulallah (s.a.s.)’den fetva istedi de: Ya Rasulullah, annem beni arzu ederek bana geldi. Ben, onunla ilgileneyim mi? dedi. Rasulullah (s.a.s.): “Evet, annene ilgi ve iltifat eyle.” buyurdu.[21]

 



[1] Tevbe, 9/23-24.

[2] Bkz. Nisa, 4/135.

[3] Bkz. En’am, 6/162.

[4] Bkz. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu’l-Kıyame, B. 22, Hds. 2642. Sünen-i Neseî, Kitabu’ 1-İman, B. 2, Hds. 4954.

[5] Mâide, 5/51

[6] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 8, Sh. 162-163.

Ayrıca bkz. Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 11, Sh. 457.

[7] Mücadele, 58/22.

[8] İmam el-Vahidî, A.g.e. Sh. 483. Abdulfettah el-Kadî, A.g.e. Sh. 382. İmam Suyutî, A.g.e. C. 2, Sh. 649.

[9] Abdulfettah el-Kadî, A.g.e. Sh. 382. Taberânî ve el-Hakim, Müs-tedrek’ten.

İmam Suyutî, A.g.e. C. 2, Sh. 648.

İbn Kesir, A.g.e. C. 7, Sh. 3440. Beyhakî, Abdullah İbn Şevzeb’den.

[10] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 11, Sh. 458.

[11] Sahih-i Buhârî, Kitabu’I-İman, B. 13, Hds. 14. Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İman, B. 15, Hds. 67-68. Sünen-i Neseî, Kitabu’1-İman, B. 2, Hds. 4954-4956. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’1-İman, B. 10, Hds. 2759. Abdullah İbnü’l-Mübarek, Kitabu’z-Zühd, Sh. 210, Hds. 827.

[12] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu’l-Kıyame, B. 22, Hds. 2642. Siinen-i Ebu Davud, Kitabu VSünnet, B. 16, Hds. 4681. Sünen-i Neseî, Kitabu’1-İman, B. 2, Hds. 4954.

[13] Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-İman, B. 7, Hds. 8. Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İman, B. 16, Hds. 70. Sünen-i Neseî, Kitabu’1-İman, B. 19, Hds. 4980-4985. Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 9, Hds. 67.

[14] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Kefâlet, B. 5, Hds. 7. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Feraiz, B. 4, Hds. 14-16. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Cenaiz, B. 69, Hds. 1076. Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cenaiz, B. 67, Hds. 1963-1964,

[15] Ahzab, 33/6.

[16] Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cihad, B. 19, Hds. 3120. Aynca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 3, Sh. 483.

[17] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-İcare, B. 54, Hds. 3462. İbn Kesir, A.g.e. C. 7, Sh. 3441.

Ahmed b. Hanbel, (Müsned, C. 2, Sh. 84)’den.

[18] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 11, Sh. 459.

[19] Maide, 5/55.

[20] Tevbe, 9/16.

[21] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cizye, B. 18, Hds. 24.

Kitabu’1-Hibe, B. 27, Hds. 52.

Kitabu’l-Edeb,B.7,Hds.9. Sahih-i Müslim, Kitabu’z-Zekat, B. 14, Hds. 49-50. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’z-Zekat, B. 34, Hds. 1668. Aynca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 6. Sh. 344, 347, 355.