Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuruyor:
“Ey İman edenler, hepiniz topluca barışa ve güvenliğe (Silm’e ve İslâm’a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.
Size, apaçık belgeler (âyetler) geldikten sonra yine ayağınız kayarsa, bilin ki Allah, gerçekten üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.[1]
Âlemlerin Rabbi Allah, muvahhid mü’min kullarını davet etmektedir… Barışa davet… Güvenliğe davet… Huzura davet… Ebedî bir saadete davet… İzzet ve şerefe davet… Hem insanların yanında, hem de Allah katında üstün olmaya davet… Hakka, doğruya, iyilik ve güzelliğe davet… İman ve salih amele davet…
Rabbleri Allah’ın bu davetine tam teslimiyetle icabet e-den mü’min müslümanlar, kendilerine apaçık bir düşman olan §eytamn adımlarını izlemekten tamamen kurtulmuş, şeytanı ve §eytanın düzenini reddedip terk etmiş, bütün varlığıyla Rahman’a yönelmiştir…
Mü’min müslümanlarm apaçık düşmanı olan şeytan, Al-lah’m bu salih kullarını dosdoğru yol olan İslâm’dan alıkoya-mayınca, onlara vesveseler vererek kandırmaya çalışır… Yanlış ve batılı, altın yaldız ile yaldızlayarak, iyi niyeti ve hüsn-ü zan Öne sürerek doğru ve hak göstermeye çalışır… İyi niyetle, çirkin ve kötü amel işleten şeytan, hak maskesinin gerisinde her türlü batıl iş işletir… Tevhide şirki, imana küfrü, ibadete bid’at ve hurafeyi karıştırır… Bundan dolayı, “su uyur, düşman uyumaz” hakikatini asla unutmamalı ve apaçık düşmanımız olan şeytana ve şeytanın taraftarlarına karşı çok uyanık olmalıyız… Onların saldırılarına karşı, emrolunduğumuz gibi hazırlıklı bulunup gerekli savunmayı yapmalıyız!..
Mü’min müslüman kullarını, tam teslimiyete davet eden Rabbimiz Allah’ın bu ilâhî buyruğunun inzal sebebi, Abdullah ibn Abbas (r.anhuma) tarafından şöyle anlatılır:
“Bu ayet, Abdullah b. Selâm ve ashabı hakkında inmiştir. Onlar, Peygamber (s.a.s.)’e iman ettikleri zaman O’nun Şe-riatıyla, Musa’nın şeriatını beraber yürütmeye başladılar. Böylece müslüman olduktan sonra Cumartesi’ne tazim gösterdiler ve devenin etleriyle sütlerini kerih gördüler. Müslümanlar ise, onların bu tutumunu yadırgadılar da onlar;
Bizim, Muhammedin (s.a.s.)’in de, Musa (a.s.)’m da şeriatına gücümüz yeter! dediler.
Peygamber (s.a.s.)’e de dediler ki:
Muhakkak ki Tevrat, Allah’ın Kitabı’dır. O hâlde bizi bırak da onunla da amel edelim.
Bunun üzerine Allah Teâlâ, bu âyeti [2] indirdi.[3]
İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.) şöyle diyor: “İşte böylece Cenab-ı Hak, onların bu tutumunu kerih görerek, onların İslâm’a bütünüyle girmelerini, yani İslâm Şe-riatı’nm hepsine girmelerini ve gerek itikad, gerek amel bakımından Tevrat’ın hükümlerinden herhangi birine sarılmamala-nnı emretmiştir. Çünkü Tevrat, artık Mensûhtur.
Buna göre, “Şeytanın adımlarına uymayınız” âyetini: “Tevrat’ın mensûh olduğunu bildikten sonra, onun hükümlerine tutunarak şeytana uymayınız” şeklinde açıklamışlardır. Bu görüşte olanlar âyetteki, “Kâffeten” kelimesini, İslâm’ın sıfatı kabul etmişlerdir. Buna göre sanki: “Gerek itikadı, gerek amelî olsun, İslâm’ın kanunlarının hepsine giriniz” denilmiştir.[4]
Yegâne hayat nizamı İslâm, bütün zamanları ve bütün mekânları kuşatmıştır… O’nun, kendisinden başka hiç bir şeye ihtiyacı yoktur… O, Allah’ın, mü’min müslüman kullarının üzerinde tamamladığı eşsiz nimetidir… Herhangi bir noksanlığı da söz konusu değildir…
“Bugün, size dinini kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslâm’ı seçip beğendim. [5] diye buyuran Rabbimiz Allah, muvahhid mü’min kullarının hayat nizamı olarak İslâm’dan başka hiçbir ideolojiye, hiçbir felsefeye ve hiçbir düzene ihtiyaçlarının olmadığını beyan etmiştir… Bundan dolayı bütün mü’min müslümanlar hep beraber ve hayatın her yönüyle İslâm’a girmeli, bu konuda herhangi bir kusur işlememeli ve hayatın herhangi bir konusunu İslâm’ın dışında tutmamalıdırlar!..
Rabbimiz Allah tarafından nesh edilmiş önceki şeriatlara uyamayacakları gibi, beşerî ve tağutî herhangi bir düzene, ideolojik ve felsefî anlayışa da tabi olamazlar!.. İslâm’la beraber başka bir hayat anlayışının kabulü, İslâm’a olan imanı zedeler ve yapılan ibadî amellerin hepsini boşa çıkarıp geçersiz kılar… Çünkü Allah’ın katında din İslâm’dır ve Allah, İslâm’dan başka hayat anlayışını benimseyenlerden bunu, asla kabul etmeyeceğini beyan buyurur:
“Hiç şübhesiz din, Allah katında İslâm’dır.[6]
“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa (benimserse), asla ondan kabul edilmez. O, ahirette de kayba uğrayanlardandır. [7]
“Andolsun, Sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): ‘Eğer şirk koşacak olursan, şübhesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın. [8]
İslâm ile beraber başka beşerî ve tağutî hayat anlayışının kabulü, yegâne hüküm koyucu Allah ile beraber başka hüküm koyucuların kabulünü gündeme getirir… Allah’dan başka hüküm koyucuların, Allah’ın hükmüne aykırı hükümlerini kabul edip onların helâl-haram, yani serbest ve yasak emirlerine tabi olmak, ona göre hayatı tanzim etmek, onları, Allah’a ortak kılmaktan başka bir.şey değildir!..
Mü’min müslüman olmak isteyen, bütün varlığıyla Allah’ın hükümlerine teslim olmalı ve bütünüyle İslâm’a girmelidir… Hayatın belli konularında İslâm’a tabi olmak, diğer konularında ise, İslâm dışı otoritelere veya ideolojilere bağlanarak uymak, İslâm’ın reddettiği bir anlayıştır… Böyle birisi veya birileri, İslâm’ın kubul ettiklerinden değildir… Muvahhid mü’min bir şahsiyet İslâm’la beraber hiç bir yabancı, yani beşerî ve tağutî düzeni kabul edemez… O, yalnız ve yalnız İslâm’ı kabul eder… İslâm, katıksız ve ortaksızdır… İslâm, kendisinin dışında olan hiç bir katkıyı kabul etmez ve her ortak olmak isteyeni reddeder… Her katkı ve her ortak, İslâm’ın berraklığını bulandırır, İslâm’ın bir çok temel ilkesini sarsar ve geçersiz hâle getirir [9] Geçersiz ve işlenmez hâle getirdiği İslâm ilkelerinden boş kalan yerlere yerleşen ve yaşanmaya başlanan bu katkılar ve ortaklar, daha sonraki zamanlarda müslüman olduklarını söyleyenler tarafından benimsenip, sanki Allah’ın bir hükmü veya Rasulullah (s.a.s.)’in bir Sünneti’ymiş gibi değer kazanmaktadır…
Böyle bir facia ve böyle bir toplumsal cinayet, işlenmeden önce önlenmelidir… Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in tavrı gibi, bu korkunç olaylara karşı tavır alınmalı ve onlarla mücadele edip müslümanlann hayatlarına karışması önlenmeli, karışmış olanlar da ayıklanıp uzaklaştırılmalıdır!..
Cabir b. Abdullah (r.anhuma) anlatıyor:
(Bir gün) Ömer ibnü’l-Hattab (r.a.), Rasulullah (s.a.s.)’e bir Tevrat nüshası getirdi ve:
Ya Rasulullah, bu, bir Tevrat nüshasıdır, dedi. (Rasulullah da) bir şey söylemedi. O, okumaya başladı.
Bu esnada Rasulullah’ın yüzü(nün rengi de) değişiyordu. Bunun üzerine Ebu Bekr:
Evlad acısı görenler, seni kaybedesice, Rasulullah’ın yüzünü görmüyor musun? dedi.
Ömer, Rasulullah (s.a.s.)’in yüzüne baktı ve hemen şöyle dedi:
Allah’ın gazabından, O’nun Rasulü’nün gazabından, Allah’a sığınırım. Rabb olarak Allah’a, din olarak İslâm’a, Peygamber olarak Muhammed’e razı olduk!
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Muhammed’in nefsi elinde olan (Allah)a yemin olsun ki, şayet Musa, sizin içinizde ortaya çıksaydı ve siz, beni terk ederek ona uy saydınız, doğru yoldan sapmış olurdunuz! Şayet O, sağ olsa ve Peygamberliğime kavuşsaydı, bana tabi olurdu![10]
“Ulu’1-Azm” Rasullerden birisi olan Musa (a.s.)’ın durumu, Rasulullah (s.a.s.)’e göre böyle olduktan sonra, gayr-ı İsla-mî beşerî ve tağutî düzenler ile onların ideologları ve önderlerin durumu nasıl olur?..
Yegâne hayat nizamı îslâm’a tam teslimiyet gerekir… Rabbimiz Allah, mü’min müslüman kullarının Kur’ân’dan başka bir düstura, İslâm’dan başka bir hayata nizamına tabi olmamalarım emrediyor:
“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın!” [11]
“Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgmlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şübhesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.[12]
Sadece mü’min müslümanlar değil, insanlardan her kim i, Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in getirdiği Allah’ın hükümleri olan İlâhî mesajı duyar da ona iman etmez ve tabi olmazsa, onun kurtuluşu söz konusu değildir…
Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Muhammed’in nefsi, kabza-ı kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, eğer bu ümmetten bir yahudî ve hristiyan, beni işitir de sonra benimle gönderilene iman etmeden ölürse, mutlaka cehennemliklerden olur. [13]
İslâm, akîdesiyle, muamelatıyla, ibadetiyle ve ahlakıyla bölünmez, bölünmeyi asla kabul etmez bir bütündür… İslâm’a giren bir kişi, bu bütünlüğe herhangi bir zarar getirmeden kabul etmeli ve gereğini yerine getirmelidir… Ancak bu şekilde olanlar, mü’min müslüman olurlar…
İmam İbn Kesir (rh.a.) şöyle demiştir:
“Allah Teâlâ, kendisine inanan ve Rasulünü tasdik eden kullarına, İslâm’ın bütün hükümlerini ve prensiplerini benimsemelerini, bütün buyruklarını uygulamalarım ve yasaklarımgüçleri yettiğinceterk etmelerini emrediyor.[14]Rabbimiz Allah’ın buyruklarından bir kaç örnek verelim:
“Ey iman edenler, öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı.[15]
“Hırsız erkek ve hırsız kadının (çalıp) kazandıklarına bir karşılık, Allah’dan tekrarı önleyen kesin bir ceza olmak üzere ellerini kesin. Alİah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. [16]
“(Bu,) indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir Sûredir. İçinde, umulur ki, Öğüt alıp düşünürsünüz diye apaçık ayetler indirdik.
Zina eden kadın ve zina eden erkeğin herbirine yüzer deynek (celde) vurun. Eğer Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız, onlara Allah’ın dinifni uygulama) konusunda sizi bir acıma tutmasın. Onlara uygulanan cezaya, mü’minlerden bir grup da şahid bulunsun. [17]
“Korunan (iffetli) kadınlara (zina suçu) atan, sonra dört şahid getirmeyenlere de seksen deynek vurun ve onlarm şa-hidliklerini ebedî olarak kabul etmeyin. Onlar, fasık olanlardır. [18]
“Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe, iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder[19]
“Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları, ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bunlar) Jan kaçının. Umulur ki, kurtuluşa erersiniz.
Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?”[20]
İslâm’a giren ve bu girişlerinde samimi olanlar, Rabbimiz Allah’ın buyruklarını yerine getirmede ihlâslı davranmalı ve bütün imkânlarını kullanmalıdırlar… Alİah Teâlâ’ya kul olmaya çalışırken, şeytandan ve şeytanîlerden Allah’a siğinmah-dırlar… Allah’a sığınmak, Allah’ın o konudaki emirlerini yerine getirmekle gerçekleşir…
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
“Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir.
(Allah’dan) sakınanlara, şeytandan bir vesvese eriştiğinde (önce) iyice düşünürler (Allah’ı zikredip anarlar), sonra hemen bakarsın ki, görüp bilmişlerdir.” [21]
Mü’min müslümanlara apaçık belgeler geldikten ve kendilerine neyin doğru, neyin yanlış, hangisi hak, hangisi batıl olduğu beyan edildikten sonra çok dikkat etmelidirler!.. Bütün bunları bilip idrak ederek inandıktan sonra, hak yol üzere ayaklarını diremeli ve sabırla kulluk vazifelerine devam etmelidirler… Gerek itikaden, gerekse amelen ayaklarının kaymamasına azamî derecede çalışmalıdırlar… Tevhid üzere, iman üzere ve saalih amel üzere direnç göstermeli, çok sabretmelidirler!..
İman İbn Kesir(rh.a.)’in beyanıyla:
“Bunca hüccetler gösterildikten sonra, tekrar haktan dönecek olursanız, bilin ki Allah, intikamında Azîz’dir. Hiç bir kimse O’ndan kurtulamaz, hiçbir şey O’nu mağlub edemez. Hükümlerinde hikmet sahibidir. Hükümlerini bozar ve düzeltir.
Bunun için, Ebu’1-ÂHye, Katâde ve Rebî’ ibn Enes, bu âyetin son kısmını:
İntikamında Azîz, emrinde Hakîm’dir, şeklinde tefsir etmişlerdir.
Muhammed ibn İshak ise:
Dilediği zaman, kendisine küfredenlere bile yardım etmekte izzet sahibidir. Kullarına karşı hüccetlerinde ve özürlerini kabulde Hakîm’dir, diye tefsir etmiştir.[22]
Rabbimiz Allah’ın buyruğunu tekrar hatırlayalım: “Size, apaçık belgeler (âyetler) geldikten sonra yine ayağınız kayarsa, bilin ki Allah, gerçekten üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.[23]
[1] Bakara, 2/208-209.
[2] Bakara, 2/208
[3] İmam el-Vahidî, A.g.e. Sh. 68. İmam Suyutî, A.g.e. C. 1, Sh. 96. Abdulfettah el-Kadî, A.g.e. Sh. 42.
[4] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 5, Sh. 24.
[5] Mâide, 5/3.
[6] AHİmrân, 3/19.
[7] Âl-İİmrân, 3/85.
[8] Zümer, 39/65. En’am,
[9] Bkz. İmam Hafız el-Muuzirî, A.g.e. C.l, Sh. 108-109, Hds. 7-8. İmam Ahmed b. Hanbel, Bezzar ve Taberânî’den. Taberânî, A.g.e. C. 2, Sh. 294, Hds. 597. Sünen-i Dârimî, Mukaddime, B. 16, Hbr. 99.
[10] SüneiM Dârimî, Mukaddime, B. 39, Hds. 441.
İmam ibn Kesir (rh.a)’ın, İmam Ahmed b. Hanbel (rh.a)’den
naklettiği rivayette şu ziyade var: “Siz ümmetlerden benim payıma
düşen, ben de peygamberlerden sizin payınıza düşenim.”
İmam er-Rûdânî, A.g.e. C. 1, Sh. 46, Hds. 150. Ebu’d-Derda
(r.a.)’ın rivayetiyle, Taberânî, Mu’cemu’l-Kebir’den.
İbn Kesir, A.g.e, C. 4, Sh. 1292. Ahmed b. Hanbel, (Müsned, C. 3,
Sh. 470-473. C. 4, Sh. 265-266)’dan.
[11] ÂMİmrân, 3/103.
[12] Enfal, 8/46.
[13] SahüVİ Müslim, Kitabu’1-İman, B. 70, Hds. 240.
İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned (el-Fethu’r-Rabbânî Tertibi), çev. Rıfat Oral, tahkik: Süleyman Sarı, Konya 2003, C. 1, Sh. 150, Hds. 72/114.
[14] İbn Kesir, A.g.e. C. 3, Sh. 808.
[15] Bakara, 2/178.
[16] Mâide, 5/38.
[17] Nur, 24/1-2.
[18] Nur, 24/4.
[19] Nisa, 4/11.
[20] Mâide. 5/90-91.
[21] A’raf, 7/200-201.
[22] İbn Kesir, A.g.e. C. 3, Sh. 809.
[23] Bakara, 2/209.