Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler, Allah’ın yardımcıları olun. Meryem oğlu İsa’nın havarilere: ‘Allah’a (yönelirken) benim yardımcılarım kimlerdir?’ demesi gibi. Havariler de demişlerdi ki: ‘Allah’ın yardımcıları bizleriz.’ Böylece İsrailoğullarından bir topluluk iman etmiş, bir topluluk da inkâr etmişti. Sonunda Biz, i-man edenleri düşmanlarına karşı destekledik, onlar da üstün geldiler.[1]
Âyet-i kerimde geçen, “Allah’ın yardımcıları olun!” emri, “Allah’ın dininin yardımcıları olun!” demektir.[2]
“Ey iman edenler, eğer siz Allah’a yardam ederseniz, O da size yardım eder.[3] âyet-i kerimesinde geçen, “Allah’a yardım ederseniz” beyanını İmam Kurtubî (rh.a.) şöyle açıklamıştır:
“Yani siz, Allah’ın dinine yardım edecek olursanız, O da, kâfirlere karşı size yardım eder (size zafer verir).
Kutrub dedi ki:
Şayet Allah’ın Peygamberine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder, demektir.[4]
Bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi, “Allah’ın yardımcıları olun!” veya “Allah’ın yardımcıları bizleriz!” gibi beyanlar, Allah’ın dinine, O’nun Rasulü (s.a.s.)’e ve mü’min müslümanlara yardımcı olun demektir…
İman eden ve imanlarına zulüm, yani şirk küfür, bid’at, hurafe ve modem ideolojilerin sapık fikirlerini karıştırmayan mü’min müslümanlar, mallarıyla, canlarıyla, Allah’ın dinin bütün insanlık âlemine yayılması ve yeryüzünde fitnenin kalkması için her imkânlarını harcayarak çalışmalıdırlar… Bu, onların kulluk vazifeleri ve Allah’a verdikleri “Misak ahdi”nin bir gereğidir. [5]
Allah’ın dinine ve Allah’a iman etmiş olan mü’min müslüman kardeşlerine bütün imkânlarıyla yardımcı olan muvah-hidlere, yegâne Rabbleri Allah yardım eder ve onların ayaklarını sabitleştirir. [6] Akideleri sağlamlaşır, imanları kuvvetlenir ve salih amelleri ihlâs içinde artar…
Şöyle buyurur Rabbimiz Allah:
“Muhakkak Allah, mü’minleri (müşriklere karşı) savunur. Çünkü Allah, hainlik ve nankörlük edenlerin hiçbirisini sevmez.
Muvahhid mü’minler, yalnız ve yalnız Allah için ve O’nun rızasını kazanmak niyetiyle emrolunduklan şekilde amel ederler… Bütün gayretleri, yaratılış gayeleri olan, “yalnızca Allah’a ibadet etmek” vazifelerini tam yerine getirmektir…
Ebu Ümâme el-Bahilî (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
“Allah, ancak kendi rızası gözetlenerek, hâlis bir niyetle yapılan ameli kabul eder.[7]
İman edenlerin, Allah’ın dinine gerekli yardımı yaparken örnekleri, Allah’ın Rasulü İsa (a.s.) ve O’na iman eden “Havarîleri”‘dirL
İsa (a.s.), Havarilere:
Allah’a (yönelirken) benim yardımcılarım kimlerdir? buyurunca,
Havariler:
Allah’ın (dininin) yardımcıları bizleriz, demişlerdi.
Havariler, Allah’a ve O’nun Rasulü İsa (a.s.)’a iman ettikleri ve İsa (a.s.)’m yardımcıları oldukları için, İsa (a.s.)’m teklifine karşı hiç tereddüd etmeden, emre âmâde olduklarını beyan edip vazife için hazır olduklarım ortaya koymuşlardı…
Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’e ve Allah’dan kendisine inzal olunanlara katıksız iman edenler de, hangi çağda ve hangi bölgede olurlarsa olsunlar, Allah’ın dinine yardım söz konusu olduğu anda, hiç tereddüd etmeden öne çıkıp ileri atılarak:
“Allah’ın (dininin) yardımcıları bizim!” demeli ve dedikleri gibi olmalıdırlar… Bu güzel ve samimi ifade, asla lafta kalmamalı, mallarıyla ve canlarıyla gereğini yapmalıdırlar…
Son Rasul ve son Nebî önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in vazifeli kılındığı Mekke’de yıllarca İslâm’ın tebliği ve İslâm’a davet devam etti… Rasulullah (s.a.s.), bütün zorluklara ve İslâm düşmanları müşriklerin işkencelerine, engellemelerine ve zulümlerine rağmen, Risalet vazifesini devam ettiriyordu… Allah’ın yardımı ve insan kullarına hidayet nasib etmesiyle günler geçtikçe iman edenlerin sayısı artıyordu…
Cabir b. Abdullah (r.anhuma) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), (Arafat’ta) vakfe mahallinde nefsini insanlar arzedip şöyle buyurdu:
“Kureyş beni, Rabbimin kelâmını tebliğ etmekten alıkoydu. Beni alıp kavmine götürecek kimse yok mu?[8]
Önderimiz ve hayat Örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu teklifi, İsa (a.s.)’ın Havarilere:
Allah’a (yönelirken) benim yardımcılarım kimlerdir? demesi gibidir…
Havarilerin:
Allah’ın (dininin) yardımcıları bizleriz, dedikleri gibi, Rasulullah (s.a.s.)’in teklifine, hicret yurdu ve İslâm Devle-tİ’nin kuruluşuna beşiklik yapacak Medine halkından bir cevab geldi… Mekke’ye Hacc yapmak üzere gelen Medineliler, Rasulullah (s.a.s.) ile buluştular… O’nu dinlediler ve iman ettiler.,. Rasulullah (s.a.s.)’in, mü’min müslümanlann ve Allah’ın dininin yardımcıları oldular… Bu yardımlarından dolayı onlara, “ENSAR” denildi…
Şa’bî (rh.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), amcası Abbas’la beraber Ensar’dan yetmiş kişinin yanına gitti. Akabe’de ağacın altında buluştular:
“Konuşacak olanınız konuşsun, fazla uzatmasın. Çünkü müşriklerden aleyhinize bir casus vardır.” buyurdu.
Temsilcileri olan Ebu Ümâme dedi ki:
Rabbin için, kendin ve ashabın için iste, ne isteyeceksen!
(Rasulullah) şöyle buyurdu:
“Rabbim için, O’na ibadet edip O’na hiçbir şey ortak koşmamanızı istiyorum. Kendim ve ashabım için de, bizi bağrınıza basıp barındırmanızı, bize yardım etmenizi, kendi nefsinizi savunup koruduğunuz şeylerden bizi de savunup korumanızı istiyorum!”
Peki, biz teklifinizi yerine getirirsek, karşılığında ne alırız? deyince,
“Karşılığında cennet sizin olur.” buyurdu.
Peki, anlaştık, dedi.[9]
Asım b. Ömer b. Katâde (rh.a.) anlatıyor: Millet, Rasulullah (s.a.s.)’in biati için toplandıkları zaman, Abbas b. Ubâde b. Nadle el-Ensarî (r.a.) şöyle dedi:
Ey Hazrec topluluğu, bu adamla niçin biatlaştığımzı biliyor musunuz?
Evet! dediler. Dedi ki:
Siz O’nunla, insanların kırmızısı ve siyahıyla savaşmak üzere biatlaşıyorsunuz. Eğer mallarınıza bir musibetin gelmesiyle eksildikleri ve eşrafınız helak olunca O’nu, kendi başına yardımsız bırakmayı aklediyorsanız bunu, şimdiden yapınız.
Vallahi, eğer böyle bir şey yaparsanız bu, dünya ve ahi-retin ziyanıdır. Eğer O’nun davet ettiği şeyde malların eksilmesine ve eşrafın kati olunmasına rağmen, O’na vefa etmenize aklınız kesiyor ise, O’nu tutunuz.
Vallahi bu, dünya ve ahiret hayrıdır.
Dediler ki:
Biz O’nu, malların musibete uğramasına ve eşrafın öldürülmesine rağmen tutarız.
Ya Rasulallah, eğer biz buna vefa edersek, bununla bizim için ne vardır? (Rasulullah:) “Cennet!” buyurdu.
Elini ver, dediler.
O da, elini verdi. O’nunla bey’atlastılar.[10]
Yegâne Rabbimiz Allah’ın izni ve yardımıyla, Allah’ın Rasulü (s.a.s.)’e, Allah’ın dinine ve Allah’a iman eden Mekke’deki işkence altındaki Ashab-i Kiram’a yardımcılar ortaya çıktı… Medineli Ensar mü’min müslümanlar, hür ve bağımsız idiler… Onlar, Mekkeli Muhacir mü’min müslüman kardeşlerini davet ettiler, onlara bütün imkânlarım kullanarak yardımcı olup bağrına bastılar ve öz nefislerini korudukları gibi onları korudular… Muhacir ve Ensar’ın oluşturduğu iman kardeşliği pekişti, böylece Medine’de İslâm Devleti kuruldu!..
Abdullah b. Mes’ud (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
“Benden önce Allah’ın, hiçbir ümete gönderdiği Peygamber yoktur ki, o peygamberin ümmetinden havarileri ve Sünnetine tabi olan, emrine uyan ashabı olmasın. [11]
Said b. Cübeyr (rh.a.), Abdullah ibn Abbas (r.anhu-ma)’nın, bu hususta şunları söylediğini rivayet etmektedir:
Allah Teâlâ, İsa’yı göğe yükseltmeyi dileyince İsa, bir evde bulunan oniki arkadaşının yanma, evin içinden akan bir pınardan çıkıp geldi. Başından sular damlıyordu.
İsa, onlara şöyle dedi:
Sizden biriniz, bana iman ettikten sonra beni, oniki defa inkâr edecektir. Hanginiz bana benzetilip yerime öldürülmeyi, buna karşılık da benim derecemde olmayı ister?
En gençlerinden biri ayağa kalktı ve:
Ben istiyorum, dedi. İsa, ona:
Otur, dedi.
Sorusunu tekrar sordu. Yine aynı genç ayağa kalktı ve:
Ben istiyorum, dedi. Bunun üzerine İsa:
Peki, sen ol, dedi.
O genç, Allah tarafından İsa’ya benzetildi. İsa, evin bacasından göğe çekilip götürüldü.
Yahudiler, O’nu aramaya geldiler. O’nun benzeri olan
genci, öldürdü ve astılar.
Havarilerden bazıları, İsa’yı gerçekten oniki kere inkâr
ettiler.
İsa’ya iman edenler de üç gruba ayrıldılar:
Bir grub:
İsa, içimizde Allah idi. Dilediği kadar kaldı sonra göğe yükseltilip gitti, dedi.
Bunlar, “Yakubîler”dir. Diğer bir grup ise:
İsa, aramızda Allah’ın oğluydu. Aramızda dilediği kadar kaldı. Sonra Allah, O’nu çekip yanma götürdü, dediler.
Bu grup ise, “Nasturîler'”dir. Diğer bir grup ise:
İsa, aramızda Allah’m kulu ve Peygamberi’dir. Aramızda Allah’ın dilediği kadar kaldı. Sonra Allah O’nu, aramızdan çekip aldı, dediler.
Bunlar da, mü’min kimselerdi.
Hz. İsa’dan sonra kâfir olan iki grup, mü’min olan bu gruba galib geldi ve onları öldürdüler. Böylece “Hak Din”, Sahih bir hâlde (gizli ve kapalı) kaldı. Nihayet Alİah, Muhammed (s.a.s.)’i gönderdi. Alİah, O’na yardım etti. Böylece mü’minler, kâfirlere galib geldiler. [12]
İmam Buhârî (rh.a.) şöyle demiştir:
İsa Peygamber’in Havarîleri, elbiselerinin beyazlığından dolayı böyle isimlendirildiler. [13]
İmam Tirmizî (rh.a.):
Havarinin, yardımcı olduğu söylenmektedir. [14]Havan: Yardımcı demektir.
Bundan dolayı Hz. İsa (a.s.)’in samimi arkadaşlarına ve yardımcılarına, “Havariyyûn” denilmiştir.
Bazıları: Kelimenin, elbiseyi beyazlatmak mânâsına geldiğini, Hz. İsa (a.s.)’ın Havalilerinin de çamaşırcılar olduğunu söylemişlerdir.
Ezherî:
Havariyyûn, Peygamberlerin hâlis yakınlarıdır, demiştir. [15]
Abdullah ibn Abbas (r.anhuma)’dan nakledilen bir rivayete göre, Hz. İsa (a.s.)’m Havarîleri oniki kişidir. Katâde (rh.a.) ise:
Rasulullah (s.a.s.)’in Havarilerinin de oniki kişi olduğunu ve onların da:
Hz. Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, Hamza, Cafer, Ebu Ubeyde b. el-Cerrah, Osman b. Maz’un, Abdurrahman b. Avf, Sa’d b. Ebi Vakkas, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. el-Av-vam olduklarını, söylemiştir.[16]
Allah, cümlesinden razı olsun.
İbn Abbas (r.anhuma):
ez-Zübeyr, Peygamber’in havarîsidir (en hâlis yardımcısı ve en samimi dostudur), dedi. [17]
Cabir b. Abdullah (r.anhuma) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), insanları (Hendek günü bir keşif vazifesine çağırdı) da bu çağrıya, ez-Zübeyr icabet etti. Sonra Rasulullah, yine çağrı yaptı, yine Zübeyr icabet etti. Sonra Rasulullah, insanları yine bu vazifeye çağırdı. Bu sefer de Zübeyr, vazifeye talib oldu.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):
“Muhakkak her bir Peygamberin bir havarisi (seçkin hâUs adamı) vardır. Şübhesiz benim havarim de, ez-Zübeyr İb-nü’1-Avvam’dır.” buyurdu.[18]
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Andolsun Biz, Zikir’den sonra Zebur’da da: ‘Şübhesiz, Arz’a salih kullarım varis olacaktır’ diye yazdık. [19]
Yeryüzünün varisleri olan muvahhid mü’minler, kâmil imanları ve takvalarıyla Rabbimiz Allah’ın salih kullarıdırlar… Bu salih kullar, iman kardeşliği ile birbirine bağlanmış çok sağlam bir bina, yani bunyanun mersus olmuşlardır… Bunlar, Tevhid ailesinin muvahhid ferdleri, merhamet olunmuş ümmetin kopmaz parçaları ve İslâm Milleti’nin birer kahraman erleridirler… Birbirlerinin velileri ve kardeşleridirler. [20]
Zalim tağutlar tarafından işgal edilmiş İslâm topraklarında şirkin ve küfrün egemenliğinde esaret altında, bağımsızlık ve hürriyetleri için mücadele veren muvahhid mü’minler, her an şeytanın ve nefs-i emmarenin tuzaklarına düşme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar… Bir tarafta İslâm düşmanları olan tağutî müşrik ve kâfirlerle mücade edip küçük cihadı yürütürken, diğer tarafta şeytanın ve nefsin aldatıcı tuzaklarına, hilelerine karşı büyük cihadı gerçekleştirmelidir… Büyük cihad ve küçük cihad, birbirlerinin devamı değil, içice olan bir cihaddır… Hiçbiri ihmal etmeye gelmez… Her ikisi beraber yürütülmelidir…
Muvahhid mü’minler, zaman zaman hata yapabilir, günah olan bir işi işleyebilir ve şeytanın tuzaklarına düşebilir… Böyle bir kusur karşısında hemen kendine gelmeli, hatasının ve günahının farkına varıp tevbe ederek, istiğfar etmelidir… Tevbenin tertemiz suyu ile kirlenmiş olanları yıkamalı ve bir daha o günaha dönmemeye kesin karar vermelidir… Vazgeçmeli, pişman olmalı, eğer kul hakkına tecavüz etmiş ise, o hakkı iade edip helâlleşrnelidir… Tevbe ve istiğfar, asla ihmal
edilmemelidir!..
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Ey iman edenler, Allah’a kesin (nasuh) bir tevbe ile tevbe edin. Olabilir ki Allah, sizin kötülüklerinizi örter ve altından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün Allah, Peygamberi ve O’nunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir. Nurları, önlerinde ve sağ yanlarında koşar parıldar. Derler ki: ‘Rabbimiz, nurumuzu tamamla, bizi bağışla. Şübhesiz Sen, herşeye güç yetirensin.[21]
Abdullah ibn Ömer (r.anhuma)’dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Ey insanlar, Allah’a tevbe edin! Çünkü ben O’na, günde yüz defa tevbe ederim. [22]
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Günahları bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası pek şidetli olan ve lütuf sahibi (Allah’dan). O’ndan başka ilâh yoktur. Dönüş O’nadır.[23]
Dâvamızın başı ve sonu Âlemlerin Rabbi Allah’a ham-detmektir.
[1] Saff, 61/14.
[2] Bkz. et-Taberî, A.g.e. C. 8, Sh. 282.
Celâleyn Tefsiri Tercümesi, çev. İbrahim Serdar-Yusuf Şensoy, İst. 1998, C. 3, Sh. 1997.
[3] Muhammed, 47/7
[4] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 16, Sh. 121.
[5] Bkz. Hacc, 22/40.
[6] Hacc, 22/38.
[7] Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cihad, B.24, Hds. 3126.
Ayrıca bkz. Sahih-i Buharı, Kitabu’l-Cİhad ve’s-Siyer, B. 15.
Hds. 25.
Sahih-i Müslim, Kitabu’I-İmare, B. 42, Hds. 149-151.
[8] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sünnet, B. 22, Hds. 4734.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedailu’l-Kur’ân, B. 22, Hds. 3092. Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 13, hds. 201. Sünen-i Dârimî, Kitabu Fedailu’l-Kur’ân, B. 5, Hds. 3357. İmam er-Rûdânî, A.g.e. C. 3, Sh. 265, Hds. 6407. Ahmed b. Han-bel, Müsned, C. 3, Sh. 390’dan.
[9] İmam er-Rûdânî, A.g.e. C. 3, Sh. 269, Hds. 6414. Ahmed b. Han-bel, Müsned, C. 4, Sh. 119’dan. İbn Hişam, A.g.e. C. 2, Sh. 107-108.
İbn Kesir, El-Bidaye ve’n-Nihaye, C. 3, Sh. 247. Bezzar, Cabir b. Abdullah’dan.
[10] İbn Hişam, A.g.e. C. 2, Sh. 107-108.
İmam Rûdânî, A.g.e. C. 3, Sh. 269, Hbr. 6415. Taberânî, Mu’ce-mu’1-Kebir’den. (Bir başka haber).
[11] Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İman, B. 20, Hds. 80.
Aynca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 1, Sh. 458,461.
[12] et-Taberî, A.g.e. C. 8, Sh. 283.
İbn Kesir, Hadislerle Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, C. 14, Sh. 7874-7875. Neseî’den.
İbn Kesir, EI-Bidaye ve’n-Nihaye, C. 2, Sh. 152. îbn Ebi Hatim’den.
[13] Sahih-i Buhârî, Kitabu Fedaili Ashabu’n-Nebî,.B. 13 (Bab başlığında).
[14] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Menakıb. B. 77, Hds. 3987’nin devamında.
[15] Ahmed Davudoğlu, A.g.e. C. 10, Sh. 267.
[16] et-Taberî, A.g.e. C. 8, Sh. 283. Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 21, Sh. 470.
[17] Sahih-i Buhârî, Kitabu Fedaili Ashabu’n-Nebî, B. 13 (Bab başlığında).
[18] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B. 41, Hds. 62.
Kitabu Fedaili Ashabu’n-Nebî, B. 13, Hds. 65.
Kitabu Ahbâri’l-Ahadî, B. 2, Hds. 14. Sahih-i Müslim, Kitabu FedailuVSahabe, B. 6, Hds. 48. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Menakıb, B. 77, Hds. 3989-3990. SÜnen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 11, Hds. 122.
[19] Enbiya, 21/105.
[20] Bkz. Tevbe, 9/71. Hucurat, 49/10.
[21] Tahrim, 66/8.
[22] Sahİh-i Müslim, Kitabu’z-Zikr, B. 12, Hds. 42.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’1-Kur’ân, B. 47, Hds. 3474. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’1-Edeb, B. 57, Hds. 3815. Sünen-i Dârimî, Kitabu’r-Rikak, B. 15, Hds. 2720. İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B. 277, Hds. 621. Ahmed ibn Hanbel, Kitabu’z-Zühd, C. 1, Sh. 20, Hds. 33. Taberânî, Mu’cemuVSağir C, 1, Sh. 243, Hds. 159.
[23] Mü’min, 40/3.