Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuru-
“Ey iman edenler, hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. Kâfirler ise, zalimlerin tâ kendileridir.” [1]
Alemlerin Rabbi Allah, kendisine seksiz ve şübhesiz, şirksiz ve küfürsüz iman eden mü’min müslüman kullarına seslenince, bu kulların her zerresi kulak kesilmesi gerekir… Yegâne Rabbi Allah’ın emrine bütün varlığıyla dinleyip itaat etmelidir… Yegâne Rabb Allah, kendisine iman bağıyla bağlanan ve kopması imkânsız kulpa [2]yapışmış olan muvahhid kullarını, kendisi tarafından rahmeti icabı verdiği temiz ve helâl rızıktan, kendilerinin faydalandığı gibi, ihtiyaç sahihlerini de faydalan-drrmaya davet etmektedir!..
Muvahhid mü’min kullarına, temiz, faydalı, helâl ve bereketli rızkı veren Allah, verdiği bu malı, cömert davranıp kendi yolunda sarf etmeler ini emrediyor… Bu İlâhi emir ve bu güzel davet, fırsatın elde olduğu, imkânın her türlüsüne sahib olunduğu bir zamanda gündeme geliyor… Bu fırsat ve bu imkân, çok kısa olan dünya hayatında verilmiş ve bu kısa ömürdeki imkânı kullanarak sonsuz saadeti kazanmanın fırsatı verilmiştir…
Kendilerine Rabbleri Allah tarafından verilen bu fırsatı değerlendiren mü’min müslümanlar, eldeki imkânları değerlendirmekte acele etmelidirler… Bu fırsat kaçtı mı bir daha geriye gelme imkânı yoktur… Böyle bir fırsatı kaçırmak, acı bir hüsrana da vesile olabilir!..
Allah Teâlâ’nm verdiği helâl nzık, O’nun rızası uğrunda, yine helâl kılman yerlere harcanmalı, yani infak edilmelidir… Dünya hayatındaki bu fırsat, çok iyi değerlendirilmeli ve bu imkânı kullanılırken çok dikkat edilmelidir… Çünkü önümüzde öyle günler gelecek ki, o zaman bu imkân ve fırsat olmadığı gibi, hiç bir dostluk ve yardım edici de bulunmayacaktır…
Allah Teâlâ’nm, fazlından ve merhametinden bol bol verdiği helâl malı ve serveti, O’nun uğrunda infak ederken cimri davranmak, hiç bir muvahhid mü’minin şahsiyetine yakışmaz… Muvahhid şahsiyet, kendisine nimet olarak verilen bu helâl rızkı, veren Rabbi Allah’ın emrettiği gibi sarf etmelidir… Onun muvahhid şahsiyetinin tabiatının gereği budur!.. Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah: “Onlar (o müttakîler), gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine nzık olarak verdiklerimizden infak ederler.[3]
“Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’dan korkup sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil tutkularından (ya da cimri tutkularından) korunursa, işte onlar, felah bulanlardır.[4]
“Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah’ın hoşnudluğunu istemekten başka (bir amaçla) infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz, haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın size noksansız ödenecektir.” [5]
“Mallarını Alİah yolunda infak edenlerin örneği, yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Alİah, (ihsanı) bol olandır, bilendir.” [6]
Ebu Musa el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.):
“Her müslümanm üzerine sadaka vermek vacibdir!” buyurdu.
Sahabiler:
Sadaka verecek bir şey bulamazsa (ne yapar)? dediler.
Rasulullah (s.a.s.):
“Elleriyle çalışır. Elinin emeğiyle kazandığını hem kendisine harcar, hem de sadaka verir.” buyurdu. Sahabîler:
Çalışmaya gücü yetmez veya yapmazsa? dediler. “İhtiyaç sahibi olan bunalmışa (mazluma) yardım ve himaye eder.” buyurdu.
Böyle bir yardım da yapamazsa? dediler.
Rasulullah (s.a.s.):
“Hayır ile yahud ma’ruf ile emreder.” buyurdu.
Bunu da yapamazsa? dediler. (Rasulullah):
“Kendini, serden tutar! Çünkü bu da, onun için bir sadakadır.” buyurdu.[7]
Bu hadis-i şerifin şerhinde şunlar beyan olunmuştur: “Kurtubî (rh.a.):
Hadisin zahiri, vücûb ifade etmektedir. Lâkin Alİah Teâlâ Hazretleri, lütf-u kereminden bunu hafifletmiş, gizli yapılan mendûb ibadetlerle vücûbu iskaat etmiştir, demiştir.
Aynî (rh.a.) diyor ki:
Vücûbun zahiri mânâsı, bir kimsenin yiyeceğim kazanmaktan aciz kaldığını ve ölmek üzere bulunduğunu gören müslümana hamledilebilir. Zira böyle bir müslümanm, o acize sadaka vererek hayatını kurtarması farz olur.
Ashab-ı Kiram, sadakadan atıyye mânâsı anlamış olacaklar ki:
Buna gücü yetmeyen ne yapacak? diye sormuşlar. Rasul-i Ekrem (s.a.s.) de, sadakadan umumî bir mânâ
kasdettiğini, bu mânânın, muzdar kalan muhtaçla, emr-i bil-ma’rufa bile şâmil olduğunu beyan buyurmuştur.
Görülüyor ki:
İslâm Dini, hüsn-ü niyetle yapılan mubah fiilleri bile ibadet saymıştır. Kötülük yapmaktan sakınmak dahi bir ibadettir. Bunun ibadet olması, kötülük yapacağı kimseyi rahat ve emniyette bıraktığı içindir. Bu suretle âdeta, o kimseye sadaka vermiş gibi olur. Kötülüğü kendi nefsine yapmak isteyip de sonra vazgeçen kimse, kendine sadaka vermiş gibi olur.[8]
Dünya hayatı bitmeden, Allah Teâlâ’nın verdiği nimetleri O’nun yolunda harcayanlar, katıksız iman sahibi olan salih kullar, ebedî saadeti elde etmişlerdir… Allah’ın verdikleriyle Allah yolunda infa edenler, hem farz olan zekatı, hem de sadakayı yerli yerinde verenlerdir…
İmam Kurtubî (rh.a.), tefsirinde şunları söylüyor:
“el-Hasen dedi ki:
Burada infak emri, farz olan zekata dairdir. İbn Cüreyc ve Said ibn Cübeyr der ki:
Bu âyet-i kerime, hem farz olan zekatı, hem de nafile tasadduku sözkonusu etmektedir.
İbn Atiyye derki:
Bu, sahihtir. Fakat daha önce savaşı sözkonusu eden âyet-i kerimeler ile yüce Allah’ın mü’minleri kâfirlerin üstüne iterek defedeceğine dair buyrukları dolayısıyla buradaki teşvikin, Allah yolunda infak olduğu ortaya çıkar. Bunu, âyet-i kerimenin sonunda yer alan: “Kâfirler ise, zalimlerin tâ kendileridir” buyruğu da güçlendirmektedir. Yani, canınızla, mallarınızla da infak etmek suretiyle savaşarak kâfirlerle mücadele ediniz.
Derim ki:
Bu açıklamaya göre malların infak edilmesi, bazen va-cib, bazen de mendub olur. Bu ise, cihadın farz-ı ayn olması ile olmamasına göre değişir. Yüce Allah kullarına, kendilerine verdiği nzıktan ve ihsan emiş olduğu nimetlerden infak etmelerini emretmekte ve kendisinde alış-verişin mümkün olmaayacağı, yapılmak istenen fakat yapılamayan herhangi bir harcamanın telafi edilemeyeceği bir gün gelinceye kadar infaktan uzak durmalarını sakındırmaktadır.[9]
Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
“Sizden birinize ölüm gelip de: ‘Rabbim, beni yakm bir süreye (ecele) kadar geciktirsen, ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam’, demezden önce, size nzık olarak verdiklerimizden infak edin.
Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiç bir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. [10]“İman etmiş kullarıma söyle: ‘Alış-verişin ve dostluğun olmadığı o gün gelmezden evvel, dosdoğru namaz kılsınlar ve kendilerine nzık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak etsinler. [11]
Mü’min müslüman kulların başına böyle bir gün gelmeden ve maddî imkânları var iken, Rabbleri Allah’ın kendilerine verdiği “infak ediniz!” emrini gereği gibi yerine getirmeleri gerekir!.. Dünya hayatının sağlıklı ve imkânlı günlerini birer ganimet bilmeli ve bundan çok faydalanılmalıdır…
Rabbimiz Allah, insan kullarını uyarmaktadır:
“Ey insanlar, Rabbinizden korkup sakının. Çünkü kıyamet sarsıntısı büyük bir şeydir.
Onu gördüğünüz gün, her emzikli, kendi emzirdiğini unutup geçecek ve her gebe kendi yükünü düşürecektir. İnsanları da sarhoş olmuş görürsün. Oysa onlar, sarhoş değillerdir. Ancak Allah’ın azabı pek çetindir. [12]
“Fakat kulakları patlatırcasma olan o gürleme geldiği zaman,
Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar.
Annesinden ve babasından,
Eşinden ve çocuklarından,
O gün, onlardan herbirinin kendine yetecek bir işi varir.[13]
Dünya hayatının tamamen bittiği, imkânların yok olduğu ve fırsatların elden kaçtığı gün geldiğinde, hiç kimse, bir diğerine yardım edecek durumda olamayacak ve kimse kimseyi ta-nımayacaktır… Herkes, kendi hesabının derdine düşmüş, başından çok aşkın işi ortaya çıkmıştır… İşte böyle bir durumla karşılaşmadan önce imkânları değerlendirip, böyle bir günde faylası görülecek işler yapılmalıdır… Bu da, katıksız iman, salih ımel ve Allah yolunda infak ile gerçekleşir…
Rabbimiz Allah, insan kullarının birbirinden kaçacağı o deşhetli anı şöyle beyan buyurur:
“Müttakîler hariç olmak üzere o gün, dostların kimi, kiline düşmandır.[14]
“Kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkâr edip tanımayacak ‘e kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. [15]
“Böylece Sûr’a üfürüldüğü zaman artık o gün, aralarında soylar (veya soy bağları) yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu veya birbirlerine durumlarını) soruşturmazlar da. [16]
“Bizi, suçlu-günahkârlardan başka saptıran olmadı.
Artık bizim için ne bir şefaatçi var,
Ne de candan yakın bir dost.[17]
Hiç kimsenin dostluğu ve soyluluğu, başkasına şefaat etmeye yetmeyecek ve hiç bir fayda vermeyecek olan o günden Önce insanın, kendisine faydası olacak iyi bir hazırlık yapması gerekiyor… O gün, kâfirlerin herhangi bir şefaatçisi olmadığı gibi zulmedenlerin de herhangi bir yardımcısı yoktur… Zalimlerin tâ kendisi olan kâfirler ebedî bir hüsran içinde kalacaklardır…
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
“Zulmedenlerin yardımcıları yoktur. [18]
“Zalimlere ise, onlar için acı bir azab hazırlanmıştır. [19]
Atâ b. Dinar der ki:
“Kâfirler ise, zalimlerin tâ kendileridir” diye buyuran ve bunun yerine, “zalimler ise, kâfirlerin tâ kendileridir” diye buyurmayan Allah’ahamdolsun! [20]
Katâde (rh.a.) diyor ki:
Kâfirler, zalimlerin tâ kendileridir” buyuran Allah’a hamdolsun. Zira O, “zalimler, kâfirledir” buyurmadı. Eğer böyle buyursaydı, yaptıkları zulümler sebebiyle insanların çoğu kâfir sayılır ve mahvolurlardı. [21]
Rabbimiz Allah, kullarına vermiş olduğu helâl ve temiz olan rızıkların infak edilmesini emrederken, bunlardan çürümüş, kokmuş ve bayağı hâle gelmiş olanların infak edilmemesini beyan buyurmuştur… Allah, kendi yolunda, en iyi niyet ile en güzel malın infak edilmesini emretmektedir:
“Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki, şübhesiz Allah, hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır, övülmeye lâyık olandır.
Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size, çirkin-hayasız-lığı emrediyor. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ihsan (fazl) va’dediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.
Kimi dilerse, hikmeti ona verir. Şübhesiz kendisine hikmet verilene, büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahihlerinden başkası öğüt alıp düşünmez.
Her neyi nafaka olarak infak eder ve adak olarak neyi adarsanız, muhakkak Allah, onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” [22]
el-Berâ b. Âzib (r.a.): “Bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın.[23]âyeti hakkında şunu anlatıyor:
Bu âyet, biz Ensar topluluğu hakkında nazil oldu. Hurma sahibleri idik. Herkes hurmasından, çokluğu ve azlığı mikdarınca getirirdi. Bir kişi, bir veya iki salkım hurma getirip mescide asardı. Suffelilerin yiyeceği yoktu. Onlardan biri, (mescide) geldiği vakit salkım(ın altm)a gelir, deyneğiyle vururdu. Hurmanın yaşından, kurusundan düşer ve (bunları) yerdi. Hayırda gözü olmayan bir takım kişiler de vardı ki, (bunlardan) herhangi biri, üzerinde şis ve haşef bulunan salkım veya kırılmış salkımı getirip asardı (Bozuk hurmalı salkımı bile bile getirip oradaki salkımlar araşma sokardı).
Allah:
“Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın.” âyetini indirdi.
Rasulullah (s.a.s.) buyurdu ki:
“Sizden birinize, verdiği şeyin benzeri hediye edilmiş olsa, ancak onu göz yumarak ve utanmadan ötürü alır.”
el-Berâ (r.a.) şöyle dedi:
Bu âyetin inişinden sonra herbirimiz, yanında bulunan en iyisinden getirir olmuştuk.[24]
Hadisin şerhinde şunlar denilmiştir:
“Bu hadiste hurma zekatını, bozuk ve kötü hurmadan vermeye kalkışmanın yasaklığına, bunu, halkın ve zekat müste haklarmm gözlerinden saklamak mümkün olsa bile Allah Te-âlâ’dan saklamanın imkânsız olduğuna ve mal sahiblerinin kendilerini zekat müstehaklarınm yerine koyup hoşlanmayacakları davranışları, fakirler için de reva görmemelerinin lüzumuna delâlet eder. [25]
Mü’min müslümanların apaçık düşmanı olan şeytan, onları, fakirlikle korkutup Allah yolunda infak yapmamayı, mallarının en güzelini sadaka olarak vermemeyi vesveselerle telkin edip aldatmaya çalışıyor… Muvahhid Tminler, gerek insanlardan, gerekse cinlerden olan [26]şeytanlardan, onların tuzak ve vesveselerinden sakınmalı, onlara karşı uyanık davranıp dikkatli olmalıdırlar!..
Abdullah ibn Abbas (r.anhuma) şöyle demiş:
Allah Teâlâ mü’min kullarına, mallarının en temiz, en güzel olanlarından infakta bulunmayı emrediyor. Mallarının bayağı ve kötü olanlarını tasadduktan da men’ediyor. Çünkü Alİah Teâlâ, temizdir ve anck temiz olanı kabul eder.
Bunun içindir ki:
“Kendiniz göz yummadan alıcısı olmadığınız bayağı şeyleri vermeye kalkmayın.” (Yani) böyle şeyleri kabulden Alİah, sizden daha müstağnîdir. Dolayısıyla hoşlanmadığınız şeyleri Allah için vermeye kalkmayın, buyurmaktadır.[27]
Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
“Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şübhesiz Allah, onu bilir.” [28]
“Onların (kurbanların), etleri ve kanları kesin olarak Allah’a ulaşmaz, ancak O’na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir. O’nun, size hidayet vermesine karşılık Allah’ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver[29]
Rabbimiz Allah, kendisine iman edip itaat üzere olan salih kullarına böyle buyururken şeytan, tuzaklanyla onların önlerini kesiyor ve onların, Allah yolunda mallarının en iyisini infak etmelerini engelliyor… Muvahhid mü’minler, şeytandan Allah’a sığmmah ve Allah’a itaat ederek şeytanın tuzaklarını bozup vesvesesinden kurtulmalıdırlar…
Mü’min mü si umanların çok dikkatli olmaları gerekli olan şeytanın tuzaklarından birisi, cimrilik olup fakirleşmek korkusuyla Allah yolunda infak etmemektir… Veya infak yapar görünüp, malın adî olanını vermek, böylece bu kulluk borcunu ödediğini zannetmek!.. Böyle gafil bir kul, niyeti ve ameliyle nasıl davranırsa, iyi bilsin ki, öyle karşılık bulacaktır!..
Avf b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), elinde bir asâ ile yanımıza mescide girdi. Bizden bir adam, (zekat olarak getirdiği) adî bir kuru hurma salkımı asmıştı.
Rasulullah (s.a.s.), asa ile hurma salkımını dürttü ve şöyle buyurdu:
“Bu zekatın sahibi dileseydi, bundan iyisini zekat olarak verebilirdi. Bu zekatın sahibi, kıyamet günü adî kuru hurma yiyecek!” [30]
Abdulah ibn Mes’ud (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“İnsanoğluna, şeytanın dokunması (vesvesesi) var ve meleğin de dokunması (ilhamı) vardır.
Şeytanın dokunması, kötülükle korkutma ve hakkı (gerçeği) yalanlamaktır.
Meleğin dokunması ise, hayrı va’detmek ve hakkı doğrulamaktır.
Bunu, her kim (vicdanında) bulursa, Allah’dan olduğunu bilsin ve Cenab-ı Allah’a hamdetsin. Öbürünü bulan da, şeytandan Allah’a sağınsın!”
Rasulullah (s.a.s.) sonra:
“Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayasızlığı emrediyor.[31]âyetini okudu.[32]
Allah Teâlâ, mü’min müslüman kullarına, onların uyumaz, dinlenmez, tatil yapmaz ve gece-gündüz mesaîde olan apaçık düşmaları şeytanı tanıtmıştır… Ayrıca şeytana karşı nasıl mücadele edileceği yolları, plan ve programı da beyan buyurmuştur:
“(Şeytan,) onlara va’dler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan onlara bir aldanıştan başka bir şey va’detmez. [33]
“Gerçek şu ki şeytan, sizin düşmanınızdır. Öyleyse siz de onu düşman edinin. [34]
Muvahhid şahsiyet, yegâne Rabbi Allah ve önderi Rasulullah (s.a.s.) tarafından ilim, iman ve fırasetle silahlandırıldığı için, düşmanı olan şeytan ve şeytanîler ile mücadele meydanında -İnşaallah- zaferle mes’elesini sonuçlandırmaya çalışır… Şeytan, onu her ne zaman aldatmaya kalkışırsa, o, Rabbi Allah’a sığınır ve Allah’ın emrine göre hareket edip düşmanını mağlub eder… Mü’min şahsiyetini düşünür ve imanının gereğini yapar… Müslüman olduğunu düşünür ve teslimiyetine yakışanı işler… Böylece şeytanın tuzağını paramparça eder…
Bu muvahhid şahsiyetin değişmez karakter yapısını, Abdullah ibn Ma’kıl (r.a.) şöyle dile getirir:
Müslümanın kazancı, bayağı ve pis olmaz. Müslüman, bozuk hurmayı, karışık ve bozuk dirhemi ve kendisinde hayır olmayan şeyi sadaka olarak (ya da zekat olarak) vermez. [35]
İmam Hasan el-Basrî (rh.a.), bazı Muhacir ve bazı Ashabın şöyle dediklerini rivayet etmiştir:
Şeytanın yerini bilmekten hoşlanan herkes, onun yerinin kötülükleri yapmaya insanın arzu duyduğu yer olduğunu düşünsün! [36]
Muvahhid şahsiyete yakışan ve lazım olan güzel ahlâklı olmak, rızkını helâl yollardan kazanmak ve helâl yollarda harcamaktır… Hayat, nizamı olan İslâm Dini’ni din olarak seçen bir insan, İslâm’a her şeyiyle teslim olmalı ve onu hayatında yaşarken asla taviz vermemelidir…
Abdullah ibn Mes’ud (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
“Allah Teâlâ, azıklarınızı aranızda paylaştırdığı gibi, huylarınızı da aranızda bölüştürmüştür. Allah dünyayı, sevdiğine de, sevmediğine de verir. Dini ise, sadece sevdiğine verir. Allah, kime din vermiş ise, muhakkak ki, onu sevmiştir.
Nefsim kudret elinde olan (Allah)a yemin edirim ki kul, kalbi ve dili müslüman olmadıkça, müslüman olmuş olmaz. Komşusu, kendisinin kötülüklerinden emin olmadıkça kişi, iman etmiş olmaz.”
Ey Allah’ın peygamberi, kişinin komşusuna kötülükleri nedir? diye soruldu.
Rasulullah (s.a.s.):
“Onu, aldatması ve zulmüdür!” buyurdu ve şöyle devam etti:
“Kul, haramdan bir mal kazanır da ondan infakta bulunursa, kendisine bereketli kılınmaz. Ondan tasadduk ederse, kabul edilmez. Arkasından bıraksa bile o, ancak kendisini cehenneme götüren bir azık olur. Allah, kötüyü, kötü ile silmez. Kötüyü, ancak iyi ve güzel ile siler. Kötü de kötüyü silmez, yok etmez.”[37]
İnsan kullarına, hayatın her yönünü apaçık anlatan kitab ve Rasul gönderen âlemlerin yegâne Rabbi Allah şöyle buyurur:
“Böylece helak olacak kişi, apaçık bir delilden sonra helak olsun. Diri kalacak kişi, apaçık bir delilden sonra hayatta kalsın!” [38]
[1] Bakara, 2/254.
[2] Bkz. Bakara, 2/256.
[3] Bakara, 2/3.
[4] Teğabun, 64/16.
[5] Bakara, 2/272.
[6] Bakara, 2/261.
[7] Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-Edeb, B. 33, Hds. 52. Kitabu’z-Zekat, B. 31, Hds. 47. Sahih-i Müslim, Kitabu’z-Zekat, B. 16, Hds. 55. İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B. 115, Hds. 225-226.
[8] Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İst. T.Y. C. 5, Sh. 372-373.
[9] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 3, Sh. 474.
[10] Munafikun, 63/10-11.
[11] İbrahim, 14/31.
[12] Hacc, 22/1-2.
[13] Abese, 80/33-37.
[14] Zuhruf, 43/67.
[15] Ankebut, 29/25.
[16] Mü’minun, 23/101.
[17] Şuara, 26/99-101.
[18] Bakara, 2/270.
[19] İnsan, 76/31.
[20] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 3, Sh. 477. İbn Kesir, A.g.e. C. 3. Sh. 997.
[21] Et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 106.
[22] Bakara, 2/267-270.
[23] Bakara, 2/267
[24] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B. 3, Hds. 3171. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zekat, B. 19, Hds. 1822. İmam el-Vahidî, A.g.e. Sh. 89.
Abdulfettah el-Kadî, A.g.e. Sh. 59. İmam Suyutî, A.g.e. C. 1, Sh. 124.
İbn Kesir, A.g.e. C. 3, Sh. 1049. İbn Cerir, Hakim ve İbn Ebu Hatim’den.
[25] Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mace Tercemesi ve Şerhi, İst. 1983, C. 5, Sh. 145.
[26] Bkz. Nas, 114/6.
[27] İbn Kesir, A.g.e. C. 3, Sh. 1048.
[28] Â]-iWân, 3/92.
[29] Hacc, 22/37.
[30] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’z-Zekat, B. 17, Hds. 1608. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zekat, B. 19, Hds. 1821. Sünen-i Neseî, Kitabu’z-Zekat, B. 27, Hds. 2484.
[31] Bakara, 2/268
[32] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B. 3, Hds. 3172. et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 149.
İbn Kesir, A.g.e. C. 3, Sh. 1050-1051. İbn Ebu Hatim, Neseî, İbn Hibban ve Ebu Ya’lâ el-Mavsilî’den.
[33] Nisa, 4/120.
[34] Fatır, 35/6.
[35] İbn Kesir, A.g.e. C. 3, Sh. 1049.
[36] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 5, Sh. 512.
[37] İbn Kesir, A.g.e. C. 3, Sh. 1048. Ahmed b. Hanbel (Müsned, C. 1,
Sh. 387)’den. İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned (el-Fethu’r-Rabbânî Tertibi),
C. l,Sh. 107-108, Hds. 30/72. İmam er-Rûdânî, A.g.e. C. 1, Sh. 39, Hds. 112.
İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C. 4, Sh. 31, Hds. 15
[38] Enfal,8/42.