(5) İnfakta Acele Etmek

Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuru-

“Ey iman edenler, hiç bir alış-verişin, hiç bir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı gün gelmezden evvel, size rızık ola­rak verdiklerimizden infak edin. Kâfirler ise, zalimlerin tâ ken­dileridir.” [1]

Alemlerin Rabbi Allah, kendisine seksiz ve şübhesiz, şirksiz ve küfürsüz iman eden mü’min müslüman kullarına ses­lenince, bu kulların her zerresi kulak kesilmesi gerekir… Yegâ­ne Rabbi Allah’ın emrine bütün varlığıyla dinleyip itaat etmeli­dir… Yegâne Rabb Allah, kendisine iman bağıyla bağlanan ve kopması imkânsız kulpa [2]yapışmış olan muvahhid kullarını, kendisi tarafından rahmeti icabı verdiği temiz ve helâl rızıktan, kendilerinin faydalandığı gibi, ihtiyaç sahihlerini de faydalan-drrmaya davet etmektedir!..

Muvahhid mü’min kullarına, temiz, faydalı, helâl ve be­reketli rızkı veren Allah, verdiği bu malı, cömert davranıp kendi yolunda sarf etmeler ini emrediyor… Bu İlâhi emir ve bu gü­zel davet, fırsatın elde olduğu, imkânın her türlüsüne sahib olunduğu bir zamanda gündeme geliyor… Bu fırsat ve bu im­kân, çok kısa olan dünya hayatında verilmiş ve bu kısa ömür­deki imkânı kullanarak sonsuz saadeti kazanmanın fırsatı veril­miştir…

Kendilerine Rabbleri Allah tarafından verilen bu fırsatı değerlendiren mü’min müslümanlar, eldeki imkânları değerlen­dirmekte acele etmelidirler… Bu fırsat kaçtı mı bir daha geriye gelme imkânı yoktur… Böyle bir fırsatı kaçırmak, acı bir hüsra­na da vesile olabilir!..

Allah Teâlâ’nm verdiği helâl nzık, O’nun rızası uğrunda, yine helâl kılman yerlere harcanmalı, yani infak edilmelidir… Dünya hayatındaki bu fırsat, çok iyi değerlendirilmeli ve bu imkânı kullanılırken çok dikkat edilmelidir… Çünkü önümüzde öyle günler gelecek ki, o zaman bu imkân ve fırsat olmadığı gi­bi, hiç bir dostluk ve yardım edici de bulunmayacaktır…

Allah Teâlâ’nm, fazlından ve merhametinden bol bol verdiği helâl malı ve serveti, O’nun uğrunda infak ederken cimri davranmak, hiç bir muvahhid mü’minin şahsiyetine ya­kışmaz… Muvahhid şahsiyet, kendisine nimet olarak verilen bu helâl rızkı, veren Rabbi Allah’ın emrettiği gibi sarf etmelidir… Onun muvahhid şahsiyetinin tabiatının gereği budur!.. Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah: “Onlar (o müttakîler), gayba inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine nzık olarak verdiklerimizden infak eder­ler.[3]

“Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’dan korkup sakının, dinleyin ve itaat edin. Kendi nefsinize hayır (en büyük yarar) olmak üzere infakta bulunun. Kim nefsinin bencil tutku­larından (ya da cimri tutkularından) korunursa, işte onlar, felah bulanlardır.[4]

“Hayır olarak her ne infak ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz, ancak Allah’ın hoşnudluğunu istemekten başka (bir amaçla) infak etmezsiniz. Hayırdan her ne infak ederseniz, haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın size noksansız ödenecek­tir.” [5]

“Mallarını Alİah yolunda infak edenlerin örneği, yedi başak bitiren, her bir başakta yüz tane bulunan bir tek tanenin örneği gibidir. Allah, dilediğine kat kat arttırır. Alİah, (ihsanı) bol olandır, bilendir.” [6]

Ebu Musa el-Eş’arî (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.):

“Her müslümanm üzerine sadaka vermek vacibdir!” bu­yurdu.

Sahabiler:

Sadaka verecek bir şey bulamazsa (ne yapar)? dedi­ler.

Rasulullah (s.a.s.):

“Elleriyle çalışır. Elinin emeğiyle kazandığını hem ken­disine harcar, hem de sadaka verir.” buyurdu. Sahabîler:

Çalışmaya gücü yetmez veya yapmazsa? dediler. “İhtiyaç sahibi olan bunalmışa (mazluma) yardım ve hi­maye eder.” buyurdu.

Böyle bir yardım da yapamazsa? dediler.

Rasulullah (s.a.s.):

“Hayır ile yahud ma’ruf ile emreder.” buyurdu.

Bunu da yapamazsa? dediler. (Rasulullah):

“Kendini, serden tutar! Çünkü bu da, onun için bir sada­kadır.” buyurdu.[7]

Bu hadis-i şerifin şerhinde şunlar beyan olunmuştur: “Kurtubî (rh.a.):

Hadisin zahiri, vücûb ifade etmektedir. Lâkin Alİah Teâlâ Hazretleri, lütf-u kereminden bunu hafifletmiş, gizli ya­pılan mendûb ibadetlerle vücûbu iskaat etmiştir, demiştir.

Aynî (rh.a.) diyor ki:

Vücûbun zahiri mânâsı, bir kimsenin yiyeceğim ka­zanmaktan aciz kaldığını ve ölmek üzere bulunduğunu gören müslümana hamledilebilir. Zira böyle bir müslümanm, o acize sadaka vererek hayatını kurtarması farz olur.

Ashab-ı Kiram, sadakadan atıyye mânâsı anlamış ola­caklar ki:

Buna gücü yetmeyen ne yapacak? diye sormuşlar. Rasul-i Ekrem (s.a.s.) de, sadakadan umumî bir mânâ

kasdettiğini, bu mânânın, muzdar kalan muhtaçla, emr-i bil-ma’rufa bile şâmil olduğunu beyan buyurmuştur.

Görülüyor ki:

İslâm Dini, hüsn-ü niyetle yapılan mubah fiilleri bile ibadet saymıştır. Kötülük yapmaktan sakınmak dahi bir ibadet­tir. Bunun ibadet olması, kötülük yapacağı kimseyi rahat ve emniyette bıraktığı içindir. Bu suretle âdeta, o kimseye sadaka vermiş gibi olur. Kötülüğü kendi nefsine yapmak isteyip de sonra vazgeçen kimse, kendine sadaka vermiş gibi olur.[8]

Dünya hayatı bitmeden, Allah Teâlâ’nın verdiği nimet­leri O’nun yolunda harcayanlar, katıksız iman sahibi olan salih kullar, ebedî saadeti elde etmişlerdir… Allah’ın verdikleriyle Allah yolunda infa edenler, hem farz olan zekatı, hem de sada­kayı yerli yerinde verenlerdir…

İmam Kurtubî (rh.a.), tefsirinde şunları söylüyor:

“el-Hasen dedi ki:

Burada infak emri, farz olan zekata dairdir. İbn Cüreyc ve Said ibn Cübeyr der ki:

Bu âyet-i kerime, hem farz olan zekatı, hem de nafile tasadduku sözkonusu etmektedir.

İbn Atiyye derki:

Bu, sahihtir. Fakat daha önce savaşı sözkonusu eden âyet-i kerimeler ile yüce Allah’ın mü’minleri kâfirlerin üstüne iterek defedeceğine dair buyrukları dolayısıyla buradaki teşvi­kin, Allah yolunda infak olduğu ortaya çıkar. Bunu, âyet-i keri­menin sonunda yer alan: “Kâfirler ise, zalimlerin tâ kendileri­dir” buyruğu da güçlendirmektedir. Yani, canınızla, mallarınız­la da infak etmek suretiyle savaşarak kâfirlerle mücadele edi­niz.

Derim ki:

Bu açıklamaya göre malların infak edilmesi, bazen va-cib, bazen de mendub olur. Bu ise, cihadın farz-ı ayn olması ile olmamasına göre değişir. Yüce Allah kullarına, kendilerine verdiği nzıktan ve ihsan emiş olduğu nimetlerden infak etme­lerini emretmekte ve kendisinde alış-verişin mümkün olmaayacağı, yapılmak istenen fakat yapılamayan herhangi bir harca­manın telafi edilemeyeceği bir gün gelinceye kadar infaktan uzak durmalarını sakındırmaktadır.[9]

Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

“Sizden birinize ölüm gelip de: ‘Rabbim, beni yakm bir süreye (ecele) kadar geciktirsen, ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam’, demezden önce, size nzık olarak verdik­lerimizden infak edin.

Oysa Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiç bir kimseyi kesinlikle ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. [10]“İman etmiş kullarıma söyle: ‘Alış-verişin ve dostluğun olmadığı o gün gelmezden evvel, dosdoğru namaz kılsınlar ve kendilerine nzık olarak verdiklerimizden gizli ve açık infak et­sinler. [11]

Mü’min müslüman kulların başına böyle bir gün gelme­den ve maddî imkânları var iken, Rabbleri Allah’ın kendilerine verdiği “infak ediniz!” emrini gereği gibi yerine getirmeleri ge­rekir!.. Dünya hayatının sağlıklı ve imkânlı günlerini birer ga­nimet bilmeli ve bundan çok faydalanılmalıdır…

Rabbimiz Allah, insan kullarını uyarmaktadır:

“Ey insanlar, Rabbinizden korkup sakının. Çünkü kıya­met sarsıntısı büyük bir şeydir.

Onu gördüğünüz gün, her emzikli, kendi emzirdiğini unutup geçecek ve her gebe kendi yükünü düşürecektir. İnsan­ları da sarhoş olmuş görürsün. Oysa onlar, sarhoş değillerdir. Ancak Allah’ın azabı pek çetindir. [12]

“Fakat kulakları patlatırcasma olan o gürleme geldiği zaman,

Kişi o gün, kendi kardeşinden kaçar.

Annesinden ve babasından,

Eşinden ve çocuklarından,

O gün, onlardan herbirinin kendine yetecek bir işi varir.[13]

Dünya hayatının tamamen bittiği, imkânların yok olduğu ve fırsatların elden kaçtığı gün geldiğinde, hiç kimse, bir diğe­rine yardım edecek durumda olamayacak ve kimse kimseyi ta-nımayacaktır… Herkes, kendi hesabının derdine düşmüş, başın­dan çok aşkın işi ortaya çıkmıştır… İşte böyle bir durumla kar­şılaşmadan önce imkânları değerlendirip, böyle bir günde faylası görülecek işler yapılmalıdır… Bu da, katıksız iman, salih ımel ve Allah yolunda infak ile gerçekleşir…

Rabbimiz Allah, insan kullarının birbirinden kaçacağı o deşhetli anı şöyle beyan buyurur:

“Müttakîler hariç olmak üzere o gün, dostların kimi, ki­line düşmandır.[14]

“Kıyamet günü, kiminiz kiminizi inkâr edip tanımayacak ‘e kiminiz kiminize lanet edeceksiniz. [15]

“Böylece Sûr’a üfürüldüğü zaman artık o gün, araların­da soylar (veya soy bağları) yoktur ve (üstünlük unsuru ola­rak soyluluğu veya birbirlerine durumlarını) soruşturmazlar da. [16]

“Bizi, suçlu-günahkârlardan başka saptıran olmadı.

Artık bizim için ne bir şefaatçi var,

Ne de candan yakın bir dost.[17]

Hiç kimsenin dostluğu ve soyluluğu, başkasına şefaat et­meye yetmeyecek ve hiç bir fayda vermeyecek olan o günden Önce insanın, kendisine faydası olacak iyi bir hazırlık yapması gerekiyor… O gün, kâfirlerin herhangi bir şefaatçisi olmadığı gibi zulmedenlerin de herhangi bir yardımcısı yoktur… Zalim­lerin tâ kendisi olan kâfirler ebedî bir hüsran içinde kalacaklar­dır…

Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:

“Zulmedenlerin yardımcıları yoktur. [18]

“Zalimlere ise, onlar için acı bir azab hazırlanmıştır. [19]

Atâ b. Dinar der ki:

“Kâfirler ise, zalimlerin tâ kendileridir” diye buyuran ve bunun yerine, “zalimler ise, kâfirlerin tâ kendileridir” diye buyurmayan Allah’ahamdolsun! [20]

Katâde (rh.a.) diyor ki:

Kâfirler, zalimlerin tâ kendileridir” buyuran Allah’a hamdolsun. Zira O, “zalimler, kâfirledir” buyurmadı. Eğer böyle buyursaydı, yaptıkları zulümler sebebiyle insanların ço­ğu kâfir sayılır ve mahvolurlardı. [21]

Rabbimiz Allah, kullarına vermiş olduğu helâl ve temiz olan rızıkların infak edilmesini emrederken, bunlardan çürü­müş, kokmuş ve bayağı hâle gelmiş olanların infak edilmemesini beyan buyurmuştur… Allah, kendi yolunda, en iyi niyet ile en güzel malın infak edilmesini emretmektedir:

“Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve si­zin için yerden bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışma­yın ve bilin ki, şübhesiz Allah, hiç bir şeye ihtiyacı olmayandır, övülmeye lâyık olandır.

Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size, çirkin-hayasız-lığı emrediyor. Allah ise, size kendisinden bağışlama ve bol ih­san (fazl) va’dediyor. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir.

Kimi dilerse, hikmeti ona verir. Şübhesiz kendisine hik­met verilene, büyük bir hayır da verilmiştir. Temiz akıl sahihle­rinden başkası öğüt alıp düşünmez.

Her neyi nafaka olarak infak eder ve adak olarak neyi adarsanız, muhakkak Allah, onu bilir. Zulmedenlerin yardımcı­ları yoktur.” [22]

el-Berâ b. Âzib (r.a.): “Bayağı şeyleri vermeye kalkış­mayın.[23]âyeti hakkında şunu anlatıyor:

Bu âyet, biz Ensar topluluğu hakkında nazil oldu. Hurma sahibleri idik. Herkes hurmasından, çokluğu ve azlığı mikdarınca getirirdi. Bir kişi, bir veya iki salkım hurma getirip mescide asardı. Suffelilerin yiyeceği yoktu. Onlardan biri, (mescide) geldiği vakit salkım(ın altm)a gelir, deyneğiyle vu­rurdu. Hurmanın yaşından, kurusundan düşer ve (bunları) yer­di. Hayırda gözü olmayan bir takım kişiler de vardı ki, (bunlar­dan) herhangi biri, üzerinde şis ve haşef bulunan salkım veya kırılmış salkımı getirip asardı (Bozuk hurmalı salkımı bile bile getirip oradaki salkımlar araşma sokardı).

Allah:

“Ey iman edenler, kazandıklarınızın iyi olanından ve sizin için yerden bitirdiklerimizden infak edin. Kendinizin göz yummadan alamayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışma­yın.” âyetini indirdi.

Rasulullah (s.a.s.) buyurdu ki:

“Sizden birinize, verdiği şeyin benzeri hediye edilmiş ol­sa, ancak onu göz yumarak ve utanmadan ötürü alır.”

el-Berâ (r.a.) şöyle dedi:

Bu âyetin inişinden sonra herbirimiz, yanında bulu­nan en iyisinden getirir olmuştuk.[24]

Hadisin şerhinde şunlar denilmiştir:

“Bu hadiste hurma zekatını, bozuk ve kötü hurmadan vermeye kalkışmanın yasaklığına, bunu, halkın ve zekat müste haklarmm gözlerinden saklamak mümkün olsa bile Allah Te-âlâ’dan saklamanın imkânsız olduğuna ve mal sahiblerinin kendilerini zekat müstehaklarınm yerine koyup hoşlanmaya­cakları davranışları, fakirler için de reva görmemelerinin lüzu­muna delâlet eder. [25]

Mü’min müslümanların apaçık düşmanı olan şeytan, on­ları, fakirlikle korkutup Allah yolunda infak yapmamayı, mal­larının en güzelini sadaka olarak vermemeyi vesveselerle telkin edip aldatmaya çalışıyor… Muvahhid Tminler, gerek insan­lardan, gerekse cinlerden olan [26]şeytanlardan, onların tuzak ve vesveselerinden sakınmalı, onlara karşı uyanık davranıp dikkatli olmalıdırlar!..

Abdullah ibn Abbas (r.anhuma) şöyle demiş:

Allah Teâlâ mü’min kullarına, mallarının en temiz, en güzel olanlarından infakta bulunmayı emrediyor. Mallarının bayağı ve kötü olanlarını tasadduktan da men’ediyor. Çünkü Alİah Teâlâ, temizdir ve anck temiz olanı kabul eder.

Bunun içindir ki:

“Kendiniz göz yummadan alıcısı olmadığınız bayağı şeyleri vermeye kalkmayın.” (Yani) böyle şeyleri kabulden Al­İah, sizden daha müstağnîdir. Dolayısıyla hoşlanmadığınız şey­leri Allah için vermeye kalkmayın, buyurmaktadır.[27]

Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

“Sevdiğiniz şeylerden infak edinceye kadar asla iyiliğe eremezsiniz. Her ne infak ederseniz, şübhesiz Allah, onu bi­lir.” [28]

“Onların (kurbanların), etleri ve kanları kesin olarak Al­lah’a ulaşmaz, ancak O’na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onla­ra sizin için boyun eğdirmiştir. O’nun, size hidayet vermesine karşılık Allah’ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver[29]

Rabbimiz Allah, kendisine iman edip itaat üzere olan sa­lih kullarına böyle buyururken şeytan, tuzaklanyla onların ön­lerini kesiyor ve onların, Allah yolunda mallarının en iyisini infak etmelerini engelliyor… Muvahhid mü’minler, şeytandan Allah’a sığmmah ve Allah’a itaat ederek şeytanın tuzaklarını bozup vesvesesinden kurtulmalıdırlar…

Mü’min mü si umanların çok dikkatli olmaları gerekli olan şeytanın tuzaklarından birisi, cimrilik olup fakirleşmek korkusuyla Allah yolunda infak etmemektir… Veya infak ya­par görünüp, malın adî olanını vermek, böylece bu kulluk borcunu ödediğini zannetmek!.. Böyle gafil bir kul, niyeti ve ameliyle nasıl davranırsa, iyi bilsin ki, öyle karşılık bulacak­tır!..

Avf b. Malik (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), elinde bir asâ ile yanımıza mescide girdi. Bizden bir adam, (zekat olarak getirdiği) adî bir kuru hurma salkımı asmıştı.

Rasulullah (s.a.s.), asa ile hurma salkımını dürttü ve şöy­le buyurdu:

“Bu zekatın sahibi dileseydi, bundan iyisini zekat olarak verebilirdi. Bu zekatın sahibi, kıyamet günü adî kuru hurma yi­yecek!” [30]

Abdulah ibn Mes’ud (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“İnsanoğluna, şeytanın dokunması (vesvesesi) var ve meleğin de dokunması (ilhamı) vardır.

Şeytanın dokunması, kötülükle korkutma ve hakkı (ger­çeği) yalanlamaktır.

Meleğin dokunması ise, hayrı va’detmek ve hakkı doğ­rulamaktır.

Bunu, her kim (vicdanında) bulursa, Allah’dan olduğunu bilsin ve Cenab-ı Allah’a hamdetsin. Öbürünü bulan da, şey­tandan Allah’a sağınsın!”

Rasulullah (s.a.s.) sonra:

“Şeytan, sizi fakirlikle korkutuyor ve size çirkin hayasız­lığı emrediyor.[31]âyetini okudu.[32]

Allah Teâlâ, mü’min müslüman kullarına, onların uyu­maz, dinlenmez, tatil yapmaz ve gece-gündüz mesaîde olan apaçık düşmaları şeytanı tanıtmıştır… Ayrıca şeytana karşı nasıl mücadele edileceği yolları, plan ve programı da beyan buyur­muştur:

“(Şeytan,) onlara va’dler ediyor, onları en olmadık ku­runtulara düşürüyor. Oysa şeytan onlara bir aldanıştan başka bir şey va’detmez. [33]

“Gerçek şu ki şeytan, sizin düşmanınızdır. Öyleyse siz de onu düşman edinin. [34]

Muvahhid şahsiyet, yegâne Rabbi Allah ve önderi Rasu­lullah (s.a.s.) tarafından ilim, iman ve fırasetle silahlandırıldığı için, düşmanı olan şeytan ve şeytanîler ile mücadele meydanın­da -İnşaallah- zaferle mes’elesini sonuçlandırmaya çalışır… Şeytan, onu her ne zaman aldatmaya kalkışırsa, o, Rabbi Al­lah’a sığınır ve Allah’ın emrine göre hareket edip düşmanını mağlub eder… Mü’min şahsiyetini düşünür ve imanının gereği­ni yapar… Müslüman olduğunu düşünür ve teslimiyetine yakı­şanı işler… Böylece şeytanın tuzağını paramparça eder…

Bu muvahhid şahsiyetin değişmez karakter yapısını, Ab­dullah ibn Ma’kıl (r.a.) şöyle dile getirir:

Müslümanın kazancı, bayağı ve pis olmaz. Müslüman, bozuk hurmayı, karışık ve bozuk dirhemi ve kendisinde hayır olmayan şeyi sadaka olarak (ya da zekat olarak) ver­mez. [35]

İmam Hasan el-Basrî (rh.a.), bazı Muhacir ve bazı Asha­bın şöyle dediklerini rivayet etmiştir:

Şeytanın yerini bilmekten hoşlanan herkes, onun ye­rinin kötülükleri yapmaya insanın arzu duyduğu yer olduğunu düşünsün! [36]

Muvahhid şahsiyete yakışan ve lazım olan güzel ahlâklı olmak, rızkını helâl yollardan kazanmak ve helâl yollarda har­camaktır… Hayat, nizamı olan İslâm Dini’ni din olarak seçen bir insan, İslâm’a her şeyiyle teslim olmalı ve onu hayatında yaşarken asla taviz vermemelidir…

Abdullah ibn Mes’ud (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuru­yor Rasulullah (s.a.s.):

“Allah Teâlâ, azıklarınızı aranızda paylaştırdığı gibi, huylarınızı da aranızda bölüştürmüştür. Allah dünyayı, sevdiği­ne de, sevmediğine de verir. Dini ise, sadece sevdiğine verir. Allah, kime din vermiş ise, muhakkak ki, onu sevmiştir.

Nefsim kudret elinde olan (Allah)a yemin edirim ki kul, kalbi ve dili müslüman olmadıkça, müslüman olmuş olmaz. Komşusu, kendisinin kötülüklerinden emin olmadıkça kişi, iman etmiş olmaz.”

Ey Allah’ın peygamberi, kişinin komşusuna kötülük­leri nedir? diye soruldu.

Rasulullah (s.a.s.):

“Onu, aldatması ve zulmüdür!” buyurdu ve şöyle devam etti:

“Kul, haramdan bir mal kazanır da ondan infakta bulu­nursa, kendisine bereketli kılınmaz. Ondan tasadduk ederse, kabul edilmez. Arkasından bıraksa bile o, ancak kendisini ce­henneme götüren bir azık olur. Allah, kötüyü, kötü ile silmez. Kötüyü, ancak iyi ve güzel ile siler. Kötü de kötüyü silmez, yok etmez.”[37]

İnsan kullarına, hayatın her yönünü apaçık anlatan kitab ve Rasul gönderen âlemlerin yegâne Rabbi Allah şöyle buyu­rur:

“Böylece helak olacak kişi, apaçık bir delilden sonra he­lak olsun. Diri kalacak kişi, apaçık bir delilden sonra hayatta kalsın!” [38]

 



[1] Bakara, 2/254.

[2] Bkz. Bakara, 2/256.

[3] Bakara, 2/3.

[4] Teğabun, 64/16.

[5] Bakara, 2/272.

[6] Bakara, 2/261.

[7] Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-Edeb, B. 33, Hds. 52. Kitabu’z-Zekat, B. 31, Hds. 47. Sahih-i Müslim, Kitabu’z-Zekat, B. 16, Hds. 55. İmam Buhârî, Edebü’l-Müfred, B. 115, Hds. 225-226.

[8] Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İst. T.Y. C. 5, Sh. 372-373.

[9] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 3, Sh. 474.

[10] Munafikun, 63/10-11.

[11] İbrahim, 14/31.

[12] Hacc, 22/1-2.

[13] Abese, 80/33-37.

[14] Zuhruf, 43/67.

[15] Ankebut, 29/25.

[16] Mü’minun, 23/101.

[17] Şuara, 26/99-101.

[18] Bakara, 2/270.

[19] İnsan, 76/31.

[20] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 3, Sh. 477. İbn Kesir, A.g.e. C. 3. Sh. 997.

[21] Et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 106.

[22] Bakara, 2/267-270.

[23] Bakara, 2/267

[24] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B. 3, Hds. 3171. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zekat, B. 19, Hds. 1822. İmam el-Vahidî, A.g.e. Sh. 89.

Abdulfettah el-Kadî, A.g.e. Sh. 59. İmam Suyutî, A.g.e. C. 1, Sh. 124.

İbn Kesir, A.g.e. C. 3, Sh. 1049. İbn Cerir, Hakim ve İbn Ebu Ha­tim’den.

[25] Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İbn Mace Tercemesi ve Şerhi, İst. 1983, C. 5, Sh. 145.

[26] Bkz. Nas, 114/6.

[27] İbn Kesir, A.g.e. C. 3, Sh. 1048.

[28] Â]-iWân, 3/92.

[29] Hacc, 22/37.

[30] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’z-Zekat, B. 17, Hds. 1608. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zekat, B. 19, Hds. 1821. Sünen-i Neseî, Kitabu’z-Zekat, B. 27, Hds. 2484.

[31] Bakara, 2/268

[32] Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B. 3, Hds. 3172. et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 149.

İbn Kesir, A.g.e. C. 3, Sh. 1050-1051. İbn Ebu Hatim, Neseî, İbn Hibban ve Ebu Ya’lâ el-Mavsilî’den.

[33] Nisa, 4/120.

[34] Fatır, 35/6.

[35] İbn Kesir, A.g.e. C. 3, Sh. 1049.

[36] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 5, Sh. 512.

[37] İbn Kesir, A.g.e. C. 3, Sh. 1048. Ahmed b. Hanbel (Müsned, C. 1,

Sh. 387)’den. İmam Ahmed b. Hanbel, el-Müsned (el-Fethu’r-Rabbânî Tertibi),

C. l,Sh. 107-108, Hds. 30/72. İmam er-Rûdânî, A.g.e. C. 1, Sh. 39, Hds. 112.

İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C. 4, Sh. 31, Hds. 15

[38] Enfal,8/42.