Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler, eğer kendilerine kitab verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek (uyacak) olursanız, sizi, imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler.
Allah’ın âyetleri size okunuyorken ve O’nun Rasulü içinizdeyken nasıl oluyor da inkâr ediyorsunuz? Kim Allah’a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru bir yola iletilmiştir.” [1]
Rabbimiz Allah, kendisinden başka rab kabul etmeyen, yerde de ilâh, gökte de ilâh olarak yalnızca kendisine iman e-den muvahhid mü’min kullarını, düşmanlarına karşı uyarıyor!.. Ehl-i Kitab, mü’min müslümanlara karşı olan kinleri ve kıskançlıklarından dolayı, onların iyi olmalarını, huzur içinde yaşamalarını asla arzu etmezler… Bu düşmanlık, onların kalbinde ve beyninde yer edinip değişmez karakterleri olmuştur… Dün böyle olduğu gibi, bugün de aynıdır… Küfür, tek millettir ve küfür cephesinde değişen bir şey yoktur!..
Bu âyet-i kerimelerin inzal sebebine baktığımızda, Ehl-i Kitab olan yahudînin İslâm’a ve mü’min müslümanlara karşı olan kinini ve düşmanlığını apaçık görür, bugün de aynı kin ve düşmanlığın son hızla devam ettiğinin farkına varırız…
Zeyd b. Eşlem (r.a.) anlatıyor:
Cahiliyye dâvasında bulunan, büyük bir kâfir, müslümanlara karşı son derece kinli ve hasedçi bir ihtiyar olan yahu-dî Şâs b. Kays, bir mecliste topluca sohbet eden, öteden beriden konuşan Evs ve Hazrec kabilelerinden oluşan Rasulullah (s.a.s.)’in bir grup Ashabına uğramış, onların toplu bir hâlde ülfet ve muhabbetlerini, cahiliyye döneminde aralarında mev-cud olan düşmanlığın ardından, İslâm Devrinde aralarnın iyi olduğunu görmesi, onu öfkelendirmişti.
Dedi ki:
Beni Kayle (Hımyerî Arabları) Kabilesi’nin iki küs topluluğu, şu beldelerde şimdi barışık olarak topluca oturmuşlar. Hayır, Vallahi, onlar buralarda topluca bulundukları zaman biz, onlarla beraber karar kılamayiz!
Bunu müteakib kendisiyle beraber bulunan yahudî bir gence emredip dedi ki:
Onlara doğru yönel, git de meclislerine katıl. Sonra “Buas Günü'”nü (Evs ve Hazrec oğullarının Cahiliyye devrinde yapmış oldukları yıllarca süren savaş olup, o gün Evsliler’in Hazrecliler’e karşı zaferleri olmuştu) ve öncesini onlara hatırlat. Evvelden karşılıklı olarak söylemiş oldukları bazı şiirleri onlara oku!
O genç de, öyle yaptı. Bunun üzerine topluluk, o şiirlerin okunması esnasında ileri-geri konuşmaya başladılar. Karşılıklı çekişip övündüler. Hatta iki kabileden iki kişi, Evs’ten, Harise oğulları’nın birisi olan Evs b. Kayzî ile, Hazrec’den, Seleme oğuları’nın birisi olan Cebbar b. Sahr, yerlerinden
sıçrayıp karşı karşıya geldiler de karşılıklı olarak konuşmaya başladılar.
Onlardan birisi, arkadaşına dedi ki:
Vallahi, eğer istesem, feryad edip imdada çağırarak o günleri şimdi geri getiririm!
Sonra iki grup, topyekün gazaba gelip dediler ki:
Gerçekten böyle yapmıştık. Haydi silah başına, silah başına! Buluşacağımız yer, Zahire (Harre Mevkiî)dir.
Bunu müteakib o yere çıktılar ve Evs ile Hazrec, daha önce cahiliyye devrindeki âdetleri üzere dâvâlaştıklan gibi bir kısmı, bir kısmına katılıp karşı karşıya geldiler.
Bu haber, Rasulullah (s.a.s.)’e ulaştı. O da, derhâl beraberindeki Muhacirler’le yola çıkıp onların yanına geldi. Buyurdu ki:
“Ey müslümanlar topluluğu, ben, sizin aranızda iken, Allah’ın sizi İslâm ile aziz kılmasından, o İslâm sayesinde ca-hiliyyet âdetini sizden bertaraf etmesinden ve aranızı sevgiyle birleştirmesinden sonra cahiliyye dâvası güdüp, kâfirler olarak eski hâlinize mi dönüyorsunuz? Bu, nasıl iştir?”
Artık topluluk anladı ki, bu durum, düşmanları olan şeytanın bir fitnesi ve hilesidir. Derhâl ellerinden silahı bıraktılar, birbirlerinin boynuna sarılıp ağladılar. Sonra da söz tutup itaat ederek Rasulullah (s.a.s.) ile beraber döndüler.
Allah Teâlâ da:
“Ey iman eeler, eğer kendilerine kitab verilenlerden herhangi bir gruba boyun eğecek (uyacak) olursanız, sizi, imanınızdan sonra tekrar küfre döndürürler.[2] âyetini indirdi.
Cabir b. Abdullah (r.anhuma) dedi ki:
Gelip hâlimize muttali olan hiçbir kimse bize, Rasulullah (s.a.s.)’den daha çok dediğini yaptırıcı olmamıştır. Zira
O, bize eliyle işarette bulundu da biz derhâl geri durduk. Allah Teâlâ, aramızı düzeltti. Dolayısıyla hiçbir şahıs bize, Rasulul-lah (s.a.s.)’den daha sevgili olmamıştır. Şimdiye kadar bu günden, başlangıcı daha çirkin ve daha kötü, sonu ise daha hoş olan bir gün görmedim.[3]
Şâs b. Kays adlı yahudî, İslâm’a karşı korkunç düşmanlık besleyen küfür cephesinin sembolik bir ismidir… Şâs b. Kays’taki kin, nefret, kıskançlık ve düşmanlık, bütün küfür cephesinde mevcuddur… Tarih boyu yaptıkları ihanetler ve saldırılar, bunu apaçık ortaya koymuştur… Egemen zalim tağutlar tarafından işgal edilip yönetilen İslâm topraklanndaki emperyalist uygulamalar, bugün de aynı karakterin gündemde olduğunu gözler önüne sermiştir… Gerek batı, gerekse doğu müs-tekbir tağutları, İslâm’a ve mü’min müslümanlara karşı olan kin ve düşmanlıklarını, katliâmlar gerçekleştirerek ve oluk oluk müslüman kanını akıtarak tescil etmişlerdir… Hem İslâm topraklarını işgal etmiş, hem müslümanları esir hâline getirmiş, hem mazlumların boynunu vurmuş, hem de bunca zulümden sonra medenî ve haklı olduklarım savunmaktadırlar… Hem suçlu, hem güçlü! Çağın sömürücü zalimlerine, “Süper güç” diyorlar… Güç kimdeyse, haklı olan o oluyor!.. Gerçek hak ve haklılık yok edilmiş gündem dışı bırakılmış, “hangi haksız, hangi zalim güçlü ise, o haklıdır” anlayışı hayata hakim kılınmıştır…
İlmi, bütün zamanları ve mekânları kuşatan Rabbimiz Allah, ezelden ebede herşeyi bildiği için, gerek kitablı, gerekse kitabsız İslâm düşmanlarının ne oyunlar oynadığını bildiğinden dolayı, mü’min müslüman kullarının uyanık olmalarını, onlara uymamalarını emrediyor… Onlar, dost görünmeye çalışsalar da, içlerindeki kin ve nefretleri bitmez… Bu düşmanlık, onların kemikleşmiş bir karakteridir… Hiç umulmadık bir anda birdenbire ortaya çıkar ve yapmak istediği her kötülüğü yapmaya çalışır… Bundan dolayı her zaman ve her mekânda uyanık olunmalı, onlara fırsat verilmemelidir…
Kitablı veya kitabsız İslâm düşmanlarının en büyük hedefi, mü’min müslümanların imanıdır… Onlar, mü’min miıslü-manların kalbinde yer edinip bütün varlıklarına hakim r>ian imanlarım yok etmek için, her türlü imkânı değerlendirmiş ve bu anda aynı imkânları kullanmaktadırlar…
Muvahhid mü’minlerin kalbinde yer alan iman, onların bütün vücûduna hakim olmuş, dolayısıyla hayatlarım sevk ve idare etmektedir… Mü’min müslümanlar, hayatlarını iman.arına göre düzenledikleri için, önce iman konusunda zayıf djşü-rülmek istenmektedir… Çünkü bütün dünyadaki mü’mmin.jrin arasındaki kopmaz bağ olan İslâm kardeşliği, imanlarının gereğidir… Ümmet birliği, iman birliğinden dolayıdır… Mü’ir.leri bir vücûd hâline getiren, katıksız ve sağlam bir imandan başka bir şey değildir… Hayat, iman ve cihaddır!… Varlığın sebebi i-man ve imanın gereği olan kulluk vazifelerini yapmak içir ce-hd ve gayret göstermektir!… Mü’minin hayatı, bu değişme iki şeydir…
İslâm düşmanlan, iman düşmanlarıdırlar… Bundan cola-yı Rabbimiz Allah, İslâm düşmanlarına karşı dikkatli olrraya ve taviz vermemeye çağırıyor… Mü’min kullarına, “sakın gerek kitablı, gerekse kitabsız olan İslâm düşmanlarına boyun bükmeyin, onlara uymayın! Eğer onlara uyarsanız sizi, imanınızdan eder, tekrar küfre döndürürler!” diye emir vermektedir…
“Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerim elinizdeyken ve size Allah’ın âyetleri okunuyorken, O’nun Rasulü de, Sünneti ve Ha-disleri’yle sizin aranızda iken nasıl oluyor da gaflet ediyorsunuz?”
İmam Kurtubî (rh.a.), bu âyetleri tefsir ederken şöyle diyor:
“Bu âyet-i kerime(ler)in kapsamına, Peygamber (s.a.s.)’i görmeyenler de girer. Çünkü onların arasında kalan Hz. Peygamber’in Sünneti, bizzat O’nu görmenin yerini alır.
ez-Zeccâc (rh.a.) der ki:
Bu hitabın, Peygamber (s.a.s.)’in Ashabına has olması da mümkündür. Çünkü Rasulullah (s.a.s.) aralarında bulunuyor, onlar da O’nu görüyorlardı. Aynı şekilde bu hitabın ümmetin tümüne olması da mümkündür. Çünkü O’nun eserleri, alâmetleri, O’na verilmiş bulunan Kur’ân-ı Kerim, Rasulullah (s.a.s.)’in aramızda imiş gibi yerini tutmaktadır. İsterse biz, O’nu görmeyelim.
Katâde (rh.a.) der ki:
Bu âyet-i kerimede gayet açık iki büyük alâmet vardır. Bunlardan birisi, Allah’ın Kitabı, diğeri Allah’ın Peygamberi’dir. Allah’ın Peygamberi, geçip gitti. Allah’ın Kitabı’na gelince, Allah onu, aralarında kendi katından bir nimet ve rahmet olmak üzere kalıcı bıraktı. Allah’ın helâl ve haramı, O’na, itaat ve masiyet orada belirtilmiştir.[4]
Ümmet bütünlüğü içinde mü’min müslümanlann elinde hayat düsturu olan Kur’ân-ı Kerim var iken, Kur’ân’m hayata uygulanışı olan Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti her yönüyle biliniyor iken, nasıl oluyor da, Kur’ân ve Sünnet’in yasakladığı İslâm düşmanlarına uymayı gündeme getirebilirler!… Hayret doğrusu!… Bu kadar gaflet nereden geliyor?.. Bu bir gaflet mi, bir cehalet mi, yoksa bir ihanet mi?!..
“Nasıl oluyor da inkâr ediyorsunuz?” diye soruyor Rab-bimiz Alİah!..
İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.), şu açıklamayı yapmakta ve konuyu aydınlatmaktadır:
“Buradaki “nasıl” kelimesi, hayret ifade eder. Hayret ise, ancak, o şeyin sebebini bilmeyen kimse için söz konusudur ve bu, Allah hakkında imkânsızdır. Öyle ise bundan kasdedilen, men’etme ve tehdid etme manasınadır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.), onların arasında her türlü şübheyi izâle edip, her türlü delili göstermesi ve onlara peşpeşe Allah’ın âyetlerini okuması, âdeta onların küfre düşmesini engelleyen bir mânîa gibi olmuştur. Binaenaleyh Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yanında bulunanlardan küfrün sadır olması, bu bakımdan daha uzak bir ihtimaldir. Buna göre, “Eğer kendilerine kitab verilenlerden herhangi bir gruba itaat edecek olursanız, onlar sizi, bu imanınızdan sonra döndürüp kâfir yaparlar” âyeti, Yahudi ve Münafıkların en büyük gayelerinin, müslümanları İslâm’dan döndürmek olduğu dikkat çekmektedir. Daha sonra Cenab-ı Hak, Müslümanları irşad ederek, onlara vacib olanın, bu gibi kimselerin sözlerine iltifat etmemeleri, aksine bu yahudîlerden duydukları her şübheye karşılık onu giderip, onun gerçeğini ortaya koyması için Allah’ın Peygamberine dönmeleri olduğunu beyan etmiştir.[5]
Âlemlerin Rabbi Allah’dan başka bütün yalancı ilâhları, bütün sahtekâr rableri ve zalim egemen tağutlan reddeden Muvahhid mü’minler, anlaşmazlığa düştükleri hangi iş ve mes’eleleri olursa onu, hemen Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e, yani Ki-tab’a ve Sünnet’e döndürmelidirler… İşlerini ve mes’elelerini Kur’an-ı Kerim’e ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ne döndürmeleri, onların Allah’a ve ahiret gününe iman etmelerinin bir gereğidir… Onlar, Allah ve Rasulü (s.a.s.)’in verdiği hükme hemen teslim olurlar;.. Böylece aralarındaki anlaşmazlık hallolur, arzulanan mutluluğa ererler…
İmam Malik (rh.a)’e rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Size, iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı bağlandığınız müddetçe, asla doğru yoldan sapmayacaksınız. Bunlar: Allah’ın Kitabı ve Nebîsinin Sünneti’dir.[6]
Rabbimiz Allah:
“Kim Allah’a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru bir yola iletilmiştir” buyurmuştur. Bu âyetteki, “Allah’a sımsıkı tutunmak”, “Allah’ın dinine sımsıkı tutunmak” demektir… Allah’ın emrine tabi olup hükümlerinin gereğini yerine getirenler, Rasulullah (s.a.s.)’in buyurduğu gibi, asla dosdoğru yoldan sapmazlar… Onlar, iman ve Tevhid üzeredirler… Onlar, Birr ve takva üzeredirler… Onlar, Allah’ı dost edinmiş, Allah’a dost olmuş ve birbirlerinin dostlarıdırlar… Bütün muvahhid mü’minler, Allah’ın velisi, yani dostudurlar. [7] Allah katındaki farkları ve yakınlıkları, takva ölçüsüne göredir. [8]
Rabbimiz Allah Teâlâ, kitablı ve kitabsız gayr-ı müslim-lere karşı, sadık mü’min kullarını bilgilendirip uyarmış, onlardan gelecek tehlikelere karşı uyanık olmalarını emretmiştir… Onların, mü’min müslümanlara olan düşmanlıkları, taşıdıkları ve mensub oldukları küfür ile şirkin değişmez karekteri olduğunu beyan buyurmuştur…
Şöyle buyuruyor Rabbimiz Allah:
“Kitab Ehli’nden çoğu, kendilerine gerçek (hak) apaçık belli olduktan sonra, nefislerini (kuşatan) kıskançlıktan dolayı, imanınızdan sonra sizi inkâra döndürmek arzusunu duydular. Fakat Allah’ın emri gelinceye kadar onları bırakın ve (ne sözle, ne eylemle) ilişmeyin. Hiç şübhesiz Allah, herşeye güç yetirendir.[9]
“Andolsun, mallarınızla ve canlarınızla imtihan edileceksiniz ve sizden önce kendilerine kitab verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz. Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu,) emirlere olan azimdendir. [10]
Ka’b b. Malik (r.a.) anlatıyor:
Ka’b b. Eşref (Yahudîlerin ahbarlarındandır), Rasulullah (s.a.s.)’i hicveder, Kureyş kafirlerini de O’nun aleyhine kışkırtırdı. Rasulullah (s.a.s.), Medine’ye yeni gelmişti. O sırada Medine halkı, müslümanlardan, puta tapan müşriklerden ve yahu-dîlerden oluşan karma bir topluluktu. (Yahudîler ise,) Rasulullah (s.a.s.)’le O’nun Ashabını incitiyorlardı. Aziz ve Celîl olan Alİah da, Rasulüne sabır ve hoşgörü tavsiye ediyordu. Derken Allah, oların hakkında:
“Kendilerine kitab verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz” âyetini indirdi.[11]
İslâm’a karşı düşmanlıklarından ve mü’min müslüman-lara karşı kıskançlıkla kinlerinden dolayı dün bu eziyetleri yapan kitablı ve kitabsız gayr-ı müslimler, bugün de işgal edilen İslâm topraklarında esaret altında olan mü’min müslümanlara daha şiddetli eziyetler etmektedirler… Gerek dış müstekbir zalimler, gerekse yerli tağutlar elele verip, mü’min müslümanlara karşı topyekün imha planları hazırlamakta ve yer yer uygulamaktadırlar…
Yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ, onların ihanet planlarından birisini şöyle beyan buyuruyor:
“Kitab Ehli’nden bir bölümü dedi ki: ‘İman edenlere inene gündüzün başlangıcında inanın, bitiminde ise inkâr edin. Belki onlar da dönerler.[12]
Hasan (el-Basrî) ve Süddî (rh.aleyhim) dediler ki:
Hayber ve Ureyre Beldeleri’nin yahudîlerinden oniki din adamı (Haham), kendi aralarında anlaşarak bir kısmı, bir kısmına şöyle dedi:
Gündüzün başlangıcında kalbten inanarak değil, sadece dil ile Muhammed’in Dini’ne girin, gündüzün sonunda da o dini inkâr edin ve deyin ki.
“Biz, kitablarımıza baktık, âlimlerimize danıştık, böylece Muhammed’in Peygamber olmadığını öğrendik. Böylece, O’nun yalan söylediği ve dininin batıl olduğu bize âyân oldu.”
İşte siz, bunu yaptığınız vakit, O’nun Ashabı, dinleri hususunda şübheye düşerler ve: “Onlar, Ehl-i Kitab’dırlar. Dolayısıyla onlar, o Muhammed’i bizden daha iyi bilirler” diyerek, kendi dinlerinden sizin dininize dönerler.
Bunun üzerine Allah Teâlâ, bu âyeti [13]indirdi ve bu haince tuzaktan Nebîsi Muhammed (s.a.s.)’i Ve nıü’minleri haberdar etti.[14]
İmam İbn Kesir (rh.a.) şöyle diyor:
“Bu, onlar tarafından hazırlanan bir tuzak idi. Böylce insanlardan henüz imanı zayıf olanların dinî işlerini ve duyou_ larını karıştıracaklardı. Aralarında istişare etmişler ve şu kar;ira varmışlardı:
Günün başlangıcında iman etmiş görünecekler, mÜKiü-_ manlarla birlikte sabah namazını kılacaklar. Gün sona erince çje tekrar kendi dinlerine döneceklerdi. Böylece insanların bilgj_ sizleri, şöyle düşüneceklerdi:
Onlar, müslümanlann dininde bir noksanlık ve ayıp görmeseler, hiç dinlerine geri dönerler miydi?
Allah Teâlâ, onların bu niyetlerini şöyle açıklıyor:
“Böylece yapın, belki onlar da dönerler, derler.[15]
Bu ihanet oyunu ve bu şeytanlaşmişların tuzağı, bu ç;ığ_ da da bütün hainliğiyle, işgal edilmiş İslâm topraklarında esaret altında yaşamaya çalışan mü’min müslümanlann üzerinde by-nanmaktadır… Egemen zalim tağutlann, küfür ve şirk kültürü, nü zorunlu tutarak ve uygulatarak, çocuk, genç ve olgun ya^ta olan, kendilerini müslüman kabul eden milyonlarca insanı inançlarından dolayı şübheye düşürüyorlar… Allah rızasını Kazanmak niyetiyle yapmaya çalıştıkları amellerini ifsad ediyOr ve boşa çıkartıyorlar…
Kitablı ve kitabsız gayr-ı müslimlerin, İslâm’a olan dimanlıklarından dolayı, İslâm’ın mensublannı böyle ihanet tu-zaklarıyla İslâm’dan uzaklaşırmak istiyorlar… Bir çok yerlerde, bu alçakça emellerini de gerçekleştirmişlerdir…
Rabbimiz Allah, muvahhid mü’min kullarına şöyle buyuruyor:
“Onlar, kendilerinin inkâra sapmaları gibi, sizin de inkâra sapmanızı istediler. Böylelikle bir olacaktınız. Öyleyse Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan veliler (dostlar) edinmeyin. Şayet yine yüz çevirirlerse, artık onları tutun ve her nerede ele geçirirseniz öldürün. Onlardan ne bir veli (dost) edinin, ne de bir yardımcı.” [16]
Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), İslâm Milleti derli toplu iken, onların arasına fitne sokup onları dağıtmak, parçalamak ve birbirine düşürmek isteyenlere karşı kesin tavırlı olmayı emrediyor…
Arfece (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Her kim bu ümmet derli toplu iken, onun işini dağıtmak isterse, kim olursa olsun hemen kılıçla onu(nboynunu) vurun!” [17]
Ümmet birliği içinde, kadın olsun, erkek olsun bütün muvahhid mü’minler, birlik ve beraberliklerini bozacak her türlü şeytanî ihanet planlarına karşı kesin tavırlı olmalıdırlar… İslâm Milleti’nin birliğini koruma konusunda hiç bir taviz vermemeli ve hiç bir bölücü tuzağa düşmemelidirler… Bundan dolayı kitablı ve kitabsız İslâm düşmanlarına itaat etmemeli, iman kardeşliğini bozacak hâl ve hareketlerden uzak durmalıdır.
Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler, eğer inkâr edenlere itaat ederseniz, sizi topuklarınız üzerinde gerisin geri çevirirler. Böylece büyük hüsrana uğrayanlara dönersiniz. Hayır, sizin Mevlânız Al-Iah’dır. O, yardım edenlerin en hayırhsıdır.[18]
“Ey iman edenler, inkâr edenler ile, yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleriniz için: ‘Yanımızda olsalardı ölmezlerdi, öldürülmezlerdi’ diyenler gibi olmayın. Allah bunu, onların kalblerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah’dır. Allah, yaptıklarınızı görendir.
Andolsun, eğer Allah yolunda öldürülür ya da Ölürseniz, Allah’dan olan bir bağışlanma ve rahmet, onların bütün toplamakta olduklarından daha hayırlıdır.
Andolsun, ölseniz de, öldürülseniz de şübhesiz, Allah’a (varıp) toplanacaksınız.” [19]
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), merhamet olunmuş ümmetini, kendilerinin dışında olan, tağutî inançlara mensub bulunanlara uymamalarını, gerek düşünce bakımından, gerekse yaşantı bakımından onlara benzememelerini emretmekte ve hassas bir şekilde uyarmaktadır!..
İbn Ömer (r.anhuma)’m rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasulullah (s.a.s.):
“Kendisini bir kavme benzetmeye çalışan kimse, o kavimdendir. [20]
Amr b. Şuayb’ın Dedesi (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Bizden başkasına benzemeye çalışanlar, bizden değillerdir. Yahudilere ve Hristiyanlara benzemeyin! Yahudîlerin selâmı, parmaklarla işaretten; Hristiyanlann selâmı ise, el ile işaretten ibarettir.[21]
Rabbimiz Allah şöyle buyurdu: “Size ne oluyor ki, Rasul sizi, Rabbinize iman etmeye çağırıp dururken Allah’a iman etmiyorsunuz? Oysa O, sizden kesin bir söz almıştı. Eğer mü’min iseniz (inanıp sözünüzü gerçekleştirin).
Sizi karanlıklardan nura çıkarması için kuluna apaçık âyetler indiren O’dur. Şübhesiz Allah, size karşı elbette şefkatli olandır, esirgeyendir.[22]
[1] Âl-i Wân, 3/100-101.
[2] Âl-i İmrân, 3/100
[3] İmam el-Vahidî, A.g.e. Sh. 120-122. Abdulfettah el-Kadî, A.g.e. Sh. 77-78. İmam Suyutî, A.g.e. C. 1, Sh. 146-147.
İbn Hişam, İslâm Tarihi-Siret-i İbn Hişam Tercemesi, çev. Hasan Ege, İst. 1985, C. 2, Sh. 257-260. Taberânî, A.g.e. C. 2, Sh. 87, Hbr. 421. et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 327.
[4] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 4, Sh. 307.
[5] Fahruddin er-Razî, A.g.e. C. 6, Sh. 508-509.
[6] İmam Malik, Muvatta’, Kitabu’l-Kader, Hds. 3.
İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C. 1, Sh. 99, Hds. 6. Hakim, İbn
Abbas (r. anhuma)’dan.
İbnu Hacer el-Askalânî, A.g.e. Sh. 27, Hds. 16.
İbn Hişam, A.g.e. C. 4, Sh. 346.
[7] Bkz. İbn Ebi’1-İzz el-Hanefî, el-Akîdetü’t-Tahâvİyye ve Şerhi, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2002, Sh. 290, vd.
[8] Bkz. Hucurat, 49/13.
[9] Bakara, 2/109.
[10] Âl-İİmrân, 3/186.
[11] Sunen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Harac, B. 20-21, Hbr. 3000.
[12] Âl-iİmrân, 3/72.
[13] Âl-i İmrân, 3/72
[14] İmam el-Vahidî, A.g.e. Sh. 112. et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 291. Abdulfettah el-Kadî, A.g.e. Sh. 70-71. İmam Suyutî, A.g.e. C. 1, Sh. 140.
[15] İbn Kesir, A.g.e. C. 4, Sh. 1280.
[16] Nisa, 4/89.
[17] Sahih-i Müslim, Kitabu’1-İmare, B. 14, Hds. 59.
Sünen-i Neseî, Kitabu Tahrimu’d-Dem, B. 6, Hds. 4007-4009. et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 333.
[18] ÂMİmrân, 3/149-150.
[19] ÂH İmrân, 3/156-158.
[20] Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’1-Libas, B. 4-5, Hds. 4031. Kuzâî, Şifıâbü’I-Ahbâr, Sh. 97, Hds. 280.
İmam Suyutî, Camiu’s-Sağir Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, Vdğ. İst. 1996, C. 3, Sh. 346, Hds. 3618 (8593). Ah-med b. Hanbel, Müsned, C. 2, Sh. 50’den.
[21] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’I-İsti’zan ve”l-Adab, B. 7, Hds. 2835.
[22] Hadid, 57/8-9.