(9) Müslüman Olarak Ölmek

Yegâne Rabbimiz Allah (Azze ve Celle) şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler, Allah’dan nasıl korkup sakınmak ge­rekiyorsa, öylece korkup sakının ve siz, ancak müslüman ol­maktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin.

Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılma­yın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz, düşmanlar idiniz. O, kalblerinizin arasını uzlaştırıp ısındır­dı ve siz, O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı, umulur ki, hidayete erersiniz diye. Allah, size âyetlerini böyle açıklar.[1]

Rabbimiz Allah Teâlâ, önceki âyetlerde muvahhid mü’min kullarının, kitablı ve kitabsız gayr-ı müslimlere karşı asıl davranacaklarını, kâfirlerin saptırma ve tuzaklarına karşı nasıl tavır koyacaklarını beyan buyurdu… Bu âyetler de ise, on­ların üzerine düşen bizzat kendilerini ilgilendiren kulluk vazi­felerini beyan buyurarak, hep beraber Allah’ın ipine sarılıp, da­ğılma ve parçalanmaktan uzak durmalarını emrediyor…

1) önce İman:

“Ey iman edenler…..1′

2) Gerçek bir takva:

“Allah’dan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa, öylece

korkup sakının!”

3) Müslüman olarak yaşayıp müslüman olarak ölmek: “Ancak müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum

üzerinde) ölmeyin,

4) Allah’ın ipi olan Kur’ân-ı Kerim’e sımsıkı ve hep be­raber sarılmak:

“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın!”

5) İslâm Milleti birliğinin oluşturulması ve bu birliğin asla bozulmaması, parçalanmaması ve dağılmaması için bütün imkânların kullanılmasının gereği:

“Dağılıp ayrılmayın!”

6) Mü’min müslümanlann üzerindeki Allah’ın nimetleri­nin devamlı hatırlanması:

“Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın!”

7) Bu nimet, insanlar birbirlerine düşman iken, kalble-rinde birbirlerine karşı kin, nefret ve düşmahk var iken,   Al­lah’ın izniyle kalbleri birbirine ısınmış, birbirlerine karşı sevgi ve saygıyla dolup uzlaşmışur:

“Hani siz, düşmanlar idiniz. O, kalblerinizin arasını uz­laş tırıp ısındırdı.”

8) Bu insanlar, Allah’ın nimeti sayesinde iman edip İs­lâm kardeşleri oldular:

“Siz, O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız.”

9) Onları, ateş çukurunun kenarından kurtaran ve kâfir ölüp cehennem ateşinde ebedî kalmalarım önleyen Allah Te-âlâ’dır:

“Siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kur­tardı, umulur ki, hidayete erersiniz diye.”

10) Alemlerin Rabbi Allah, insan kullarına hidayet yolu­nu gösterip onları, sapıklıktan kurtarmış ve ayetlerim onlara açıklamış, onları bilgilendirdikten sonra kendilerinden, amel işlemelerini istemiştir:

“Allah, size âyetlerini böyle açıklar!”

Ali b. Ebi Talha (rh.a.)’ın rivayetiyle Abdullah ibn Ab-bas (r.anhuma) şöyle demiştir:

Yüce Allah’ın:

“Ey iman edenler, Allah’dan nasıl korkmak gerekiyorsa, Öylece korkun![2] âyet-i kerimesi nesholun-muş değildir.

“Nasıl korkmak gerekiyorsa, öylece korkun” buyruğu­nun anlamı ise, Allah yolunda nasıl cihad etmek gerekiyorsa, öylece cihad etmeleri, Allah yolunda hiç bir kınayıcınm kına­masından etkilenmemeleri ve kendilerinin de, çocuklarının da aleyhine dahi olsa adaleti uygulamaları demektir.

en-Nehhas der ki:

Müslümanlann, âyet-i kerimede sözü edilen her bir şeyi yerine getirmeleri bir farzdır ve bunda nesh vakî olmamış­tır. [3]

Katâde, Reb’i b. Enes, Süddî ve İbn Zeyd’e göre, önce bu âyet-i kerime gelmiş, kullar, Allah’dan hakkıyla korkmakla yükümlü kılınmışlar ve bu, onlara pek ağır gelmiştir. Daha son­ra, yaratıklarının acizliğini bilen Allah Teâlâ, lütfü ve rahme-tiyle bu emri hafifletmiş ve: “Allah’dan gücünüzün yettiği ka­dar korkun.” âyetim indirmiştir.![4]

Bu âyet-i kerimede Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Öyleyse güç yetirebildiğiniz kadar Allah’dan korkup sakının, dinleyin ve itaat edin.[5]

Abdullah ibn Mes’ud (r.a.):

“Allah’dan nasıl korkmak lazımsa, öylece korkun” âyeti hakkında şöyle demiştir:

O’na, itaat edilip isyan edilmemesi, zikredilip unutul­maması, şükredilip küfrân-ı nimette bulunulmaması. [6]

Abdullah ibn Abbas (r.anhuma), bu âyette emredilen tak­va hakkında şöyle demiştir:

Bu, bir göz açıp kırpacak kadar bir zaman dahi Al­lah’a âsî olmamaktır.[7]

Rabbimiz Allah’ın, muvahhid mü’min kullarına emretti­ği takvayı bu şekilde beyan etmişlerdir Selef-i Şalinin!.. Takva, mü’min müslümanlarm, yegâne Rabbleri Allah Teâlâ’nın em­rettiği şekilde davraannıalarıdır… Takva, emrolunduklan amelleri, yegâne önder ve örnekleri olan Rasulullah (s.a.s.)’in Sün-neti’nde gördükleri gibi işlemektir… Takva, hiç şüphelenmeden ve tereddüd etmeden, Kitab ve Sünnet’e tam teslim olmaktır!.. Takva, imanı, şirk ve küfürden; ameli, bid’at ve hurafeden ko­rumaktır!..

Ebu Said el-Hudrî (r.a.)’m rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah’dan ittika etmeyi tavsiye ederim. Çünkü ittika (takvalı olmak), herşeyin başıdır.[8]

Atiyye es-Sa’dî (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Kul, sakıncalı şeylerden korktuğundan dolayı, sakın­casız şeyi de bırakmadıkça, müttakîler derecesine ulaşamaz!” [9]

el-Münâvî (rh.a.), sakıncalı şeyi, haram olan şeyler diye yorumlamış ve sakıncasız şeyi de, ihtiyaç fazlası helâl şeyler şeklinde açıklamıştır. Yani:

“Kul, haram bir şeyi işlemek korkusuyla haram olmayan ihtiyaç fazlası helâl şeyi bırakmadikçaa, müttakîler derecesine erişemez.”

Tuhfe yazarı, takvanın üç mertebeye ayrıldığını bildirir:

Birincisi: Küfürden, imansızlıktan arınmak suretiyle ebedî azabtan sakınmak mertebesidir. (Bu mertebeye, müslü-man olmakla erişilir.)

İkincisi: Bütün günahlardan sakınmaktır. Yani, farz ve vacib olan ibadetleri yerine getirmek ve haram kılman şeylerin tamamından sakınmaktır. Bir grup âlime göre, bu dereceye eri­şebilmek için küçük günahlardan da sakınmak gerekir. Din ıstı­lahında meşhur olan mânâ budur.

Üçüncüsü: Kulun, içini ve kalbini Hakk Teâlâ’dan başka herşeyden arındırması, bütünüyle Allah’a yönelmesi, aklı, fik­ri, zikri ve kalbinin daima Allah ile meşgul olmasıdır.[10]

İmam Gazâlî (rh.a.), “Minhacü’l-Abidin ilâ Cenneti Rabbi’I-Âlemîn” adlı eserinde takva hakkında şöyle diyor:

“Takvanın çok değerli bir hazine olduğunu bilmelisin. Onu bir elde edebilsen, onda en kıymetli cevherler, değerli taş­lar, bol bol hayırlar, bol ve değerli rızıklar, muazzam ganimet­ler, nihayetsiz mülkler olduğunu görürsün! Sanki dünya ve ahi-retin bütün hayırları bu tek haslet olan takvada toplanmış gibi­dir. Kur’ân-ı Kerim’de takva ile ilgili olarak sayılan hususları, takvaya bağlı kılınan nice hayırları, onun için va’dedilen nice sevab ve ecirler ve ona bağlı olarak kazanılacak nice saadetleri bir düşün!..

Şimdi burada takva sahihlerinin oniki özelliğini sana sa­yacağım:

1) Takva sahibleri övülür: Cenab-ı Hak buyurur:

“Eğer sabreder ve sakınırsanız (bu,) emirlere olan azim­dendir.[11]

2) Düşmanlarına karşı koruma ve himaye görürler: Cenab-ı Hak buyurur:

“Eğer siz, sabreder ve sakınırsanız, onlann hileli düzen­leri size hiçbir zarar veremez.[12]

3) ilâhî yardım ve desteğe mazhar olur: Cenab-ı Hak buyurur:

“Şübhesiz Alİah, korkup sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir.[13]

“Bilin ki Allah, takva sahibleriyle beraberdir.” [14]

4) Sıkıntılardan kurtuluş ve helâl rızık sahibi olurlar: Cenab-ı Hak buyurur:

“Kim Allah’dan korkup sakınırsa, (Allah) ona bir çıkış yolu gösterir,

Ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır.[15]

5) Amelleri ıslah edilir, düzeltilir: Cenab-ı Hak buyurur:

“Ey iman edenler, Allah’dan sakının ve sözü doğru söy­leyin.

Ki O (Allah), amellerinizi ıslah etsin.[16]

6) Günahları bağışlanır: Cenab-ı Hak buyurur:

“Ve günahlarınızı bağışlasın.[17]

7) Allah’ın muhabbetine lâyık olurlar: Cenab-ı Hak buyurur:

“Şübhesiz Allah, müttakî olanları sever.[18]

8) Amelleri kabul edilir: Cenab-ı HaK buyurur:

“Allah, ancak takva sahihlerinden kabul eder.[19]

9) İzzet ve kıymet sahibi olurlar: Cenab-ı Hak buyurur:

“Şübhesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileride olanımzdir.[20]

10) Ölüm anında müjdelenirler: Cenab-ı Hak buyuruyor:

“Onlar, iman edenler ve takvaya ermiş olanlardır. Müjde dünya hayatında ve ahirette onlarındır.[21]

11) Ateşten kurtarılırlar: Cenab-ı Hak buyuruyor:

“Sonra takva sahiblerini kurtarırız ve zulmedenleri diz üstü çökmüş olarak bırakıveririz.” (Meryem, 19/72)

“Sakınan ise, ondan (cehennem ateşinden) uzak tutula­caktır.[22]

12) Sonsuz cenneti kazanırlar: Cenab-ı Hak buyurur:

“Rabbinizden olan mağfiret ve eni, göklerle yer kadar olan cennete (kavuşmak için) yarışın. O, müttakîler için hazır­lanmıştır.[23]

Bütün bu âyetler gösteriyor ki, dünya ve ahiretin bütün hayırları ve saadetleri, takva hazinesinde gizlidir.

Ey saadet yolcusu, takvadan nasibini unutma!

Bunun yanında ibadet konusunda takva sahiblerine tah­sis edilmiş üç özellik vardır:

a) Öncelikle başarı ve destek:

Cenab-ı Hakk’ın buyurduğu gibi bu, müttakîlere veril­miş bir haslettir:

“Allah’dan korkup sakının ve bilin ki Alİah, muhakkak ki korkup sakınanlarla beraberdir.[24]

b) İbadetlerin ıslahı ve noksanlıkların tamamlanması: Bu da, müttakîlere verilmiş bir özelliktir:

“O (Allah), amellerinzi ıslah etsin ve günahlarınızı ba­ğışlasın.[25]

c) Amellerin kabul edilmesi:

Bu haslet de, müttakîlere lütfedilmiştir:

“Allah, ancak takva sahiblerinden kabul eder.[26]

Bütün ibadetler, bu üç esas etrafında toplanır. Özellikle ibadeti yapabilme başarısı, sonra tam olabilmesi için eksikleri­nin ıslahı ve tamamlandıktan sonra kabul edilmesi. Bütün abid-ler, bu üç esas için Allah’a yalvarırlar. Bunları isteyerek şöyle niyaz ederler:

Allahim, bizleri, Sana ibadet etmekte muvaffak kıl! Eksikliklerimizi tamamla ve ibadetlerimizi kabul buyur!

Cenab-ı Hak, bu üç hususu takvaya bağlı kılmış, onlar, yalvarıp isteseler de, istemeseler de bunları, müttakîlere ihsan buyurmuştur. Eğer sen de, Allah’a ibadet etmeyi, hatta dünya ve ahiret saadetini istiyorsan, takva sahibi olmalısın!…”[27]

Katıksız iman eden Tevhid ehli muvahhid mü’minler, dünya hayatları boyunca iman ve takva üzere devamlı olmayı kendilerine vazgeçilmez ilke edinmişlerdir… Mü’min ve müs-lüman olarak yaşayıp, mü’min ve müslüman olarak ölmeyi ve öylece dirilmeyi ister, bu uğurda bütün imkânlarını harcayarak, arzu edileni yakalamaya gayret ederler…

İnsan, neye inanmış, nasıl yaşamış ve neyin üzerinde ha­yatını devam ettirip sonuçlandırmış ise, öyle ölür… Nasıl ölmüş ise, öyle dirilir ve Allah tarafından hesaba çekilir!..

Cabir (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Her kul, öldüğü hâl üzere dirilecektir! [28]

Abdullah ibn Ömer (r.anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah, bir kavme azab indirince, o kavim içinde bulu­nan (iyi-kötü) her ferde azab isabet eder. Sonra (kıyamet yö­nünde) herkes, kendi amellerine göre diriltilirler.[29]

Hâl ve hakikat, hiç şübhesiz böyle olunca, her muvahhid mü’min, çok dikkatli olmak zorundadır… Yaşadığı zaman ve mekânda kendisini devamlı kontrol etmeli, iman ve amel bakı­mından herhangi bir noksanlık yapmamaya gayrete çalışmalı­dır… İnsan, ne zaman ve nerede öleceğini bilmez!… Kişinin ne zaman, nerede ve nasıl öleceğini, ancak ilmi herşeyi kuşatmış olan Âlemlerin Rabbi Allah bilir…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Kıyamet saatinin bilgisi, şübhesiz Allah’ın katmdadır. Yağmuru yağdırır, rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bil­mez. Hiç şübhesiz Allah, bilendir, haberdardır… [30]

Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:

O Zât (Cebrail):

Kıyamet ne zaman? dedi.

Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.):

(Kıyametin vakti) Allah’dan başka kimsenin bil­mediği beş şeyden biridir.” buyurduktan sonra: “Kıyamet saati­nin bilgisi, şübhesiz Allah’ın katındadır. Yağmuru yağdırır, ra­himlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şübhesiz Allah, bilendir, haberdardır.” (Lokman, 31/34) âyetini tilavet etti.[31]

Abdullah ibn Abbas (r.anhuma) şöyle demiş:

Bu beş hususu, yüce Allah’dan başka hiç kimse bile­mez. Bunları, ne mukarreb bir melek, ne de mürsel bir Nebî bi­lebilir. Her kim, bunların herhangi birisini bildiğini iddiasında bulunacak olursa, Kur’ân-ı Kerim’i inkâr etmiş olur. Çünkü o, Kur’ân-ı Kerim’e muhalefet eder. [32]

Kadın olsun, erkek olsun her muvahhid mü’min, katıksız imanı ve salih ameliyle her an ölüme hazır olması lazımdır… Müslüman yaşayıp, müslüman ölmek, her mü’min müslümanın varlık sebebi ve yaşadığı hayatın anlamıdır… Mü’min müslü-manlar, Rabb olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı ve Rasul olarak Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’i kabul edip hiç şübheye düş­meden katıksız iman etmişlerdir… Hayat nizamı İslâm’ın dışın­da bütün ideolojileri, felsefeleri ve düzenleri reddeden mü’min müslümanlar, tağutu tanımamış ve Allah’a inanarak kopması imkânsız kulpa yapışmıştır. [33]

Enes b. Malik (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyuruyor Rasu­lullah (s.a.s):

“Her kim ki, Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmadan, tam bir ihlâs ile O’nun birliğine inanmak, O’na ibadet etmek, na­mazı dosdoğru kılmak ve zekatı (gereği gibi) vermek hâli üze­rinde dünyadan ayrılırsa, Allah, kendisinden razı iken ölmüş olur. [34]

Abdullah b. Amr b. Âs (r.a.)’dan.

Rasulullahh (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulmak is­terse eceli, Allah’a ve ahiret gününe iman ettiği hâlde gelsin. Ve insanlara, kendisine yapılmasını dilediği gibi yapsın!”[35]

Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s), bir cenaze üzerine namaz kıldığı za­man şu duayı okuyordu:

“Allahım, dirimizi ve ölümüzü, burada hazır bulunanla­rımızı ve olmayanlarımızı, küçüğümüzü ve büyüğümüzü, erke­ğimizi ve kadınımızı mağfiret eyle!

Allahım, bizden yaşattığın kimseleri İslâm Dini üzere yaşat! Bizden öldüreceklerini de iman üzere öldür!

Allahım, bu cenazenin ecrinden bizi mahrum etme ve ondan sonra bizi dalâlete götürme. [36]

Yegâne hayat ve kurtuluş nizamı olan İslâm üzere yaşa­yanlar, İnşaallah iman üzere ölür!.. Fakat ömür boyu beşerî ideoloji ve tağutî düzenler üzere yaşamış, onunla içice olmuş, hatta o uğurda bir çok gayretleri gündeme gelmiş son demine kadar bundan tevbe etmemiş olanların, akibetlerini hayra yor­mak, ya bir gaflet, ya bir cehalet, ya da bir ihanet belirtisidir!..

İslâm’a tam teslim olup hayatının her yönüyle İslâm’a uyan ve kendisini iman üzere bir güzel ölüme hazırlayan muvahhid mü’min şahsiyet, insanların en yiğidi, en hayırlısı, en iyisi ve en azimlisidir…

İbn Ömer (r.anhuma)’dan.

Bir adam dedi ki:

Ya Rasulullah insanların en yiğidi ve en azimlisi kimdir?

(Rasulullah, s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Ölümü en çok hatırlayanlar ve ona en çok hazırlananlar. İşte onlar, dünyada şeref, ahirette de Allah’ın lütuf ve affını el­de etmiş seçkin insanlardır.[37]

Cabir (r.a.) şöyle demiş:

Ben, Rasulullah (s.a.s.)’i vefatından üç gece önce:

“Sizden biriniz, sakın Allah’a hüsn-i zan etmediği hâlde ölmesin!” buyururken işittim. [38]

Bu hadisin şerhinde şöyle denilmiştir:

“Allah Teâlâ’ya, hüsn-i zanda bulunmanın mânâsı, ölür­ken, O’nun rahmet ve affını ummaktır. Ulemâ, kulun hâli haya­tında korku ile ümit arasında bulunması gerektiğini söylemiş­lerdir. Bazıları, Allah korkusunun, rahmet ümidinden daha faz­la olması lazım geldiğini söylemişlerdir. Ölüm emareleri beli­rince, artık ümit tarafı galebe çalmalı, yahud kulun hâli, sırf ümidden ibaret olmalıdır. Çünkü Allah korkusundan maksad, günahlardan kaçınmak, amel ve taatları çok yapmaya gayret göstermektir. Ölüm hâlinde ise, bunlar imkânsızdır. Binaena­leyh Allah’a hüsn-i zanda bulunmak, O’nun aff-ı merhametine sığınmak müstehab görünmüştür. Zira bunda kulun, Allah’a muhtaç mânâsı vardır. [39]

Mü’min müslüman kul, hayatı boyunca İslâm Dini üzere olmaya gayret etmeli, imanına herhangi bir şirk ve küfür karış-tırmamalı, ameline herhangi bir bid’at ve hurafe bulaştırmama-lıdır… İman ve İslâm üzere olup bu konuda ayak diretmeli, tağutî herhangi bir meyli olmamalı, tağutlara karşı kalbinde asla sevgi beslemeli ve onlara yardımcı olmamalıdır!..

İnsan, her an değişebilir bir yapıya sahibdir… Bunun için gerek kalbin, gerekse bedenin devamlı iman ve İslâm’ın kont­rolünde bulundurulması gerekir… Kalb ve beden, İman ve İs­lâm’ın kontrolünden az birşey de olsa çıktı mı, şeytana ve ta­ğutlara meyleder, itikadından ve salih amelinden korkunç ta­vizler verir!..

Muvahhid mü’minler, iman ve İslâm üzere yaşamaya ve direnmeye gayret ederken, yegâne Rabb Allah’dan yardım di­lerler… Zaten Rabbimiz Allah’ın yardımı olmadan herhangi bir başarı mümkün değildir.[40]

Rabbimiz Allah, mü’min müslüman kullarına şu şekilde dua etmelerini öğretmiştir:

“Rabbimiz, bizi, hidayete eriştirdikten sonra kalblerimizi kaydırma ve yanından bize bir rahmet bağışla. Şübhesiz, bağışı en çok olan Sensin, Sen. [41]

Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor:

Rasulullah (s.a.s.), sık sık:

“Ey kalbleri (hâlden hâle) değiştiren (Alİah)! Kalbimi, dinin üzere sabit kıl!” derdi.

Ya Rasulullah, sana ve getirdiğin şeriata inandık. Bu durumda (hâlâ) bizim için korkuyor musun?

Buyurdu ki:

“Evet, çünkü kalbler, Allah’ın iki parmağı arasındadır. Onları, dilediği şekilde çevirir.[42]

Muvahhid mü’minler, bu sağlam akîde ile İslâm’a tam teslim olmuş sadık kullardır… Onlar, Allah’ın sapasağlam ipi olan, yegâne kurtuluş rehberi ve hayat düsturu Kur’ân-ı Ke-rim’e sımsıkı yapışmış, onun vasıtasıyla kalbleri birbirine bağ-lanmnştır…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar -Allah’ın ipine ve insanların ipine (ahdine) sığınanlar başka- onlara zillet (zorluk damgası) vurulmuştur.”[43]

İmam Fahruddin er-Râzî (rh.a.), meşhur tefsirinde şöyle diyor:

“Bil ki, Alİah Teâlâ müslümanlara, yasaklanmış şeyler­den ittika edip sakınmalarını emredince bütün taat ve hayırların aslı durumunda olan şeyi, yani Allah’ın ipine sımsıkı sarılmayı emretmiştir.

Bil ki, ince bir yol üzerinde yürüyen herkesin, ayağının kaymasından korkulur. Fakat o kimse, bu yolun iki tarafında i-ki ucundan güzel ve sıkı şekilde bağlanmış olan bir ipe sıkıca tutunduğunda, korkudan emin olur. Şübhe yok ki Hak yolu, in­ce bir yoldur. Bir çok insanın bu yolda ayağı kaymıştır. Amma Allah’ın delillerine ve apaçık beyanlarına sımsıkı tutunan kim­seler, bundan emin olmuşlardır. Binaenaleyh buradaki “ip” keliniesinden murad, din yolunda hakka, hakikata o vasıta ile ula­şılması mümkün olan herşeydir. Bunun, pek çok çeşidi vardır. Müfessirlerden her biri de, bunlardan birisini zikretmişlerdir.

Meselâ, İbn Abbas (r.anhuma):

Burada, Allah’ın ipinden murad, “Ahdimi yerine geti­rin, Ben de size karşı olan ahdimi yerin getireyim.[44]âyetinde bahsedilen ahddir. Nitekim Cenab-ı Hak: “Al­lah’ın ipine ve insanların ipine, yani ahdine sığınma durumu müstesna.[45] buyurmuştur.

İşte Cenab-ı Hak, bu âyette ahdi, ip diye isimlendirmiş­tir. Çünkü ahd, dilediği herhangi bir yere giderken, duyacağı korkuyu izâle eder ve böylece kendisine tutunan kimseden korkunun zail olup gittiği bir ip gibi olmuş olur, demiştir.[46]

Abdullah ibn Mes’ud (r.a.) şöyle demiştir:

Siz, Allah’ın ipine sarılın! Şübhesiz, Allah’ın ipi de Kur’ân’dır. [47]

Zeyd b. Erkanı (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

“Dikkat edin! Ben, sizin aranızda iki ağır yük bırakıyo­rum. Bunlardan biri, Allah (Azze ve Celle) nin Kitabı’dır. O, Allah’ın ipidir. Her kim Ona tabi olursa, doğru yolda ve kim terk ederse, dalâlette olur.” [48]

Eb Hüreyre (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Hiç şübhe yok ki Allah, sizin için üç şeye razı olur:

Kendisine ibadet etmenize, O’na hiç bir şeyi ortak koşmamanıza, Toptan Allah’ın ipine sarılıp tefrikaya düşmemenize razı olur.[49]

Tek başına bir ümmet olan [50]ye put kıran İbrahim (a.s.)’)n milletinden, Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in ümme­tinden olan mü’min müslümanlar, hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılacak olurlarsa, tarihte olduğu gibi yine dünya ikti­darım elde edebilirler… Allah’ın ipine sımsıkı sarılma sayesin­de kalbleri birbiriyle ısınıp kaynaşır, beyinleri birbiriyle uzla­şır, iki bedende bir ruh olurlar…

Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

“Onlar, seni aldatmak isterlerse, şübhesiz Allah sana ye­ter. O, seni yardımıyla ve mü’minlerle destekledi.

Ve onların kalblerini uzlaştirdı. Sen, yeryüzündekilerin tümünü harcasaydın bile, onların kalblerini uzlaştıramazdın. Amma Allah, aralarını bulup onları uzlaştırdı. Çünkü O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Ey Peygamber, sana ve seni izleyen mü’minlere Allah yeter. [51]

Katâde (rh.a.) şöyle demiştir:

Allah, sizlerin ayrılığa düşmenizi çirkin görmüş, sizi, ondan sakındırmış ve size onu yasaklamıştır. Buna mukabil Al­lah, sizin dinleyip itaat etmenizi, birbirinizle kaynaşmanızı ve bir cemaat olmanızı istemektedir. Sizler de gücünüz yettiği ka­dar kendiniz için, Allah’ın razı olduğu durumu seçin. Kuvvet, ancak Allah’a aiddir. [52]

Abdullah ibn Mes’ud (r.a.):

Topluca Allah’ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin” buyruğu, cemaat olun demektir, demiştir.

Şöyle diyen Îbnü’l-Mübarek’e Allah’ın rahmeti olsun:

Şübhesiz, cemaat hablullahtır. Ona yapışın. Onun sapasağlam kulpuna yapışarak korunun![53] Enes b. Malik (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“İsrailoğulları yetmiş bir fırkaya ayrıldı. Benim Ümme­tim de şübhesiz yetmiş iki fırkaya ayrılacaktır. Bunların hepsi ateştedir. Yalnız bir fırka ateşte değildir. O da, (benim ve Asha­bımın yolunu takib eden) cemaattır.[54]

Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), Ümmet ve Cemaat, birlik ve beraberlik içindeyken, birbiriyle kaynaşıp barışmışken, onların arasında fitne olup birlik-bera-berliklerini bozmak isteyenler için nasıl davranılacağını beyan buyurmuştur…

Arfece (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“İşiniz, bir adam (imam) üzerinde toplu iken kim sizin sopanızı yarmak veya cemaatınızı dağıtmak isterse onu, hemen öldürün!” [55]

İmam Kurtubî (rh.a.), İslâm Milleti’nin birlik ve bera­berliği için şunları beyan ediyor:

“Yüce Allah bizlere, Kitabına ve Peygamberinin Sünne­tine sımsıkı sarılmayı, anlaşmazlık hâlinde onlara başvurmayı farz kılmış, Kitab ve Sünnet’e, hem itikat, hem amel bakımın­dan sımsıkı sarılmak ilkesi etrafında bir araya gelmemizi em-retnıiştir. Bu ise, söz birliğini gerçekleştirmenin ve kendisi va­sıtasıyla din ve dünya menfaatlerinin gerçekleşebileceği, dağı­nıklığın düzene girdiği bir araya gelmenin ve anlaşmazlıktan kurtulmanın bir sebebidir. Aynı zamanda O, bizlere bir araya gelmeyi emretmiş ve iki Kitab Ehli’nin karşı karşıya kaldığı tefrikaya düşmeyi de yasaklamıştır. [56]

Rabbimiz Allah, kendisine aid olan en güzel misâllerden bir tanesini beyan ederek, anlatılanların üzerinde düşünülmesi­ni ve gerçeğin kavranılmasını emretmektedir:

“Binasının temelini, Allah korkusu ve hoşnudluğu üze­rine kuran kimse mi hayırlıdır, yoksa binasının temelini, göçe­cek bir yarın kenarına kurup onunla birlikte kendisi de cehen­nem ateşi içine yuvarlanan kimse mi? Allah, zulmeden bir top­luluğa hidayet vermez.[57]

İmam İbn Kesir (rh.a.), bu âyetin tefsirinde şunları kay­deder:

“Alİah Teâlâ buyurur ki:

Binasını Allah korkusu ve Allah’ın hoşnudluğu üzere kuran kimse ile, zarar vermek, küfretmek, mü’minleri parçala­mak, daha önce Allah ve Rasulü ile harbedene bir gözetleme yeri olmak üzere mescid yapan elbette bir değildir. Bunlar, bi­nalarını bir yar (uçurum) kenarına kurmuş olup bunun misâli cehennem ateşindedir. ‘Alİah, zalimler güruhunu hidayete er­dirmez.’ Allah, fesad çıkaranların işini asla düzeltmez. [58]

 

 



[1] Âl-i îmrân, 3/102-103.

[2] Al-i İmrân, 3/102

[3] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 4, Sh.309,

[4] et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 329.

[5] Teğabün, 64/16.

[6] İbn Kesir, A.g.e. C. 4, Sh. 1322. İbn Ebu Hatim’den.

İmam İbn Kesir (rh.a.)’in, Abdullah ibn Mes’ud (r.a.)’ın bu sözü hakkındaki tahkiki şöyledir:

“Bu, Mevkuf ve sahih bir isnaddır. Aynı hadisi, İbn Merduyeh, Yu­nus ibn Abdu’1-A’Iâ kanalıyla Abdullah’dan merfu’ olarak rivayet eder.

Hakim, müstedrek’inde İbn Mes’ud’dan merfu’ olarak bu hadisi ri­vayetle şöyle der:

– Bu hadis, Buhârî ve Müslim’in şartlarına göre sahihtir, fakat tah-ric etmemişlerdir.

Ancak kuvvetli (ve tercih edilen) görüşe göre, bu hadis mevkuftur. Allah, en doğrusunu bilir.” et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 329.

İmam Kurtubî, A.g.e. C. 4, Sh. 308. (Abdullah ibn Mes’ud’dan merfuen hadis olarak)

Beyhakî, Kitabu’z-Zühd, çev. Enbiya Yıldırım, İst. 2000, Sh. 99, Hds. 202. (Hadis olarak).

[7] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 4, Sh. 309.

[8] Abdullah İbnü’l-Mübarek, Kitabu’z-Zühd, Sh. 213, Hds. 840. Taberânî, A.g.e. C. 2, Sh. 359, Hds. 654.

Beyhakî, A.g.e. Sh. 97, Hds. 195.

[9] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zühd, B. 24, Hds. 4215. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sifatu’l-Kıyame, B. 14, Hds. 2568. Kuzâî, A.g.e. Sh. 179, Hds. 584.

Ayrıca bkz. Hakim, Müstedrek, C. 4, Sh. 319.

[10] Haydar Hatipoğlu, A.g.e. C. 10, Sh. 487.

Ayrıca bkz. İmam Gazâlî, Cennete Doğru – Minhacü’l-Abidin, çev. Ali Kaya, İst. 2001, Sh. 101-102.

[11] ÂI-i İmrân, 3/186

[12] Al-i İmrân, 3/120

[13] Nahl, 16/128

[14] Tevbe, 9/36

[15] Ta­lak, 65/2-3

[16] Ahzab, 33/70-71

[17] Ahzab, 33/71

[18] Tevbe, 9/4

[19] Mâide, 5/27

[20] Hucurat, 49/13

[21] Yunus, 10/63-64

[22] Leyi, 92/17

[23] Âl-i İmrân, 3/133

[24] Bakara, 2/194

[25] Ahzab, 33/71

[26] Mâide, 5/27

[27] İmam Gazali, Cennete Doğru, Sh. 94-97.

[28] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cenne, B. 19, Hds. 83. Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zühd, B. 26, Hds. 4229.

İmam Suyutî, Camiu’s-Sağir Muhtasarı, C. 3, Sh. 392, Hds. 3753 (9036). Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hakim, Miistedrek’ten.

[29] Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Fiten, B. 20, Hds. 52. Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cenne, B. 19, Hds. 84.

[30] Lokman, 31/34.

[31] Sahih-i Buhârî, Kitabu’1-İman, B. 37, Hds. 43. Sahih-i Müslim, Kitabu’I-İman, B. 1, Hds. 5.

[32] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 13, Sh. 561.

[33] Bkz. Bakara, 2/256.

[34] Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 9, Hds. 70.

[35] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B. 10, Hds. 46. Sünen-i Neseî, Kitabu’1-Biat, B. 25, Hds. 4173.

İbn Kesir, A.g.e. C. 4, Sh. 1323. Ahmed b. Hanbel’den.

[36] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Cenaiz, B. 23, Hds. 1498. Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Cenaiz, B. 37, Hds. 1029. Sünen-İ Ebu Davud, Kitabu’l-Cenaiz, B. 54-55, Hds. 3201. Sünen-i Neseî, Kitabu’l-Cenaiz, B. 77, Hds. 1987. (Birinci Kısım)

[37] İmam er-Rûdânî, A.g.e. C. 5, Sh. 330-331, Hds. 9743. Taberânî, Mu’cemu’s-Sağir’den.

İmam Hafız el-Munzirî, A.g.e. C. 6, Sh. 326, Hds. 6. İbn Ebü’d-Dünya, Taberânî ve Beyhakî’den.

[38] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cenne, B. 19, Hds. 81-82. İbn Kesir, A.g.e. C. 4, Sh. 1323. Ahmed b. Hanbel’den.

[39] Ahmed Davudoğlu, A.g.e. C.ll, Sh. 296.

[40] Eğer Allah, size yardım ederse, artık sizi yenilgiye uğratacak yok­tur ve eğer sizi yapayalnız ve yardımsız bırakacak olursa, O’ndan sonra size yardım edecek^kimdir? Öyleyse mü’minler, yalnızca Al­lah’a tevekkül etsinler.” Âl-i İmrân, 3/160.

“Benim başarım, ancak Allah iledir. O’na tevekkül ettim ve O’na içten yönelip dönerim.” Hud, 11/88.

[41] Âl-i İmrân, 3/8.

[42] Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Kader, B. 7, Hds. 2226.

Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B. 13, Hds. 199.

[43] Âl-i İmrân, 3/112.

[44] Bakara, 2/40

[45] Âl-i İmrân, 3/112

[46] Fahruddin er-Râzî, A.g.e. C. 6, Sh. 514.

[47] Sünen-i Dârimî, Kitabu Fedailu’l-Kur1 ân, B. 1, Hbr. 3320.

[48] Sahih-i Müslim, Kitabu Fedailu’s-Sahabe, B. 4, Hds. 37. Sünen-i Dârimî, Kitabu Fedailu’l-Kur’an, B. 1, Hds. 3319-3320. et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 330.

[49] Şahih-i Müslim, Kitabu’1-Akdİye, B. 5, Hds. 10. İmam Malik, Muvatta’, Kitabu’I-Kelâm, Hds. 20.

Ayrıca Bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 2, Sh. 327, 360, 367.

[50] Bkz. Nahl, 16/120.

[51] Enfal, 8/62-64.

[52] et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 330-331.

[53] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 4, Sh. 311.

[54] Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B. 17, Hds. 3993. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’s-Sünnet, B. 1, Hds. 4597.

[55] Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İmare, B. 14, Hds. 60. Sünen-i Neseî, Kitabu Tahrimu’d-Dem, B. 6, Hds. 4010.

[56] İmam Kurtubî, A.g.e. C. 4, Sh. 317.

[57] Tevbe, 9/109.

[58] İbn Kesir, A.g.e. C. 7, Sh. 3659.